İçeriğe atla

Dinler tarihi

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Dünyadaki bazı dinlerin sembolleri (saat yönünde: Hinduizm, Budizm, Jainizm, Sihizm, Yahudilik, Hristiyanlık, İslam)

Dinler tarihi, dinleri benzer ve farklı yönleri ile karşılaştırmalı olarak inceleyen bir bilim dalıdır. Bu bilim dalının temelinde karşılaştırma, tarih ve din olmak üzere üç olgu bulunmaktadır. Bunlardan karşılaştırma kelimesi bu bilim dalının genel metodunu belirtir. Tarih kelimesi bu bilimin bir tarih bilimi olduğunu, din ise bu bilimin konusunun din olduğunu ifade eder. İnsan hayatında özel bir yere sahip olan dinleri konu edinen tarih branşına da ''karşılaştırmalı dinler tarihi'' veya sadece ''dinler tarihi'' denir.

Din bilimleri, dinlere inceleme konusu bir nesne olarak yaklaşan bilim dallarından oluşan gruba verilen isimdir. Dinlerin savunmasını yapan bilimlere ise ''ilahiyat bilimleri'' denir. Bu bakımdan din bilimleri ile ilahiyat bilimleri birbirine karıştırılmamalıdır. Din bilimleri, yeryüzünde var olmuş bütün dinleri doğuşundan gelişmesine ve yok olmasına kadar her yönüyle inceleme konusu yapar. Dinlerin kaynakları, inanç, ibadet ve ahlak sistemleri, kurumlarının oluşum süreçleri gibi bütün şekil ve tezahürler din bilimlerinin ilgi alanına girer. Ayrıca dinî değerler, tecrübeler, idealler, beklentiler, hisler, tavırlar, hayat ile din arasındaki bütün kompleks münasebetler, din ile bilim, edebiyat, felsefe, sanat, siyaset ve ahlak arasındaki ilişkiler, dinler arası karşılıklı tesirler, hatta ateizm gibi bütün hususlar din bilimlerinin inceleme alanına girmektedir. Bu kadar geniş bir inceleme alanını, din bilimleri içinde yer alan alt bilim dalları kendi aralarında paylaşmış bulunmaktadır. Dinler tarihi de bu bilim dallarından biridir.

Konusu ve metodu

[değiştir | kaynağı değiştir]

Dinler tarihi, tarih boyunca yeryüzünde var olmuş bütün dinleri tarafsız olarak karşılaştırmalı bir şekilde inceleme konusu yapan bir bilim dalıdır. Bu bakımdan, herhangi bir dinin savunmasını yapan ilahiyat bilimlerinden ayrılır. Bu bilim dalı, bütün dinleri aynı kategoride değerlendirir; dinleri üstünlük, gelişmişlik, doğruluk ve yanlışlık bakımından değerlendirmeye tabi tutmaz. Onları belli bir kalıba sokmaya çalışmadan oldukları gibi inceler. Birden fazla dini inceleme konusu yaptığı için bu bilim dalı İslam tarihi, Hristiyanlık tarihi gibi sadece bir dinin tarihini inceleme konusu yapan bilim dallarından da ayrılır.

Her disiplinin belli bir özel konusu vardır. Dinler tarihinin konusu da yeryüzünde var olmuş bütün dinlerdir. Beşeri kültürün çeşitli halkalarında uzun zaman yaşamış ve daha sonra çeşitli nedenlerle ortadan kalkmış dinler de dahil olmak üzere bugün yeryüzünde yaşamakta olan bütün dinleri inceleme konusu yapar. Bu incelemede dinlerin doğuşlarını, gelişmelerini, birbirleriyle etkileşimlerini, karşılaştırmalı tarihlerini, inanç, ibadet ve ahlak sistemlerini, dinî kurumlarını, kültlerini ve mezheplerini ele alır.

Filoloji bilimi sayesinde eski diller ve alfabeler ve epigrafi bilimi sayesinde de tarihi ve dini yapıtlar gün yüzüne çıkarılır.

Dinler tarihinin temel metodu, tarihî-karşılaştırmalı metottur. Dinler tarihi dinlerin doğuşu, gelişmesi, yok olması gibi konularda tarihî-karşılaştırmalı metoda baş vurur. Bu bilim dalı, felsefe gibi zihinsel kurgularla dinî olguları yorumlamaya kalkışmaz. Malzemesini daima tarihten, yaşanan ve tecrübe edilen hayattan alır. Tarihî-karşılaştırmalı metodu kullanarak bir dinin veya dinlerdeki bir fenomenin nasıl ortaya çıkıp şekillendiğini ortaya koyar. Örneğin Hristiyanlıktaki teslis inancının oluşumunun tarihî sürecini Hristiyanlığın irtibatta bulunduğu diğer dinlerdeki Tanrı anlayışıyla karşılaştırarak ortaya koyar. Bu tarihî-karşılaştırma metodunun dışında fenomenoloji ve yorumsamacılık metotlarını da kullanır. Tarihî-karşılaştırmalı metotla derleyip yapısını oluşturduğu olguları fenomenolojik metotla sınıflandırır. Daha sonra yorumsamacı metoda başvurarak bu fenomenlerin yapısını anlayıp yorumlamaya çalışır. Dinler tarihi, bu işlemler esnasında başka bilimlerin metotlarını da kullanır. Filoloji, antropoloji, epigrafya, etnoloji, arkeoloji, mitoloji, sosyoloji ve psikoloji gibi bilimlerin verilerinden faydalanır. Özellikle filoloji bilimi, dinî metinlerin analizinde, anlaşılmasında ve sınıflandırılmasında dinler tarihine önemli katkılarda bulunur.

İlkel, Kadim ve Klasik İnançlar

[değiştir | kaynağı değiştir]
Türkiye'nin Şanlıurfa ilinin sınırları içerisinde bulunan, yaklaşık 10.000'li yıllara tarihlenen ve dünyanın en eski tapınağı kabul edilen Göbeklitepe

İlk insanlar doğayı açıklayamadıkları için doğayı ve hayvanları Tanrı kabul etmişlerdir. Ayrıca doğa şartlarından korunmak için Şamanizm hareketinin temellerini atmışlardır. MÖ 10.000 yılında inşa edildiği düşünülen, tarihin ilk tapınağı olan Göbeklitepe'de (günümüzde Şanlıurfa ili) ilk kez ölüleri gömme gelenekleri uygulanmıştır. Sonraları yerleşik hayata geçilmeye başlanmasıyla birlikte insanlar, bazı karmaşık din sistemlerini benimsemişlerdir. Yerleşik hayata geçilmesi ile boş zamana erişim olduğundan dolayı ruhban sınıfı ortaya çıkmıştır. Paleolitik dönemden (Eski Taş Çağı) günümüze Venüs heykelcikleri, Chauvet Mağarası resimleri ve Sungir çocukları gibi çeşitli dinî kalıntılar kalmıştır.

Dinler, ilk insanlara gün, ay, mevsimler, hava durumu gibi doğal fenomenler ve tanrıların bunların üzerindeki etkisine ilişkin açıklamalar sundu. Bunlar çoğu kez yaratılış öykülerinden ve tanrılar ile insanların etkileşimine ilişkin masallardan oluştular. Antik Mısırlılar gibi erken uygarlıkların bıraktığı gelişkin mezarlar ve tapınaklardan anlaşıldı ki, bir öte dünya inancı vardı. Ölüm ve ölü gömme ritüelleri, dinde büyük bir rol oynadı. İnsanlar giderek daha büyük topluluklar hâlinde yerleşik yaşama geçtikçe, tanrılara adanan görkemli tapınaklar kent ve kasabaların merkezi hâline geldi.

Antik Mezopotamya, İran ve Mısır İnançları

[değiştir | kaynağı değiştir]

Antik Mezopotamya

[değiştir | kaynağı değiştir]
Sümer uygarlığının Üçüncü Ur Hanedanlığı'ndan kalma ünlü bir ziggurat (Nasıriye, Irak)

Mezopotamya, tarih boyunca birçok dinin ortaya çıktığı önemli bir coğrafi bölgedir. Bugün modern dinlerde bile olan Tufan ve Cennet'ten kovulma hikâyeleri ilk defa Sümerlerin metinlerinde geçmektedir. Mezopotamya bölgesinde yaşayan Sümer medeniyeti, Ziggurat adı verilen kule tapınakları yapmışlardır. Zigguratlar yedi katlı olup, toplam üç ana bölümden oluşurlardı. İlk katlar erzak deposu, orta katlar okul ve tapınak, son katlar ise rasathane olarak kullanılırdı. Sümerlerde hissedilen her nesnenin bir Tanrısı vardı ve bunlar da insan görünümündeydiler; fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı. Tanrılar, insanlara ne istediklerini bildirmez, ancak insanlar onlara kendilerinden istenileni sorarak öğrenebilirdi. Gılgamış, Yaratılış ve Tufan gibi hikâyelerin ilk örnekleri de Sümerlerde görülmektedir.

Sümerlerde ibadet ise, genel olarak dua, kurban, sunu ve dinÎ merasimlerden oluşmuştur. Dualardan sonra tapınaklarda gerçekleştirilen en yaygın ibadetler, adak ve kurbanlardır.

Babil Kulesi (Hollandalı ressam Pieter Brueghel'in Rönesans tablosu, 1563)

Sümer mitleri, sonraki birçok Mezopotamya uygarlığını etkilemiştir. Örneğin Babiller tarafından anlatılan Babil Kulesi efsanesi, dinlerin oluşumunu açıklayan önemli bir mittir. Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri sayılan Babil'in Asma Bahçeleri içinde bulunan Babil Kulesi, efsaneye göre Tanrı Marduk adına yapılmıştır. Ayrıca Babil dininin merkezinde, toplam yedi kil tablet üzerine kaydedilen yaratılış destanı Enûma Eliş vardı. Bu destanın anlattığı olaylar dizisi büyük ölçüde eski Sümer mitolojisinden uyarlanmıştı; ama bu yeni anlatımda başrolü Babil tanrıları oynamaktaydı.

Bir diğer Mezopotamya uygarlığı olan Asurlular, Babiller ile aynı tanrı panteonuna tapıyorlardı.[1] Onların dinlerine göre bir savaş kaybedince bu, dünyanın çökeceği ile ilgilidir.

