Vikipedi:Günün maddeleri/Haziran 2019

Vikipedi, özgür ansiklopedi

1 Haziran
Bu gün için günün maddeleri henüz belirlenmemiştir. Vikipedi:Günün maddeleri/Öneriler sayfasında yeni bir öneride bulunabilir ya da var olan önerilerle ilgili yorum yapabilirsiniz.

2 Haziran
Kalamar yaklaşık 300 farklı türü barındıran Teuthida takımını oluşturan uzunca, ovalimsi bedenli kafadan bacaklılar sınıfında yer alan bir deniz canlısıdır.

Kalamar, diğer kafadan bacaklılar gibi belirgin bir kafaya, çift taraflı simetrik bir yapıya, manto ve kollara sahiptir. Gözleri kafasıyla vücudunun tam ortasında yer almaktadır. Keskin ve papağanınkine benzer bir gaganın bulunduğu ağzı çevreleyen 8 kol ve bu kollardan bariz miktarda uzun olan iki adet de dokunaç vardır. Kalamarın büyük bölümünü iç organları koruyan ve kuvvetli şekilde su püskürterek kalamarın su içerisinde ilerlemesini sağlayan manto adındaki kalın bir kas örtüsü oluşturmaktadır. Ana gövdenin alt tarafında manto boşluğunun içine doğru uzanan bölümde iki adet solungaç, salgı ve üreme sistemleri bulunmaktadır. Mantoya tutturulmuş üçgen biçimli iki yüzgeç yüzmeyi ve suda süzülmeyi sağlamaktadır. Ancak bu yüzgeçler kalamarın suyun içerisinde hareket edebilmesini sağlayan ana unsur değildir. Manto içerisinde suyu sıkıştırıp sifon diye de adlandırılan bölümden suyu hızlı bir şekilde püskürterek geriye doğru yüzmeyi sağlar. Jet etkisi yaratan huni biçimindeki yapısı sayesinde kalamar suyun içinde olimpik yüzücülerin hızının 3 katından daha fazla hız yapabilmektedir. Bu jet etkisi ile suyun dışında kısa mesafe de olsa uçarak ilerleyebilirler. Renk pigmentleri ile kaplanmış olan derisi bulunduğu ortama göre yeri geldiğinde av olmaktan kurtulmak, yeri geldiğinde avcı olabilmek için kalamarın renginin değişmesini ve ortama uyum sağlamasını kolaylaştırır. Tehlike anında kalamarın mürekkebi aceleyle kaçışını kamufle etmesi için yeterlidir. İçindeki melanin adındaki madde insan cildini bronzlaştıran pigmentin aynıdır. Yaşamını sürdürebilmesi için deniz suyunun belirli bir ısıda ve tuz oranında olması gerekir ki bu sebeple Türkiye sularında Marmara Denizi'nin batı kesiminden başlayarak Ege ve Akdeniz’in tamamında bulunur. Türkiye sularındaki en yaygın bulunan türü Avrupa kalamarı veya Adi Kalamar olarak da bilinen Loligo vulgaris'tir. Kalamar yaygın inanışın aksine mürekkep balığı veya ahtapot değildir. (Devamı...)


Tevfik Fikret (24 Aralık 1867 – 19 Ağustos 1915), Türk şair, öğretmen, yayıncı. Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma sürecinde yetişti. Edebiyat-ı Cedide topluluğunun lideri olan Tevfik Fikret, devrimci ve idealist fikirleriyle Mustafa Kemal başta olmak üzere dönemin pek çok aydınını etkiledi. Türk edebiyatının Batılılaşmasında büyük pay sahibidir.

24 Aralık 1867'de İstanbul’un Kadırga semtinde dünyaya geldi. Ailesi ona Mehmed Tevfik adını vermişti. Babası Hüseyin Efendi, Çankırı’nın Bayramören ilçesine bağlı Dalkoz Köyü’nden ayrılıp İstanbul’a yerleşmiş Ahmet Ağa’nın oğlu idi. Hüseyin Efendi, oğlu doğduğu yıl İstanbul’da belediye meclis üyesi ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nde memur olmuştu. Sonraki yıllarda Osmanlı Devleti’nin Hama, Nablus, Akka, Urfa, Halep mutasarrıflıklarında bulundu. Annesi Hacı Hatice Refia Hanım, 1822'deki Yunan ayaklanmasında kimsesiz kalıp Osmanlılar’a sığınmış ve Müslüman olmuş iki Sakızlı Rum çocuğunun kızı idi. Mehmed Tevfik'in Sıdıka adlı bir kız kardeşi vardı. Hac ziyaretine giden annesi Refia Hanım, 1879’da dönüş yolunda kolera nedeniyle ölünce Tevfik Fikret, 12 yaşında öksüz kaldı. Babası, saraya jurnal edilerek Arabistan’a sürgüne gönderildiği için kız kardeşi ile kendisinin bakımını anneannesi ve büyük yengesi üstlendi. Henüz çocukken annesini kaybetmek, onu hayatı boyunca etkiledi. 19 yıl sürgünde kalan babası da sürgünden hiç dönemedi ve orada öldü. (Devamı...)