Mezopotamya bölgesi ayrıca, İbrahimî dinler için oldukça önemli olan, inanılan ve bir din büyüğü ve peygamber olarak kabul edilen İbrahim'in yaşadığı coğrafyadır. Soy açısından bakıldığında İbrahim, bugün en önemli üç İbrahimî din olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam'ın ortak atasıdır. Urfa bölgesinde veya o civarlarda yaşamını sürdürdüğüne inanılan İbrahim Peygamber'in, Museviliğin temellerini attığına inanılmaktadır. İbrahim, Hristiyanlıkta da bir uyarıcı olarak kabul edilirken, İslam'a göre ise önemli bir peygamber ve Muhammed'in atasıdır.

Faravahar ya da Ferohar, Zerdüştlüğün bilinen sembolüdür. Fravaşi adlı meleği gösterir.

Eski İran'da MÖ 1400-1200 arasında bir peygamber olarak kabul edilen Zerdüşt tarafından kurulan Zerdüştlük inancı, varlığını sürdürmeye devam eden en eski dinlerden ve kayıtlara geçmiş olan ilk tek tanrılı inançlardan biridir. Zerdüşt'ün dini, bilgeliğin efendisi olan Ahura Mazda'yı da kapsayan eski Hint-İran tanrı sisteminden gelişti. Zerdüştlükte ''Ahura Mazda'', tek üstün Tanrı, her iyiliğin kaynağı ve kötülük ile kargaşanın karşısında düzeni ve hakikati temsil eden bilge yaratıcı düzeyine yükseltilir. Ahura Mazda'ya onun yarattıkları ve Ameşa Spenta (altı ilahi ruh) yardım eder. Yedinci ve daha zor tanımlanan Spenta, Ahura Mazda'nın kendi ''cömert ruhu'' ve iradesinin aracısı olarak görülen Spenta Mainyu'dur.

Zerdüşt'ün öğretileri erken Hindu metinlerinden yararlandığını gösterse de, kendisi bu metinlerle ilgili dini içgörülerinin doğrudan Tanrı'dan geldiğini varsaydı. Zerdüşt, Ahura Mazda'ya tapmayı vaaz etmeye başladığında, Rusya'nın güney bozkırlarında yarı göçebe ve çoban İranlılar arasında bir din adamıydı. Başlangıçta çok az taraftar buldu; ama yerel bir hükümdarı kendi dinine çevirdi ve o da bu dini halkının resmî dini yaptı. Bütün bunlara karşın, dinin bütün Pers diyarına yayılması MÖ 6. yüzyılda, "Kralların Kralı" unvanına sahip olan Ahameniş İmparatorluğu hükümdarı Büyük Kiros döneminde oldu.

Günümüzde Zerdüştlük dini, azınlık dinlerden biri olarak varlığını sürdürmekte ve toplam takipçi sayısının da 2-3 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Zerdüştlerin çoğunluğu Orta İran, Batı Hindistan ve Güney Pakistan'da yaşamaktadır.[2]

Anubis, Antik Mısır'da ölüm, mumyalama ve cenaze törenleriyle ilişkilendirilen bir Tanrıydı. Burada Anubis, bir mumyaya bakmaktadır.

Antik Mısır Uygarlığı, Antik Çağ'daki en önemli yerleşim yerlerinden birisiydi. Kuzeydoğu Afrika'da, Nil Nehri'nin denize ulaştığı çevrede yayılmış antik bir medeniyetti. Uygarlığın yayıldığı bölge, bugünkü Mısır ülkesi toprakları içinde yer almaktadır. MÖ 3050 yılları civarında kuruluşundan önce, "Aşağı Mısır" (Nil Deltası ve güneyi, şimdiki Kuzey Mısır) ve "Yukarı Mısır" (Teb kenti merkez olmak üzere günümüz Güney Mısır) olarak ikiye ayrılmaktaydı. MÖ 3150 yılında, ilk firavunun yönetimi altında Aşağı Mısır ve Yukarı Mısır politik olarak birleşti.

Antik Mısır'ın birçok başarısı, uygarlık içinde ortaya çıkan çeşitli gelişmelere ve uygulamalara dayanmaktadır. Taş ocaklarının işletilmesi, anıtsal piramitlerin ve tapınakların inşası, dikilitaşların yapımına olanak sağlayan ölçümleme ve inşaat teknikleri, taşkın sonrası kaybolan arazi sınırlarının tespitinde harita ve kadastro bilgisi, pratik ve etkili bir tıp bilgisi, sulama ve tarım teknikleri, bilinen ilk geminin yapımı, Mısır fayans ve cam tekniği, yeni yazı biçimleri (hiyeroglif) ve bilinen en eski barış antlaşması (Kadeş Antlaşması) gibi...

Mısır'ın Ölüler Kitabı, ölen kişinin öbür dünyadaki yolculuğu için bir rehberdi.

Antik Mısır, izole bir coğrafyada olduğu için kendi dinleri ne dışarıdan çok fazla etkilenmiştir, ne de dışarıdaki diğer dinleri çok fazla etkilemiştir. Eski Krallık döneminde, baş Tanrı olarak Güneş tanrısı "Ra" seçilmiştir. Orta Krallık döneminde Ra rahiplerinin güçlenmesiyle "Amon" baş Tanrı yapılıp Ra rahiplerinin gücü kırılmıştır. Yeni Krallık döneminde ise Amon ve Ra birleşerek Amon-Ra'yı oluşturmuştur. Ayrıca Amon rahiplerinin güçlenmesi üzerine, onların gücünü kırmak için Akhenaton, "Aten"i tek Tanrı olarak benimsemiştir; ama bu benimseme sadece Akhenaton Dönemi ile sınırlı kalmıştır. "Firavunlar" ise, Gök Tanrı Horus'un yeniden dünyaya gelişi olarak tanımlanmıştır. Amon rahiplerinin yine güçlenmesi üzerine Firavun II. Ramses, kendisi Tanrı olduğundan, kendisinin en iyi kararı vereceğini söylemiş ve Amon rahiplerinin gücünü kırmıştır.

Antik Mısır'da kediler ve hamam böcekleri gibi birtakım hayvanlar da Tanrı olarak sayılmıştır. Antik Yunan tarihçisi Herodot, Antik Mısır'da kedisi ölen birinin, kaşlarını, saçını ve -varsa- sakalını kazıtarak kedisinin yasını tuttuğunu yazmıştır.[3]

Gize'deki Mısır Piramitleri'nin en büyük üçü (Soldan sağa, aynı zamanda küçükten büyüğe: Mikerinos Piramidi, Kefren Piramidi ve Keops Piramidi)

Mısırlılar, ölümden sonrayı çok kafaya takmışlardı. Antik Mısır'da öldükten sonra batıya gidileceği inancı vardı. Bunun üzerine, Eski Krallık Dönemi'nden Orta Krallık Dönemi'ne kadar hüküm süren ve firavunların mezarları olarak tasarlanan birtakım piramitler inşa ettiler. ''Mısır Piramitleri'' olarak bilinen bu ünlü yapıların sayısı 118 ile 138 arasındadır. Bunların en büyüğü, Kahire yakınlarındaki Gize kentinde yer alan Keops Piramidi olup, bu yapı Dünyanın Yedi Harikası arasında günümüzde ayakta kalabilmeyi başaran tek yapıdır. Helenistik Dönem'de Mısır mitolojisi ve dini, Yunan mitolojisinin etkisinde kaldı.

Antik Mısır'ın dinler tarihindeki bir başka önemi ise, İbrahimî dinlerde bir din büyüğü ve peygamber olarak inanılan Yusuf'un hayatının çoğunluğunu geçirdiği bölge olmasındandır. Anlatılanlara göre, Orta Doğu'daki Kenan kentinde yaşayan ve Peygamber Yakup'un 12 oğlundan biri olan Yusuf, bir gün kıskançlık duyguları nedeniyle kardeşleri tarafından bir kuyuya bırakılır. Kardeşleri, babalarının yanına gidip Yusuf'un bir kurt tarafından parçalandığını söylerler. Yusuf kuyuda tek başına kalırken, birden yoldan geçmekte olan bir kervan tarafından kurtarılır ve köle olarak Mısır'a götürülür. Orada türlü zorluklar çektikten sonra Mısır'a sultan olur ve günün birinde kardeşleri ve babasıyla karşılaşır. Yusuf'un bu ünlü hikâyesine, İslam'ın kutsal kitabı olan Kur'an'ın Yusuf Suresi'nde ayrıntılı olarak yer verilir.

Musa
(Moşeh ben Amram)
Yahudiler tarafından en büyük peygamber olarak kabul edilen Musa'nın ne zaman doğup yaşadığı tam olarak bilinmiyor; ancak MÖ 1300, 1200 veya 1500'lü yıllarda yaşadığı tahmin ediliyor. Musa'nın adının İbranicedeki karşılığı "Moşeh" idir. Yahudi kitabı Tanah'taki anlatımlara göre İsrailoğulları'nın önderi ve kanun koyucusu olan Moşeh, Tanah'ın ilk beş kitabının birleşimi olan Tevrat'ın gökten indiricisi olarak atfedilir.

Tevrat'taki Çıkış Kitabı'na göre Firavun, İsrailoğulları'nın nüfusunu azaltmak için tüm yeni doğan İbrani erkek çocuklarının öldürülmesini emretti. Moşeh'in annesi Yohebed ise, onu gizlice sakladı.

İlerleyen yıllarda YHVH, İsrailoğulları ve Firavun arasında barış yapmak için Moşeh'i Mısır'a gönderdi. Mısır Belaları'ndan sonra Moşeh, halkını İsrailoğulları'nın Mısır'dan çıktıkları yerin ötesine götürdü. Ardından Moşeh'in On Emir'i aldığı Sina Dağı'na yerleştiler. Yaklaşık kırk yıl bu topraklarda yaşadıktan sonra Moşeh, Nebo Dağı'nda, Vadedilmiş Topraklar üzerinde öldü.

Varlığını sürdüren en eski dinlerden biri olan Yahudilik, Levant bölgesinde 3500 yıldan fazla bir süre önce gelişti. Yahudi milletinin tarihiyle yakından bağlantılıdır. Tanrı'nın Yahudi halkıyla antlaşması, inanışa göre Tanrı'nın İbrahim'e büyük bir soy ve bölge vadetmesiyle başladı. Tanrı, İbrahim'in ve onun soyundan gelenlerin kendisine itaat etmeleri ve antlaşmanın bir işareti olarak sünnet olmaları gerektiğini emretti. Bunun karşılığında da Tanrı onlara yol gösterecek, bir toprak verecek ve onları koruyacaktı. İbrahim, imanından ötürü bir oğulla, İshak'la ödüllendirildi. İshak'ın da bir oğlu oldu ve Tanah'ın anlattığına göre Yusuf'un babası olan Yakup doğdu. İbrahim, İshak ve Yakup peygamberler, hep birlikte "Babalar" olarak bilinir ve anılır.[4]

Yahudilik inancına göre Yahudilik, en büyük peygamber olarak kabul edilen Musa'ya Tanrı (YHVH) tarafından Sina Dağı'nda vahyedilen On Emir ile bildirilmiştir. Yahudilik inancı, o dönemde etrafta pagan dinleri doluyken nadir rastlanan bir tek tanrılı dindi. Hatta dünyanın en eski tek tanrılı dinlerindendir.

Yahudiliğin kutsal kitabı Tanah'tır. Hristiyanlar, Tanah'ı Kitâb-ı Mukaddes'in Yeni Ahit'ten önceki kısmı olarak "Eski Ahit" adıyla kutsal sayarlarken; Müslümanlar sadece Tanah'ın bünyesindeki Tevrat ve Zebur'u kutsal sayarlar, ancak onların değiştirildiğine de inanırlar.

Yahudi kutsal kitabı Tanah, Yakup'un ve evlatlarının Mısır'da nasıl köleleştirildiklerini ve daha sonra Tanrı'nın emriyle Musa tarafından nasıl kurtarıldığını anlatır. Musa, halkını İsrail Diyarı'na geri götürdü ve oraya tekrar yerleştiler. Daha sonra Tanrı, oraya Davud Peygamber'i kral olarak atadı. Onun torunlarından birinin Yahudi halkı için yeni bir çağ açmaya geleceği inancı da buradan kaynaklandı. Davud'un oğlu Süleyman, Kudüs'te Yahudi halkının İsrail Diyarı üzerindeki hakkını simgeleyen kalıcı bir tapınak (Süleyman Tapınağı) inşa etti. Ancak Yahudiler, iki kez ülkelerinden zorla çıkartıldı ve tapınakları yıkıldı: Birincisi, MÖ 6. yüzyılda Babiller tarafından; ikincisi de MS 1. yüzyılda Roma tarafından.[4]

Yabancı egemenliğinin bir sonucu olarak Yahudi halkı yaygın bir diaspora hâline geldi. Daha sonraki yıllarda bazı Yahudiler İspanya, Portekiz, Kuzey Afrika ve Orta Doğu'ya, bazıları da Orta Avrupa ve Doğu Avrupa'ya yerleşti. Bu coğrafi ayrılık, Yahudiliğin farklı gelişmesine ve farklı dinî geleneklerin oluşmasına yol açtı. Yahudi düşüncesinin altın çağı, 10. ve 12. yüzyıllar arasında İspanya'da Musa bin Meymun (İbn Meymun) gibi önemli filozoflar üretti. 20. yüzyılda Museviliği farklı kollara bölen bir diğer konu ise, kadınların statüsüydü. Yahudi kimliğinin sadece anne soyundan aktarıldığı kanısına varan öğretiye rağmen, kadınlar yakın zamana kadar dinî törenlerde aktif rol oynamadı.

Kudüs'ün Eski Şehir'inde bulunan Batı Duvarı (Ağlama Duvarı), Yahudilerin en kutsal mekanıdır.

Musevilik, birçok tek tanrılı dinde de kutsal sayılan bir dindir. Museviler (Yahudiler) antik çağlarda Antik İsrail gibi devletlerin resmî dini olmuştur. Roma İmparatorluğu döneminde imparatorları Tanrı olarak saymadıkları için birtakım katliamlara ve istilalara uğramışlar ve Avrupa’nın dört bir yanına dağıtılmışlardır. Orta Çağ'da hüküm sürmüş bir Türk devleti olan Hazar Kağanlığı, varlığını sürdürebilmek için Museviliği devletin resmî dini yapmıştır. Son olarak 20. yüzyılda, 1948'de kurulan İsrail Devleti'nin de resmî dini olmuştur. Günümüzde Museviliğin resmî din olduğu tek ülke İsrail'dir.

Bugün ne kadar Yahudi yaşadığını belirlemek zordur. Ancak, günümüzde dünya üzerinde yaklaşık olarak 14-15 milyon Yahudinin yaşadığı tahmin edilmektedir; bunların da çoğunluğu Kuzey Amerika ve İsrail'de yaşamaktadır.[4]

Hint Yarımadası Kökenli Dinler

[değiştir | kaynağı değiştir]
Hindu hacılar için banyo yeri (Kedar Ghat, Varanasi, Hindistan)

Hinduizm'in nasıl ve kim tarafından ortaya çıktığı tam olarak bilinmemektedir. Kökenleri Demir Çağı'na kadar götürülür; ama aslında daha çok Hindistan alt kıtasının yerli dinlerinin pek çoğunu kapsayan bir şemsiye terimdir. ''Hindu'' sözcüğü özünde "Hindistanlı" demektir ve halkın yerli dinleri, İslam gibi ülkeye dışarıdan sokulan dinlerden ve Caynacılık ile Budizm gibi diğer dinlerden ayrılır.

Kutsal kitapları Veda metinleridir. Vedalar, dinin teorik dayanağı (Brahmana) ve tarih, mitoloji, din ve felsefe gibi çeşitli konuları (Mahabharata ve Ramayana) işlemektedir. Reankarnasyon inancının bulunduğu Hinduizme göre, insan öldükten sonra günahları ve iyiliklerine göre yeni bir bedende tekrar dünyaya gelir. Bu dinde özellikle inekler kutsaldır ve dinde, sınıf farklılığı ve sosyal tabakalaşmanın bir formu olan kast sistemi vardır.

Hinduizm gelenekleri, önce Büyük İskender yönetimindeki Yunanların, sonra Hristiyanların etkilerine uyum sağlamış; en sonunda da İslam'ın Hindistan'a gelmesi ile İslam'ın etkisinde kalmıştır.

Hinduizm inancı, özellikle Hindistan, Nepal ve Bangladeş'te yaygındır. Günümüzde yaklaşık 1.1 milyar takipçisi ile Hristiyanlık ve İslam'ın ardından üçüncü sırada yer almaktadır.

Siddhartha Gautama Buda
Hindistan'ın kuzeydoğusunda, MÖ 563 civarında Şakya kabilesinin liderinin oğlu olarak dünyaya gelen Siddhartha, rahat bir ortamda büyüdü ve iyi bir eğitim aldı. 16 yaşında evlendi ve bir oğlu oldu. Sarayda zenginlik ve gösteriş içinde hayatını sürdüren Siddhartha, 29 yaşına geldiğinde bu yaşamından hoşnutsuzluk duymaya başladı ve bir gece ansızın evini ve ailesini terk etti.

Siddhartha, yıllarını dindar bir çileci olarak geçirdi. "Aydınlanma" olarak tarif ettiği bir deneyimden sonra gezgin bir öğretmen oldu ve "Buda" adını aldı. Kısa sürede, özellikle İndus-Ganj ovaları çevresinde çok sayıda taraftar topladı.

Buda, keşiş ve rahibe toplulukları kurdu. Taraftarlarının sayıları giderek arttı. Ayrıca civardaki hükümdarlarla ve diğer inançların öğretmenleriyle tartışmalara da girdi. Yaklaşık 80 yaşında öldüğünde, kurduğu Budizm, önemli bir dinî hareket hâline gelmişti.

MÖ 6. yüzyılda Siddhartha Gautama Buda tarafından kurulan Budizm, ilk önce Hindistan'da ortaya çıkmış ve daha sonra zaman içerisinde Güneydoğu ve Doğu Asya coğrafyasına yayılmıştır. Farklı bakış açılarına göre din veya felsefe olarak tanımlanan Budizmin asıl hedefi, hayattaki acı, ıstırap ve tatminsizliğin kaynaklarını açıklamak ve bunları gidermenin yollarını göstermektir. Budizmde öğretilerin ana çatısını meditasyon gibi içe bakış yöntemleri, reenkarnasyon denilen doğum-ölüm döngüsünün tekrarı ve karma denilen neden-sonuç zinciri gibi kavramlar oluşturmaktadır.

Budizm, Sanskritçe ve Pali dillerindeki eski Budist metinlerinde ''uyanmış kişi ve farkında olan'' anlamına gelen ''Buddha'' kelimesinden türetilmiştir. Siddhartha Buda'nın hayattaki acıların kaynağını açıklamak amacıyla yaptığı uzun çalışmalar sonucunda, ıstırabı sona erdirecek bir manevî anlayışa ulaştığı ve bunun sonucunda Budalık'a eriştiği kabul edilir.

Budizm, açıkça bir tanrıyı ya da tanrıları gerektirmediğinden dolayı, bazılarınca bir din değil, daha çok felsefi bir sistem olarak görülür. Kurucusu Gautama Buda, düşünceleriyle ilgisiz olduğu için tanrıların varlığını ne onayladı, ne de inkâr etti; ama o günden bugüne Budizmin bazı kolları, pratiklerinin merkezinde tanrılar yer almasa bile daha fazla tanrıcılıkla ilgili oldu.

Çileci Siddhartha ve beş yoldaşı (Bir Laos tapınağından duvar resmi)

Budizm, Siddhartha Gautama'nın ölümünden sonra (MÖ 400'ler) 500 sene boyunca Hint Yarımadası'nda, daha sonra Asya ve dünyanın geri kalanında yayılmaya başlamıştır. Hindistan anakarasında zamanla etkisini yitiren Budizm, 20. yüzyılın ikinci yarısından beri gerilemekte olsa da, Güneydoğu Asya ve Uzak Doğu kültüründe etkisini günümüze kadar devam ettirmiştir ve birçok taraftar da toplamıştır.