3 Haziran
Kalamar yaklaşık 300 farklı türü barındıran Teuthida takımını oluşturan uzunca, ovalimsi bedenli kafadan bacaklılar sınıfında yer alan bir deniz canlısıdır.

Kalamar, diğer kafadan bacaklılar gibi belirgin bir kafaya, çift taraflı simetrik bir yapıya, manto ve kollara sahiptir. Gözleri kafasıyla vücudunun tam ortasında yer almaktadır. Keskin ve papağanınkine benzer bir gaganın bulunduğu ağzı çevreleyen 8 kol ve bu kollardan bariz miktarda uzun olan iki adet de dokunaç vardır. Kalamarın büyük bölümünü iç organları koruyan ve kuvvetli şekilde su püskürterek kalamarın su içerisinde ilerlemesini sağlayan manto adındaki kalın bir kas örtüsü oluşturmaktadır. Ana gövdenin alt tarafında manto boşluğunun içine doğru uzanan bölümde iki adet solungaç, salgı ve üreme sistemleri bulunmaktadır. Mantoya tutturulmuş üçgen biçimli iki yüzgeç yüzmeyi ve suda süzülmeyi sağlamaktadır. Ancak bu yüzgeçler kalamarın suyun içerisinde hareket edebilmesini sağlayan ana unsur değildir. Manto içerisinde suyu sıkıştırıp sifon diye de adlandırılan bölümden suyu hızlı bir şekilde püskürterek geriye doğru yüzmeyi sağlar. Jet etkisi yaratan huni biçimindeki yapısı sayesinde kalamar suyun içinde olimpik yüzücülerin hızının 3 katından daha fazla hız yapabilmektedir. Bu jet etkisi ile suyun dışında kısa mesafe de olsa uçarak ilerleyebilirler. Renk pigmentleri ile kaplanmış olan derisi bulunduğu ortama göre yeri geldiğinde av olmaktan kurtulmak, yeri geldiğinde avcı olabilmek için kalamarın renginin değişmesini ve ortama uyum sağlamasını kolaylaştırır. Tehlike anında kalamarın mürekkebi aceleyle kaçışını kamufle etmesi için yeterlidir. İçindeki melanin adındaki madde insan cildini bronzlaştıran pigmentin aynıdır. Yaşamını sürdürebilmesi için deniz suyunun belirli bir ısıda ve tuz oranında olması gerekir ki bu sebeple Türkiye sularında Marmara Denizi'nin batı kesiminden başlayarak Ege ve Akdeniz’in tamamında bulunur. Türkiye sularındaki en yaygın bulunan türü Avrupa kalamarı veya Adi Kalamar olarak da bilinen Loligo vulgaris'tir. Kalamar yaygın inanışın aksine mürekkep balığı veya ahtapot değildir. (Devamı...)


Tevfik Fikret (24 Aralık 1867 – 19 Ağustos 1915), Türk şair, öğretmen, yayıncı. Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma sürecinde yetişti. Edebiyat-ı Cedide topluluğunun lideri olan Tevfik Fikret, devrimci ve idealist fikirleriyle Mustafa Kemal başta olmak üzere dönemin pek çok aydınını etkiledi. Türk edebiyatının Batılılaşmasında büyük pay sahibidir.

24 Aralık 1867'de İstanbul’un Kadırga semtinde dünyaya geldi. Ailesi ona Mehmed Tevfik adını vermişti. Babası Hüseyin Efendi, Çankırı’nın Bayramören ilçesine bağlı Dalkoz Köyü’nden ayrılıp İstanbul’a yerleşmiş Ahmet Ağa’nın oğlu idi. Hüseyin Efendi, oğlu doğduğu yıl İstanbul’da belediye meclis üyesi ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nde memur olmuştu. Sonraki yıllarda Osmanlı Devleti’nin Hama, Nablus, Akka, Urfa, Halep mutasarrıflıklarında bulundu. Annesi Hacı Hatice Refia Hanım, 1822'deki Yunan ayaklanmasında kimsesiz kalıp Osmanlılar’a sığınmış ve Müslüman olmuş iki Sakızlı Rum çocuğunun kızı idi. Mehmed Tevfik'in Sıdıka adlı bir kız kardeşi vardı. Hac ziyaretine giden annesi Refia Hanım, 1879’da dönüş yolunda kolera nedeniyle ölünce Tevfik Fikret, 12 yaşında öksüz kaldı. Babası, saraya jurnal edilerek Arabistan’a sürgüne gönderildiği için kız kardeşi ile kendisinin bakımını anneannesi ve büyük yengesi üstlendi. Henüz çocukken annesini kaybetmek, onu hayatı boyunca etkiledi. 19 yıl sürgünde kalan babası da sürgünden hiç dönemedi ve orada öldü. (Devamı...)


4 Haziran
Ateş yüksek sıcaklık ve çoğunlukla alev veren hızlı yanma olayı. Eski Türkçe od sözcüğü de zaman zaman aynı anlamda kullanılır. Ateş, insan yaşamının vazgeçilmez unsurlarındandır ve kontrol altına alınması, medeniyetin ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır.