Budizm, esasında Buda'nın oluşturduğu bir felsefe olup amacı uyanışa ermektir. Buda, acıları anlamak için yola çıkıp ustalardan ders almış, en sonunda ise aydınlanmanın denge ile olacağına karar vermiştir. Buda, öğretilerini herhangi mistik bir öğeye (vahiy) veya varlığa (melek) değil, uzun bir deneyim-düşünce döneminden sonra ulaştığı sonuçlara dayandırdı. Ayrıca kendisi, inancı için civardaki hükümdarlarla ve diğer ruhani öğretmenlerle tartışmalara da girdi.

Budizm, sonraları İpek Yolu aracılığıyla yayılmıştır. Bir Türk devleti olan Uygurlar tarafından benimsenmiş ve yapılan seferler sonucunda Çin’e yayılmıştır. Japonlar ise Budizm'i Çin aracılığıyla öğrenmiştir.

Budizm, günümüzde 500 milyondan fazla takipçisiyle dünyanın en kalabalık dördüncü dinidir.

Sihizm dininin kurucusu olan Guru Nanak'ı tasvir eden bir görsel

Sihizm, Guru Nanak tarafından oluşturulan tek tanrılı bir dindir. 15. yüzyılın sonlarında Hint Yarımadası'nın Pencap bölgesinde ortaya çıkmıştır. Kutsal kitapları ''Guru Granth Sahib''dir.

Sihizm, kurucusu Guru Nanak'ın (1469-1539) ve onun yerine geçen diğer dokuz Sih gurusunun ruhani öğretileriyle gelişmiştir. Onuncu guru Gobind Singh (1676-1708), Sih kutsal kitabı Guru Granth Sahib'i halefi tayin ederek bu kutsal kitabı Sihler için ebedi ve ruhani rehber olarak belirlemiştir. Kurucusu Guru Nanak, "doğruluk, sadakat, özdenetim ve saflık" içeren "aktif, yaratıcı ve pratik bir yaşam" sürdürmenin metafizik gerçeğin çok ötesinde olduğunu ve ideal insanın "tanrı ile birlik kurduğunu, tanrının iradesini bildiğini ve bu iradeyi gerçekleştirdiğini" öğretmiştir. Sihizm, takipçilerine "Beş Hırsız"ı, yani şehvet, öfke, açgözlülük, bağlılık ve egoyu değiştirmeyi öğretir.

Sihizm, dinsel baskıların olduğu bir dönemde gelişti, yayıldı ve hem Hinduizm hem de İslam dinlerinden gelenleri kabul etti. 16. yüzyılda Hindistan'da kurulan Müslüman Babür İmparatorluğu hükümdarları, İslam'a geçmeyi reddeden Sih gurularından ikisine -Guru Arjan (1563-1605) ve Guru Tegh Bahadur (1621-1675)- işkence edip idam ettiler.[5] Sih inancına mensup kişilere karşı yapılan bu tür yaklaşımlar, vicdan ve din özgürlüğünü koruma emri olarak 1699'da Guru Gobind Singh tarafından "Khalsa"nın kurulmasını tetikledi.

Günümüz itibarıyla dünyada Sihizm dininin taraftar sayısının yaklaşık 25 milyon olduğu tahmin edilmektedir.

Mezoamerikan Dinleri

[değiştir | kaynağı değiştir]
Mayalar tarafından inşa edilen Chichén Itzá (İtza Piramidi), Meksika

Mezoamerikan inançları çok tanrılı dinlerdi. Dinî törenleri genellikle kanlı olurdu. Örneğin Meksika'da hüküm süren Aztekler, törenlerinde Tanrıları yatıştırmak için kurban törenleri gerçekleştirerek Tanrıları memnun ettiklerine inanırlardı.

Aztek medeniyetinin sonu, inançlarından dolayı olmuştur. Aztek kralı Muntezama, Cortez adındaki bir İspanyolun mitlerinde geçen ve barış getirecek Tanrı olduğunu iddia etti ama tam tersine ölüm getirdi.

Meksika ve Orta Amerika civarında yaşayan bir diğer Mezoamerikan uygarlığı olan Mayalar ise, günümüzdeki futbolun ilkel bir versiyonunu oynayarak, kazanan takımı ödül olarak öldürürlerdi. Ayrıca Mayaların inançlarının takvim döngüleri olurdu. Bu döngüler bitince bir Tanrının yeryüzüne geldiğine inanırlardı. Günümüzde Meksika'da yer alan İtza Piramidi, Maya Uygarlığı'ndan kalmış olan en eski tarihî ve dinî yapılardan biridir.

1450'li yıllarda İnkalar tarafından inşa edilen Machu Picchu (Cuzco, Peru)

1438-1533 yılları arasında Güney Amerika'daki And Dağları üzerinde varlıklarını sürdüren İnka medeniyeti de, diğer Mezoamerikan uygarlıklardan farklı olmayarak çok tanrılı bir dine sahipti. Yaratıcı konumunda bir Tanrı ve onun yarattığı birçok başka Tanrı vardı. Toprak, deniz, Güneş ve Ay'ı temsil eden tanrılar da vardı.

İnkalar, altının güneşten gelen bir çeşit şekerleme olduğunu düşünürlerdi.[6] Altın, ancak çeşitli kutular, mücevherler gibi törensel eşyalar ya da süslü mezar taşları veya tapınaklar yapmak amacıyla kullanıldığında bir değere sahipti.[6] Dinî törenler ve kutlamaların büyük çoğunluğu ekim ve hasat dönemlerinde yapılırdı.[6] Tanrılara hayvan, hatta insan kurban eden İnkalar, bu kutsal törenleri depremler, savaşlar ya da imparatorlarının ölümleri gibi toplumu sarsan büyük olaylardan sonra yaparlardı.

Uzak Doğu Dinleri

[değiştir | kaynağı değiştir]
Japonya'nın Nagasaki kentinde bulunan bir Konfüçyüs tapınağı

Taoizm ve Konfüçyüsçülük, Çin kökenli dinlerdir. Bu iki din de Zhou Hanedanlığı (MÖ 1046 – MÖ 256) döneminde çıkmıştır. Taoizm inancı sonraları Japonları etkilemiştir.

Konfüçyüsçülük, eski bir Çin ahlâkı ve Çin felsefesi sistemi olup, ünlü Çinli bilgin ve filozof Konfüçyüs'ün öğretilerinden yola çıkarak gelişmiştir. Ağırlığı, insan ahlâklı ve iyi amellerdedir. Konfüçyüsçülük ahlâk, sosyal, politik, felsefî ve dini düşüncelerden oluşan karmaşık bir sistem olup, tarih boyunca Doğu Asya'nın kültürü ve tarihi üzerinde önemli etkisi olmuştur. Çin kökenli diğer dinlere göre ise, imparatorlar gökler tarafından seçilirdi. Bu dine mensup olanlar reenkarnasyona inanırlardı.

Japonya kökenli bir din olan Şintoizm, animizime benzer. Şintoizm dini, doğaya saygıyı emreder ve her şeyin ruhu olduğuna inanır. Baş Tanrısı Amaterasu'dur. II. Dünya Savaşı sırasında (1939-45) milliyetçiliğin artması ile birlikte Japonya'da Şintoizm'e inanan sayısı arttı. Sonrasında ise düşüş yaşadı; ama buna rağmen Şintoizm, günümüzde en çok inanılan onuncu dindir.

Eski Avrupa Dinleri

[değiştir | kaynağı değiştir]

Keltler Medeniyeti, Avrupa'nın çoğunu kaplıyorlardı ve kendileri ile birlikte dinleri de yayılıyordu. Keltlerin dini inançları hakkında pek fazla bir bilgi yoktur. Çünkü uzun süre boyunca yazıyı kullanmayıp bilgilerini ve kültürlerini sözlü bir şekilde aktarmışlardır. Dinleri ile ilgili yazılı kaynakları, Roma gibi diğer medeniyetler tutmuştur. Avrupa'nın kuzeyinde ise Cermen dinleri yaygındı.

MÖ 5. yüzyılda Atina Akropolisi'nde inşa edilen Athena Tapınağı (Partenon), Yunanistan

Eski Yunan kültüründe çok tanrılı bir inanış vardı. Her önemli doğa öğesi ve insan duyguları ile ilgili tanrılar vardı. Tanrıların tanrısı Zeus, dünyayı ve gökleri yönetir, ondan sonra kardeşleri Hades ve Poseidon gelirdi. Antik Yunanların inanışlarına göre Zeus, önceleri Tanrıların tanrısı değildi; babası Kronos'u devirdi ve hâkimiyeti eline aldı. Fakat Zeus gibi babası Kronos da asıl tanrı değildi ve o da gerçek tanrı olan Uranos ve karısı Gaia'yı devirip iş başına geçmişti. Zeus'un kardeşlerinden olan Hades, ölülerin dünyası olduğu kabul edilen yer altı dünyasını, Poseidon ise Yunanların yaşamlarında hayatî öneme sahip olan denizlerin tanrısıydı.

Antik Yunan'dan kalma, üzerinde koşan atletleri tasvir eden bir Yunan vazosu.

Zeus ve kardeşlerinin Olimpos Dağı'nda yaşadıklarına inanılırdı. Yunanlar, tanrılarını mutlu etmek için veya onlara armağan sunmak için düzenli olarak olimpiyat oyunları düzenlerlerdi. Bu oyunlar, tanrıların yaşıyor olduğuna inanılan Olimpos Dağı'nda düzenlenirdi ve adını da bu dağda düzenlenmesinden ötürü alırdı.[7]

Yunan mitolojisine göre Zeus'un Hera adında bir karısı vardı. Zeus'un bazı çocukları Hephaistos, Apollon, Artemis, Athena, Ares, Dionysos ve Hermes idi. Tüm bu tanrıların insanlar gibi yaşadığına, âşık olduğuna, evlendiğine, kıskançlığa kapıldığına, kavga ettiklerine, üzüldüklerine, sevindiklerine, ara bozduklarına ve ölümsüz olduklarına inanılırdı. Ayrıca Yunanlar birtakım mağaraların, tanrılarının tapınakları olduğuna inanırlardı. Bundan dolayı Korint ve Delfi'de rahip ve rahibeler, tanrılar adına kâhinlik yapardı.

MÖ 4. yüzyılda, Antik Yunanistan bölgesinde Makedonya kralı Büyük İskender'in fetihlerinin (MÖ 336-323) ardından çıkan Helenizm Hareketi, Yunan şehirlerinin resmî dini oldu. Sonraki dönemlerde Helenizm, Roma devletinin resmî dini olup değişime uğradı. Roma sayesinde Helenizm çok geniş bir coğrafyaya yayıldı.

Nasıralı İsa
(Yeşua HaNotzri[8])
Türkçe literatürde İslam etkisi nedeniyle yaygın olarak İsa adıyla anılan Yeşua, yaklaşık 4 yılında, günümüzde Filistin bölgesi sınırlarında yer alan, ancak o dönemde Roma İmparatorluğu'nun Yahudiye eyaleti sınırları içerisinde bulunan Beytüllahim şehrinde, annesi Meryem'in bakire olduğuna ilişkin iddia edilen bir mucizeyle doğdu. Yeşua'nın doğum yeri Beytüllahim olarak kabul edilmekle birlikte, küçüklüğünden beri oraya yerleştiği için memleketi sıklıkla Nasıra olarak geçer. Bu yüzden Hristiyan kaynaklarda Yeşua, "Nasıralı Yeşua/Nasıralı İsa" olarak da anılır. Ayrıca Hristiyanlık dini, "Nasranilik" olarak da adlandırılır.

Yeşua'nın erken yaşamıyla ilgili fazla bir şey bilinmemektedir. Yahudi bir ailede doğmuş ve çok büyük olasılıkla Yahudi kutsal yazıları ve dini konusunda eğitim görmüştür. Yeni Ahit'e göre babasının (Yusuf) mesleğini sürdürüp marangozluk yapmış ve Nasıra'da yaşayıp çalışmıştır.

Yeşua yaklaşık 30 yaşındayken, Tanrı'nın mesajını ilan ederek bölgede vaaz verme ve şifa dağıtma hizmetine başladı. İncillere göre, çekici ve şaşırtıcı mucizeleriyle büyük kalabalıkları etrafında topladı; ancak 12 takipçisine ya da havarisine özel ilgi gösterdi. Çok geçmeden Tanrı'yla ilgili mesajı, yetkililerin engeliyle karşılaştı. Havarilerinden biri olan Yahuda'nın ihanetine uğradı ve Roma askerleri tarafından tutuklanıp uydurma suçlamalarla ölüme mahkum edildi. Hristiyanlar, Yeşua'nın çarmıha gerilip ardından dirildiğine inanırlar.

Hristiyanlık, Roma İmparatorluğu'nun Yahudiye eyaletinde, 1. yüzyıl Helenistik Yahudilik coğrafyasında, İkinci Tapınak dönemi sırasında bir Yahudi mezhebi olarak başladı. İnancın merkezi figürü olan ve Yahudi bir aileden gelen Yeşua'nın ilk takipçileri, apokaliptik Hristiyan Yahudilerdi.[9][10][11][12] Yeşua yaklaşık MS 30 civarında, Yahudiye eyaletinde halka vaaz vermeye ve hizmet etmeye başladı. Yeşua, Hristiyanlığa göre beklenen Mesih ve Üçlü Birlik (teslis) inancının ikinci kişisi olan Oğul Tanrı'nın beden almış hâli; Yahudilere göre bir büyücü ve sahte Mesih; Maniheizm'e göre Zerdüşt, Gotama Buda ve son peygamber Mani ile beraber inancın dört peygamberinden biri ve Mesih; Dürzîliğe göre önemli bir peygamber ve Mesih; İslam'a göre azim sahibi peygamberlerden biri ve Mesih (İsa olarak anılır); Bahâîliğe göre Tanrı'nın bir tezahürü ve Mesih; tarihçilere göre ise bir filozof ve din adamıdır.

"Hristiyanlık", adını ''mesih'' ya da ''meshedilmiş kişi'' anlamına gelen İbranice sözcüğün Yunanca çevirisi olan khristos sözcüğünden almıştır. Khristos (mesih) olarak adlandırılan Yeşua'ya inananlara, ilk olarak Antakya'da[13] Hristiyan (Χριστιανός, Khristianos) denmeye başlanmıştır.[14]

Hristiyanlık inancına göre yaklaşık 30 yaşındayken Filistin ve İsrail bölgesinde Tanrı'nın mesajını ilan etmeye başlayan Yeşua, özellikle şifa hizmetinde bulunma, doğayı kontrol etme ve ölüleri diriltme gibi mucizelerle çok sayıda taraftar topladı. Ancak Yeşua'nın kendisinin Tanrı olduğunu ileri sürmesini küfür sayan[15] dönemin Yahudi din bilginleri, ihbarcı havari Yahuda'yı kullanarak Yeşua'yı tutuklattılar ve Yahudiye eyaleti valisi Pontius Pilatus'a yargılattılar.

Hristiyanlar, Yeşua'nın yeryüzüne gelişinin, Tanrı ile Yahudiler arasında yapılan Eski Antlaşma'dan sonra Tanrı ile bütün insanlık arasında yapılan Yeni Antlaşma'yı müjdelediğine inanırlar. Hristiyanlar, Yeşua'nın çarmıha gerilmesi, dirilmesi ve göğe yükselmesine büyük önem verirler. İnanca göre Yeşua acı çekti, öldü ve gömüldü; sonra dirildi ve Baba Tanrı'yla birlikte hüküm sürmek üzere göğe yükseldi. Yeşua'dan sonra elçileri, Yeni Antlaşma kanonunu tamamlayacak metinleri kaleme aldı.

Sanatta Yeşua'nın betimlenişi kültürel ortamlardan etkilenmiştir.

Yeşua'nın ölümünün ardından, onun inancının daha çok yayılması için en çok çabalayanlardan biri de Elçi Pavlus idi. Pavlus, önceden dindar bir Yahudi din adamıydı ve başlangıçta Yeşua'ya ve onun bildirdiği inanca düşmandı. Bu dönemde de "Tarsuslu Saul" olarak anılıyordu. Bir gün Saul ve onunla birlikte yolculuk edenlerin Şam yolunda giderken Yeşua'nın "Saul, Saul, neden bana zulmediyorsun?"[16] sesini işittiklerine ve bu olaydan sonra Saul'un Yeşua'ya iman ederek yeni inancı Yahudi topraklarının dışına ve Yahudi olmayan uluslara da yayma görevini yüklendiğine inanılır. Yeşua'nın, kendi döneminde sadece Yahudilere vaaz vermesine karşın Pavlus, misyonerlik girişimleri sonucu Hristiyanlığı Yahudi topraklarının dışına, Roma İmparatorluğu'nun diğer topraklarına yaydı.[17] Bu yüzden tarihçiler arasında Havariler Çağı'nın en önemli figürlerinden biri olarak kabul edilir.[18][19] Hristiyanlığın Yeşua'dan çok kısa süre sonraki yayılış öyküsü Kutsal Kitap'taki Elçilerin İşleri kitabında anlatılır.

Birinci İznik Konsili'ni gösteren bir ikon

İlk Hristiyanlar, hem Yahudi yetkililerinin hem de Roma İmparatorluğu'nun çeşitli zulmüne ve zorbalığına uğradılar ve birçoğu öldürüldü. Yine de inanç, ilk kilisenin liderliği altında varlığını sürdürdü. Daha sonraki yüzyıllarda Roma liderleri, Hristiyanlığa gitgide hoşgörülü davranmaya başladılar. Önce 313'te Roma İmparatorluğu'nda Milano Fermanı ilan edildi ve Hristiyanlık serbest bırakıldı; ardından 325 yılında, evrensel bir Hristiyan amentüsünün kabul edildiği Nikaia (İznik) Konsili gerçekleşti. 380 yılında da Hristiyanlık, Roma İmparatorluğu'nun resmî dini olarak kabul edildi.

Bu sıralarda gerçekleşen Kavimler Göçü (y. 375) ile birlikte Cermen kavmi Avrupa'nın dört bir yanına yayıldı. Cermen halkları, daha sonraları Hristiyanlığı benimsedi. Bu da Hristiyanlığın Avrupa'da iyice yaygınlaşmasına ve yeni dini benimseyen birçok farklı etnik halkın ortaya çıkmasına neden oldu.

Roma İmparatorluğu'nun gerilemesi ve çöküşünden sonra Avrupa'da iktidar, havarilerin ve ilk din adamlarının doğal ardılları sayılan papalara geçti. 1054 yılında, Kilise içerisinde papalığın otoritesi konusunda bir ayrılık yaşandı. Hristiyan tarihinde "Büyük Bölünme" denilen bu olay sonucunda Hristiyanlık, Katolik Kilisesi ve Doğu Ortodoks Kilisesi olarak ikiye ayrıldı.

Katolik Hristiyanlar, 1099'da kutsal kent Yeruşalim'i (Kudüs) ele geçirip I. Haçlı Seferi'ni başarıyla sonlandırdılar.

Hristiyanlık, 7. yüzyılda İslam dininin doğuşu ve 8. yüzyılda da İslam'ın yayılışında Müslümanların rekabetiyle karşılaştı. 11, 12 ve 13. yüzyıllarda kutsal kent sayılan Yeruşalim'i (Kudüs) Müslümanlardan almak için bir dizi Haçlı Seferi düzenlendi. 1096 yılında başlayan bu seferlerin ilki, Katolik Hristiyanların 1099'da Yeruşalim'i ele geçirip şehri savunan Yahudileri ve Müslümanları kılıçtan geçirmesiyle sonuçlandı. Katolik Kilisesi, Avrupa'da nüfuzunu korumayı başardı ve dogmaları Orta Çağ boyunca kültüre ve bilgiye egemen oldu. Felsefi ve bilimsel düşünceler çoğu kez Avrupa'da sapkınlık olarak görüldü. 1274 yılında Thomas Aquinas, Aristotelesçi akıl yürütmeyi Hristiyan teolojiye uyguladı; fakat bu sebeple mahkûm edildi ve yakılarak öldürüldü.

Vatikan'da bulunan ve Hristiyanlığın en büyük kilisesi olan Aziz Petrus Bazilikası

1453 yılında Osmanlı Türklerinin Konstantinopolis'i ele geçirip yaklaşık 11 asırlık Bizans İmparatorluğu'na son vermesiyle birlikte Doğu Ortodoks Kilisesi, Osmanlı himayesine girdi. 1517 yılında Martin Luther, 95 Tez'i yayımladı ve Protestanlık reformunun tetiğini çekti. Protestanlık, giderek Kuzey Avrupa'da gelişmeye başladı ve yeni Hristiyan mezheplerinin de yolunu açtı. İlerleyen yıllarda Avrupa'da Coğrafi Keşifler, Aydınlanma Çağı ve Rönesans gibi olayların yaşanması, kilisenin etkisini azalttı. Özellikle Coğrafi Keşifler ile birlikte yeni kıtaların (Amerika), okyanusların, denizaşırı toprak parçalarının keşfedilmesi ve buralarda yaşanan sömürgecilik ve misyonerlik hareketleri sonucunda Hristiyanlık geniş alanlara yayıldı.

Hristiyanlık, günümüzde 2,4 milyarı aşan takipçisiyle dünyanın en kalabalık dinidir. Hristiyanların yarısından fazlası Katolik, kabaca üçte biri Protestan, geri kalanlar da Ortodoks'tur. Hristiyanların çoğu Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avrupa, Orta ve Güney Afrika ve Okyanusya'da yaşamaktadır.

Muhammed
(Muhammed bin Abdullah)
570 civarında Arabistan'ın Mekke şehrinde doğan Muhammed, doğmadan önce babasını ve altı yaşındayken de annesini kaybedince, amcası Ebu Talib tarafından büyütüldü. Çobanlık ve yoğun olarak ticaretle uğraştı. Akıllı ve güvenilir olmakla ünlendi. 25 yaşında, Mekke'nin zengin ve dul bir kadını olan Hatice ile evlendi. 40 yaşında, Hira Mağarası'nda tefekkür hâlinde iken, melek Cebrail kendisine görülerek kutsal kitap Kur'an'ı oluşturacak vahiylerin ilkini ona iletti.

İlk başta kendisine inanan çok az sayıda kişi bulan Muhammed, kimi Mekkeli kabilenin düşmanlıklarıyla ve eziyetleriyle karşılaştı. Bu nedenle 622 yılında, kendisine inananlarla birlikte topluca Medine'ye göç etti.

Medine'ye geldiğinde "Medine Sözleşmesi" adlı anayasayı ilan eden ve bir devlet sistemi oluşturan Muhammed, İslam'ı buradan yaymaya devam etti. Kısa bir sürenin ardından Müslüman orduları kurarak aralıklarla Mekkeli kabilelerle savaştı ve bu savaşlar, Muhammed'in 630'ta büyük bir Müslüman ordusunun başında kansız bir şekilde Mekke'yi fethetmesiyle sonuçlandı. Ayrıca o dönemde, bilinen dünyanın tüm büyük devletlerine elçiler aracılığıyla mektuplar gönderdi.

Muhammed'in peygamberliği 22 yıl sürdü. 632'de Medine'de öldü. Kendisi öldüğünde, bilinen dünyanın neredeyse tamamı onun adını duymuş ve Arap Yarımadası'nın da neredeyse tamamı Müslüman olmuştu.

Müslümanlar, 7. yüzyılda kurulan İslam'a yine de kadim bir inanç gözüyle bakarlar. Müslümanlara göre İslam, Âdem'den başlayıp çeşitli peygamberler ve elçiler aracılığıyla süregelen evrensel bir dindir. Yahudilik ve Hristiyanlık ile birlikte İbrahimî bir dindir ve Âdem, Nuh, İbrahim, Musa ve çarmıha gerilmemiş bir elçi olarak İsa'yı kabul eder. Müslümanlar, Kur'an'daki vahiyleri alan ve bugün bilinen şekliyle İslam dinini kuran Muhammed'in bu silsilede son peygamber olduğuna inanır. İslam, güçlü bir biçimde tektanrıcı bir dindir; eşsiz bir Tanrı'nın (Allah) tekliğini, kudretini, merhametini ve insanların ona hizmet etme görevini vurgular.

İslam'ın yükselişi, Avrasya tarihinde kökten bir değişim ve dönüşüme neden oldu. Ortaya çıkışından sonra bu din, 100 yıldan biraz daha uzun bir süre içinde[20] bir imparatorluk ve dünya üzerinde daha önce hiç görülmemiş ölçekte bir sosyal ve kültürel birlik oluşturdu. Dünya tarihinde başka hiçbir din, bu kadar uzağa bu kadar çabuk yayılmadı.[20]

İslam inancına göre, MS 610 civarında Arabistan'ın Mekke kenti yakınlarındaki Hira Mağarası'nda tefekkür hâlinde olan Muhammed'e Cebrail meleği aracılığıyla ilk vahiy gönderildi. İlk üç sene boyunca sadece ailesini ve akrabalarını uyaran Muhammed, inen bazı ayetlerden sonra insanları apaçık ve toplu bir şekilde İslam'a davet etmeye başladı. Bu süreçte, başta bazı akrabaları ve yakınları olmak üzere birçok Mekkeli kavmin düşmanlıklarına ve eziyetlerine maruz kaldı. Fakat bunun yanı sıra, memleketi Mekke'de birçok Yahudi, Hristiyan ve çoktanrıcılar mesajına inandı. Mekkelilerin bu şiddetli muhalif tutumu karşısında Muhammed, 615 yılında bazı Müslümanları Habeşistan'daki Aksum Krallığı'na gönderdi. Yapılan eziyetlerin dozu iyice artınca da, kendisine inananlarla birlikte topluca Medine'ye göç etti. ''Hicret'' olarak anılan bu olay, İslam tarihinin dönüm noktası olmuştur. Çünkü bu sayede Muhammed Medine'de hiçbir baskı altında bulunmayarak İslam'ı hızlı bir şekilde yaymaya devam etmiştir.

Medine'de otoritesini iyice sağlamlaştıran Muhammed, Müslüman orduları kurarak aralıklarla Mekkeli paganlarla savaştı ve çoğunlukla onlara galip geldi. Muhammed, döneminde Bizans, Sasani, Mısır, Habeşistan ve Çin başta olmak üzere birçok büyük devletin hükümdarlarına elçiler aracılığıyla İslam'a davet mektupları gönderdi[21] ve bu şekilde adının geniş bir kesimde duyulmasını sağladı. 630 yılında, büyük bir Müslüman ordusunun başında çok az kan dökerek Mekke'yi ele geçirdi ve Kâbe'yi putlardan temizledi. Fetih, Arap Yarımadası'nda İslam'ın yayılışını daha da hızlandırdı.

Muhammed 632'de, Veda Haccı'nı tamamladıktan ve Arafat Dağı'nda Müslümanlara Veda Hutbesi ile son kez seslendikten birkaç ay sonra hastalandı ve Medine'de öldü. Ölümünden önce Arap Yarımadası'nın büyük bir kısmının İslam'ı benimseme süreci tamamlanmıştı.

Muhammed'in ölümünden sonra, seçim ile halifelerin seçildiği dönem olan ''Dört Halife Dönemi'' başladı. Ebû Bekir döneminde (632-34) Kur'an kitaplaştırıldı. Ömer bin Hattab döneminde (634-44) Bizans İmparatorluğu ile yapılan Yermük, Halep, Ecnadeyn, Dathin, Demirköprü, Firaz ve Karyeteyn muharebeleri ile Mısır, Suriye, Lübnan ve Filistin; Sasani İmparatorluğu ile yapılan Köprü, Nihavend ve Kadisiye muharebeleri ile de Irak ile İran coğrafyası fethedildi ve 224'ten beri İran topraklarında hüküm süren son Pers devleti Sasani İmparatorluğu, Müslümanların askerî saldırılarına dayanamayarak 651'de yıkıldı. Müslüman Arapların eşi benzeri görülmemiş bu fetih dalgaları, bir İslam İmparatorluğu'nun oluşumunu sağladı. Halife Osman (644-56) döneminde Kur'an çoğaltıldı. Halife Ali döneminde ise (656-61) İslam Devleti karışıklıklar yaşadı. Muâviye, halifelik iddiasında bulundu ve bunun sonucunda iç savaşlar çıktı. Ali'nin Hâricîler tarafından suikaste uğrayıp öldürülmesinden sonra Muâviye halife olup Emevî Hanedanlığı'nı kurdu.

622-750 yılları arasında İslam coğrafyasının yayılışını gösteren bir harita. Kahverengi alanlar Muhammed (622-632) döneminde, turuncu alanlar Dört Halife (632-661) döneminde, sarı alanlar ise Emeviler (661-750) döneminde alınmıştır.

Emevîler döneminde İslam, Çin’den İber Yarımadası'na kadar yayıldı. Abbâsî Hanedanlığı'nın isyanı ile Emeviler yıkılıp halifelik Abbasilerin eline geçti. Abbasi devriminden kurtulup kaçan bazı kişiler, İspanya civarına gidip orada Endülüs Emevî Devleti'ni kurdular.

Abbâsîler döneminde, 8. yüzyılın ortalarında başkent Bağdat'ta Beyt'ül Hikmet (Bilgelik Evi) adında büyük bir bilim merkezinin kurulması ile "İslam’ın Altın Çağı" adı verilen dönem başladı. Bu çağda, Hindistan'dan Endülüs'e kadarki geniş coğrafyada bilimsel çalışmalar yapılmakla birlikte, bilim, teknoloji, tıp, felsefe, teoloji, sanat, matematik, geometri, kimya, astronomi, İslam hukuku gibi geniş yelpazede çalışmalar da yapılıyordu.

Kısa bir sürede İslam İmparatorluğu, Hristiyan Avrupa'dan daha geniş bir alana yayıldı ve bununla birlikte, bilimsel düşünceleri dogmalarına karşı bir tehdit olarak gören Hristiyanlığın aksine, İslam kendi teolojisi ile felsefe ve bilim dalları arasında bir uyuşmazlık görmedi. Bilakis Abbasi halifeleri, Kur'an'da ve hadislerde okumakla ve ilimle ilgili geçen birtakım ifadelerden yola çıkarak, bu alanlara da önem vermeye başladılar. Bu dönemde, başta Antik Yunan olmak üzere geçmiş uygarlıkların ve filozofların ürettiği bilgi ve düşünceler, tercümelerle İslam dünyasına ve Endülüs kanalıyla Avrupa'ya aktarıldı. Bağdat ve Şam gibi kentler, bilimsel araştırma ve öğrenim merkezleri hâline geldi. Bunun yanı sıra, İslamî sanat ve edebiyat da gelişti.

11. yüzyıl dolaylarından kalma, Birûnî tarafından yapılmış olan ve Ay'ın farklı evrelerini gösteren bir çizim.

11. yüzyılın sonlarına doğru İran topraklarında hüküm süren Müslüman Selçuklu İmparatorluğu döneminde, vezir Nizâmülmülk tarafından Şam, Bağdat, Nişabur, İsfahan ve Belh gibi önemli Fars ve Müslüman kentlerinde Nizamiye Medreseleri'nin açılmasıyla birlikte bilim ve eğitim yine hız kazandı. Bu medreselerde esas olarak din, hukuk ve dil eğitimi verilmiş olsa da, felsefe ve bilim gibi değişik alanlarda da öğretim olmuştur.

1096'da başlayan Haçlı Seferleri'nin ilki, Katolik Hristiyanların 1099'da Müslümanların elindeki kutsal Kudüs'ü ele geçirmesiyle sonuçlandı. Bu olaydan sonra, Müslümanların 12. yüzyılın ortalarında yaptığı bazı girişimler başarısız oldu. 1187 yılına gelindiğinde ise Müslüman Kürt komutan Selahaddin Eyyubi, Kudüs'ü 88 yıl aranın ardından Haçlılardan geri aldı ve bu olay üzerine Üçüncü Haçlı Seferi düzenlendi. Ancak başarılı olunamadı ve şehir Müslümanların hakimiyetinde kaldı.

Hıttin Muharebesi sonrası Selahaddin Eyyubi ve esir Kudüs Kralı Lüzinyanlı Guy (1187)

13. yüzyılın başında, Orta Asya'da Cengiz Han'ın önderliğinde başlayan Moğol istilaları sonucunda birçok Müslüman şehir zarar gördü. Pekin, Buhara, Semerkant, Merv, Belh, Rey, Nişabur gibi ünlü kentler yerle bir oldu, neredeyse tüm nüfusları yok edildi. Moğolların ikinci büyük akınları ise Hülâgû Han döneminde gerçekleşti. Bu, önceki istilalardan daha az kanlı olsa da daha geniş bir istilaydı. 1258 yılında Moğol İlhanlı Devleti'nin Bağdat Seferi ile birlikte İslam'ın en önemli şehirlerinden biri olan Bağdat, Moğol orduları tarafından ele geçirildi, yağmalandı, son Abbâsî halifesi Müstasım Billâh öldürüldü ve böylelikle Abbasi Hanedanlığı yıkıldı. Abbasi soyundan gelen diğer halifeler, bundan sonra varlıklarını Mısır'daki Memlûk Devleti'nin himayesinde sürdürdü.

14. yüzyılın başlarına gelindiğinde ise İslam, Batı Afrika'da inanılmaz bir hızla genişledi. Bunun nedeni, Mali İmparatorluğu hükümdarı Mansa Musa idi. Tarihin en zengin kişisi olduğu düşünülen Mansa Musa, 1324'te Mekke'ye hac etmek için yola çıktı ve yolculuğu sırasında Mısır'da konaklayıp buradaki halka altından ve gümüşten birçok çeşitli hediyeler sundu. Verdiği hediyeler o kadar fazlaydı ki, Mısır'da altının değerinin düştüğü söylenir. Mansa Musa'nın bu ünlü hac ziyareti hem Afrika'nın (özellikle Batı Afrika tarafının) daha da İslamlaşmasına, hem de Mansa Musa'nın Avrupa dahil birçok yerde adının duyulmasına neden oldu.

Tunus'un Kayrevan kentindeki Kayrevan Ulu Camii, özellikle 9-11. yüzyılları arasında Malikilik mezhebine vurgu yapan önemli bir İslami ilim merkeziydi. Şehir, UNESCO Dünya Mirasları Listesindedir.

1453 yılında Osmanlı padişahı II. Mehmed, İstanbul'u fethedip Osmanlıların İslam dünyasındaki itibarını artırdı. 1517'de I. Selim komutasındaki Osmanlılar, Orta Doğu'da büyük ve yoğun bir sefer düzenlediler. Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz gibi önemli ve kutsal yerler Osmanlı Devleti'ne dahil oldu; bunun sonucunda da Mısır'daki Memlûk Devleti yıkıldı. Osmanlı İmparatorluğu'nun ilerleyen döneminde İslam, bilimsel çalışmalarda geri kaldı. I. Dünya Savaşı'ndan sonra İslam ülkeleri sömürgeleştirildi, II. Dünya Savaşı'ndan sonra da bağımsızlıklarını kazandılar.

İslam, günümüzde 2 milyarı aşkın takipçisiyle Hristiyanlıktan sonra en kalabalık ikinci dindir. Dünya nüfusunun yaklaşık %25'ini (1/4'ini) kapsayan İslam, en büyük dinlerden biri olarak varlığını sürdürüyor. Dünyadaki Müslümanların %80-90'ı Sünni, %10-20'si de Şii'dir. Müslümanların çoğu Orta Doğu, Orta ve Kuzey Afrika, Asya'nın batısı ve güneydoğusu ve Avrupa'nın Balkanlar bölgesinde yaşamaktadır. Buna rağmen Avrupa, Avustralya ve Amerika gibi diğer kıtalarda da on milyonlarca Müslüman yaşamaktadır. Yaklaşık 50 ülkenin nüfusunun çoğunluğu Müslümandır. Bunların Suudi Arabistan, Afganistan, Pakistan ve İran'ı kapsayan bir avuç kadarı şeriatı temel alan İslam devleti olarak kabul edilir. Diğer ülkelerin çoğu, büyük bölümü Orta Doğu'da olmak üzere, İslam'ı sadece resmî din kabul eder (Irak, Cezayir, Fas, Mısır...). Bazılarının ise ağırlıklı olarak Müslüman bir nüfusu ama laik yönetimleri vardır (Arnavutluk, Türkiye, Senegal, Bosna Hersek...). Endonezya, en büyük Müslüman nüfusa sahip ülkedir (231 milyon); onu sırasıyla Pakistan, Hindistan ve Bangladeş izler. Hindistan, sayısal açıdan dünyanın en büyük Müslüman azınlık nüfusunun (yaklaşık 195 milyon) yaşadığı ülkedir.

Müslümanların yeryüzündeki dağılımlarını gösteren bir harita. (Koyu mavi renge sahip alanlarda Müslüman nüfus daha fazladır.)

16. ve 21. Yüzyıllar Arasında Dinler

[değiştir | kaynağı değiştir]

16. yüzyılda başlayan bilimsel hareketler, bilimin ve felsefenin kilisenin elinden çıkmasını sağladı. Yeni keşfedilen kıtalar ve astronomik gözlemler sonucunda kilisenin her şeyi bildiği inancı boşa çıktı. Yüzyıllar boyunca bilim, teknoloji ve kültürel alanda dünyaya hükmeden İslam ülkeleri, Batı'nın bilimsel hareketlerine ayak uyduramadığı için geri kaldı. Amerika kıtasının keşfinden sonra ise, buralara yapılan sömürge, koloni, yerlilerin katledilmesi uygulamaları ile Hristiyanlık misyonerlikleri sonucunda Mezoamerikan dinleri yok oldu. 20. yüzyılda Papalık, bilimin haklı olduğunu kabul etti.

Kudüs'ten (Yeruşalim) bir görünüm

Kudüs veya diğer adıyla Yeruşalim, üç büyük İbrahimî din olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam'da kutsal sayılan bir antik kenttir. Yahudiler, kutsal Yahudi tapınaklarının orada olmasından; Hristiyanlar, İsa'nın orada çarmıha gerildiğine inandıklarından ve Müslümanlar da ilk kıblelerinin orası olduğuna ve Muhammed'in Miraç'a çıktığı şehir (İsra Suresi: 1) olduğuna inandıklarından dolayı kutsal görülür.

Kudüs, Kral Davud tarafından alınıp İsrail Krallığı'na katıldı. Davud'un oğlu Kral Süleyman tarafından Kudüs'te ilk Musevi tapınağı olan Süleyman Mabedi inşa edildi. Sonraları bu kutsal kent Asurlular, Babilliler, Persler (Ahamenişler) ve Makedonya İmparatorluğu kontrolüne geçti. Yahudilerin Babil hâkimiyetinde olduğu dönemde Pers kralı Büyük Kiros, Yahudileri Babil egemenliğinden kurtarıp Kudüs'e dönmelerine ve orada tapınaklarını yeniden inşa etmelerine izin verdi. Şehir en son Roma İmparatorluğu'nun kontrolüne geçtiğinde Roma, Makedonyalıların başlattığı Helenizm akımının kutsal kenti oldu.

7. yüzyılda İslam'ın doğuşuyla birlikte Kudüs'ün önemi bir kez daha artmış oldu. Halife Ömer döneminde Kudüs, 637'de Müslüman Arapların kontrolüne geçti. 1099'da, I. Haçlı Seferi esnasında Katolik Hristiyanların eline geçti ve başta buradaki Kudüs Krallığı olmak üzere, yakın çevrelerde yeni Hristiyan devletler ve kontluklar kuruldu. 1187 yılında Müslüman Kürt komutan Selahaddin Eyyubi, Hıttın Muharebesi ile Kudüs'ü Haçlılardan geri alıp 88 yıl aranın ardından tekrar Müslüman dünyasına kattı. Sonrasında ise Memlûk Devleti ve akabinde Osmanlı Devleti kontrolüne geçti. I. Dünya Savaşı'ndan (1914-18) sonra Birleşik Krallık kontrolüne geçti. Birleşik Krallık çekildikten sonra Müslümanlar ve Yahudiler arasında sorunlara neden oldu. Günümüzde de bu sorun hâlâ devam etmektedir.

Günümüzde Dinlerin Durumu

[değiştir | kaynağı değiştir]

Günümüzde yaklaşık 2,4 milyar inananı ile Hristiyanlık, en kalabalık dindir. Onu, yaklaşık 2 milyar inananı ile İslam takip etmektedir. Üçüncü sırada 1,1 milyar takipçili Hinduizm, dördüncü sırada ise 500 milyondan fazla takipçisiyle Budizm yer almaktadır.

Günümüzde ülkelere göre hâkim olan dinlerin haritası

Bu sıralamayı Çin kökenli geleneksel dinler, herhangi bir kategoriye dahil edilmeyen etnik dinler ve Afrika kökenli geleneksel dinler takip etmektedir.

Ayrıca, din kategorisine dahil edilmesi için hiçbir neden olmasa da, bugün dünya nüfusunun yaklaşık 1,1 milyarının herhangi bir dine mensup olmayan, yani kendini deist, agnostik veya ateist olarak tanımlayan kişilerin oluşturduğu düşünülmektedir. Bu grupta bulunanların da yarısının teist olduğu söylenmektedir.[2]

En Kalabalık Dinlerin Yaklaşık Taraftar Sayıları

[değiştir | kaynağı değiştir]
Sıra Din / İnanç Taraftar sayısı (yaklaşık) Yüzdelik Kurucu / Merkezî figür / Etkili kişilik
1. Hristiyanlık 2,4 milyar % 30,3 Yeşua ve elçileri
2. İslam 2 milyar % 25,3 Muhammed
3. Deist / Agnostik / Ateist 1,19 milyar % 15,0 -
4. Hinduizm 1,16 milyar % 14,6 -
5. Budizm 506 milyon % 6,40 Gotama Buda
6. Çin geleneksel dinleri 394 milyon % 4,98 -
7. Etnik dinler 300 milyon % 3,79 -
8. Afrika geleneksel dinleri 100 milyon % 1,26 -
9. Sihizm 25-26 milyon % 0,32 Guru Nanak
10. Spiritüalizm (Ruhçuluk) 15 milyon % 0,19 -
11. Yahudilik 14-15 milyon % 0,18 İbrahim / Musa

Gelecekte Dinlerin Durumu

[değiştir | kaynağı değiştir]

2017 yılında ABD'li araştırma şirketi Pew Research Center, 2070 yılında İslam'ın dünyanın en kalabalık dini olacağını açıkladı. Bunun temel sebepleri olarak da, Müslümanların nüfus artış hızı ve İslam'a girenlerin sayısının artması gösterilmektedir. Pew kurumuna göre 2050'ye gelindiğinde Hristiyanlık 2,92 milyar ve İslam 2,76 milyar nüfusa ulaşacak. En geç 2070'de de İslam, Hristiyanlığı geçip dünyanın en kalabalık dini hâline gelecek. Ayrıca bu durum, Müslümanların sayısının Kuzey Amerika ve Avrupa gibi bölgelerde de artışına neden olacaktır.[22]

Dünya Dinler Arası Uyum Haftası

[değiştir | kaynağı değiştir]

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 20 Ekim 2010'da aldığı 65/5 numaralı kararla 1-7 Şubat'ı Dünya Dinler Arası Uyum Haftası ilan etmiştir.[23]

Özel
  1. ^ Rubio, Gonzalo (2007). Current Issues in the History of the Ancient Near East (İngilizce). Regina Books. ISBN 978-1-930053-46-5. 24 Mayıs 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 24 Mayıs 2022. 
  2. ^ a b Rivetna, Roşan. Zerdüşt Dünyası (PDF). 16 Ağustos 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF). Erişim tarihi: 25 Mayıs 2022. 
  3. ^ "Herodot'a göre antik Mısır'da evin kedisi ölünce kaşlarını traş eden hane halkı köpekleri öldüğünde ne yapar?". Sabah. 31 Aralık 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 31 Aralık 2021. 
  4. ^ a b c Dinler Kitabı (The Religions Book), Alfa Yayınları, 2019.
  5. ^ Singh, Pashaura; Fenech, Louis E. (Mart 2014). The Oxford Handbook of Sikh Studies (İngilizce). OUP Oxford. ISBN 978-0-19-969930-8. 25 Mayıs 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 25 Mayıs 2022. 
  6. ^ a b c Florida Gulf Coast Üniversitesi İnternet Sitesinde bir yazı 21 Kasım 2007 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. (İngilizce)
  7. ^ "Arşivlenmiş kopya". 22 Şubat 2002 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Haziran 2007. 
  8. ^ David Flusser, The Josippon (Josephus Gorionides), The Bialik Institute, Yeruşalim, 1978
  9. ^ Ehrman, Bart D. (2005) [2003]. "At Polar Ends of the Spectrum: Early Christian Ebionites and Marcionites". Lost Christianities: The Battles for Scripture and the Faiths We Never Knew. Oxford: Oxford University Press. ss. 95-112. doi:10.1017/s0009640700110273. ISBN 978-0-19-518249-1. LCCN 2003053097. Erişim tarihi: 20 Temmuz 2021. 
  10. ^ Hurtado, Larry W. (2005). "How on Earth Did Jesus Become a God? Approaches to Jesus-Devotion in Earliest Christianity". How on Earth Did Jesus Become a God? Historical Questions about Earliest Devotion to Jesus. Grand Rapids, Michigan and Cambridge, U.K.: Wm. B. Eerdmans. ss. 13-55. ISBN 978-0-8028-2861-3. Erişim tarihi: 20 Temmuz 2021. 
  11. ^ Freeman, Charles (2010). "Breaking Away: The First Christianities". A New History of Early Christianity. New Haven and Londra: Yale University Press. ss. 31-46. doi:10.12987/9780300166583. ISBN 978-0-300-12581-8. JSTOR j.ctt1nq44w. LCCN 2009012009. Erişim tarihi: 20 Temmuz 2021. 
  12. ^ Lietaert Peerbolte, Bert Jan (2013). "How Antichrist Defeated Death: The Development of Christian Apocalyptic Eschatology in the Early Church". Krans, Jan; Lietaert Peerbolte, L. J.; Smit, Peter-Ben; Zwiep, Arie W. (Ed.). Paul, John, and Apocalyptic Eschatology: Studies in Honour of Martinus C. de Boer. Novum Testamentum: Supplements. 149. Leiden: Brill Publishers. ss. 238-255. doi:10.1163/9789004250369_016. ISBN 978-90-04-25026-0. ISSN 0167-9732. Erişim tarihi: 20 Temmuz 2021. 
  13. ^ Elçilerin İşleri, 11:25-26 28 Ağustos 2016 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  14. ^ "Anadolu'da Hristiyanlık Tarihi". 28 Temmuz 2011 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Mayıs 2010. 
  15. ^ Yuhanna 10:22-39 12 Ağustos 2022 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. «O sırada Yeruşalim'de Tapınağın Açılışını Anma Bayramı kutlanıyordu. Mevsim kıştı. İsa tapınağın avlusunda, Süleyman'ın Eyvanı'nda yürüyordu. Yahudi yetkililer O'nun çevresini sararak, “Bizi daha ne kadar zaman kuşkuda bırakacaksın?” dediler. “Eğer Mesih isen, bize açıkça söyle.” İsa onlara şu karşılığı verdi: “Size söyledim, ama iman etmiyorsunuz. Babam'ın adıyla yaptığım işler bana tanıklık ediyor. Ama siz iman etmiyorsunuz. Çünkü benim koyunlarımdan değilsiniz. Koyunlarım sesimi işitir. Ben onları tanırım, onlar da beni izler. Onlara sonsuz yaşam veririm; asla mahvolmayacaklar. Onları hiç kimse elimden kapamaz. Onları bana veren Babam her şeyden üstündür. Onları Baba'nın elinden kapmaya kimsenin gücü yetmez. Ben ve Baba biriz.” Yahudi yetkililer O'nu taşlamak için yerden yine taş aldılar. İsa onlara, “Size Baba'dan kaynaklanan birçok iyi işler gösterdim” dedi. “Bu işlerden hangisi için beni taşlıyorsunuz?” Şöyle yanıt verdiler: “Seni iyi işlerden ötürü değil, küfrettiğin için taşlıyoruz. İnsan olduğun halde Tanrı olduğunu ileri sürüyorsun.” İsa şu karşılığı verdi: “Yasanızda, ‘Siz ilahlarsınız, dedim’ diye yazılı değil mi? Tanrı, kendilerine sözünü gönderdiği kimseleri ilahlar diye adlandırır. Kutsal Yazı da geçerliliğini yitirmez. Baba beni kendine ayırıp dünyaya gönderdi. Öyleyse ‘Tanrı'nın Oğlu'yum’ dediğim için bana nasıl ‘Küfrediyorsun’ dersiniz? Eğer Babam'ın işlerini yapmıyorsam, bana iman etmeyin. Ama yapıyorsam, bana iman etmeseniz bile, yaptığım işlere iman edin. Öyle ki, Baba'nın bende, benim de Baba'da olduğumu bilesiniz ve anlayasınız.” O'nu yine yakalamaya çalıştılarsa da, ellerinden sıyrılıp kurtuldu.»
  16. ^ Elçilerin İşleri, 9. bölüm
  17. ^ Rainer Riesner, Paul's Early Period: Chronology, Mission Strategy, Theology, Eerdmans Publishing, 1998, p. 27, donne un tableau synthétique sur l'état de la question concernant la chronologie de Paul
  18. ^ Sanders 2019.
  19. ^ Dunn 2001, s. 577, Ch 32.
  20. ^ a b Ponting, Clive, Dünya Tarihi, Alfa Yayınları, 2020. (s. 276)
  21. ^ "Çin'de İslâm'ın 1350 Yılı » Sorularla İslamiyet". Sorularla İslamiyet. 22 Ekim 2007. 24 Ekim 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 24 Temmuz 2022. 
  22. ^ "İslam 2070'e kadar 'dünyanın en büyük dini olabilir'". BBC News Türkçe. 21 Aralık 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 31 Aralık 2021. 
  23. ^ "Birleşmiş Milletler'in İlan Ettiği Uluslararası Günler, Haftalar". Vikipedi maddesi. Wikipedia. 30 Eylül 2023. 3 Ekim 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 2 Ekim 2023. 
Genel

 İşbu madde Baki Adam tarafından CC BY-SA 3.0 lisansı altında yayımlanan metin içermektedir.