İnsanın ateşle tanışması yıldırım düşmesi ile başladı ve buna benzer tesadüfi nedenlerle oluşmuş yangınlar, çok uzun bir süre dünyadaki tek ateş kaynağı oldu. Uzun yıllar boyunca, yaklaşık 500 bin yıl önce yaşamış olan ve Pekin adamı denen ilkel insan, ateşi bilinçli olarak kullanan ilk kişi olarak bilindi; ancak 1981 yılında Kenya'da ve 1988'de Güney Afrika'da bulunan kanıtlar hominid denen ilkel insanların bundan 1,42 milyon yıl önce ateşi kontrollü olarak kullandığını ortaya koydu. İnsanoğlu MÖ 7000 yıllarına kadar verimli ateş yakma tekniklerini bilmiyordu. Neolitik insan, testere ve matkap hareketleriyle ve çakmaktaşı-pirit ile ateş yakmayı biliyordu. Bununla birlikte, bu dönemde ateşi yanar durumda muhafaza etmek, yeniden ateş yakmaktan daha avantajlıydı. Ateş yakma düşüncesinin, çakmaktaşını piritlere sürterken mi, yoksa ağaç içinde delik açmaya çalışırken mi ortaya çıktığı bilinmemektedir. Avrupa'daki Neolitik yerleşim bölgelerinde çakmaktaşı ve piritlerin yanı sıra alev delgileri de bulunmuştur. İlkel toplumlarda en yaygın od yakma yöntemi sürtmeydi. Bambudan yapılmış küçük bir tüp içindeki havanın sıkıştırılmasıyla ısı ve alev üreten ateş pistonu Güneydoğu Asya, Endonezya ve Filipinler'de geliştirilip kullanılan karmaşık bir aygıttı. Bundan tümüyle bağımsız olarak 1800'lerde Avrupa'da da metalden bir ateş pistonu geliştirildi. İngiliz kimyacı John Walker, içinde fosfor sülfat bulunan ve sürtülünce yanan kibriti 1827'de icat etti. Modern teknoloji ve bilim tarihi, büyük ölçüde, ateşten elde edilerek insanoğlunun kullanımına sunulan enerji toplamındaki sürekli artış olarak nitelenebilir. Enerji üretimindeki artışın büyük bölümü hem miktar hem çeşit bakımından ateş kullanımının artmasıyla sağlanmıştır. Atom enerjisinin denetim altına alınması, ateş kullanımında atılan son adım sayılabilir. (Devamı...)


II. Filip (FransızcaPhilippe Auguste; d. 21 Ağustos 1165 – 14 Temmuz 1223), 1180 yılından ölümüne kadar Fransa Kralı. Capet Hanedanı üyesidir. Val-d'Oise, Gonesse'de doğmuştur. VII. Louis ve üçüncü karısı Champagne'li Adèle'ın oğludur. Babasının hayatında geç gelen ilk erkek çocuk olarak Dieudonné ("Tanrı Lutfü") lakabı verilmiştir.

II. Filip, topraklarını geliştirip, monarşinin gücünü artırarak ortaçağın en başarılı Fransa Kralı olmuştur. Üçüncü Haçlı seferi'ne İngiltere Kralı I. Richard ve Kutsal Roma-Germen İmparatoru I. Friedrich ile katılmıştır. Ordusu ile Messina'ya kadar karadan oradan denizden giderek 20 Mayıs 1190'da Filistin'e ulaşıp Akka kuşatmasını başlatmıştır. Dizanteri hastalığı geçirmesi; I. Richard'la aralarının açılması ve Fransa'da Flandra kontluğunun hanedan sorunları dolayısıyla 31 Temmuz 1191'de Filistin'den ayrılıp Fransa'ya geri dönmüştür. Rakipleri Almanlar, Flamanlar ve İngilizlerin ittifakını Bouvines Savaşında yenip, Angevin İmparatorluğunu yıkmıştır. Hükümeti yeniden yapılandırmış, ülkeye mali düzen getirmiş ve böylece refahta keskin bir artışı mümkün kılmıştır. Hükümdarlığı sırasınnda, asillerin gücünü sınırlayıp, bir kısmınıda büyüyen orta sınıfa geçirdiği için, sıradan insanlar tarafından sevilmiştir. (Devamı...)


5 Haziran
At terbiyesi (veya dresaj; Fransızca "eğitmek, terbiye etmek anlamında bir terimdir) at eğitiminin belli kurallar ve rekabet ortamı çerçevesinde gelişmiş amatör seviyeden olimpik seviyeye kadar turnuvaların düzenlendiği bir spor dalıdır. En önemli amacı; standardize edilmiş yoğun eğitim yöntemlerini, bir atın doğal atletik yeteneğini ve gönüllüğünü geliştirip, aynı zamanda binek at potansiyelini en yüksek seviyeye ulaştırmaktır. Bir atın jimnastik gelişiminin terbiyesinin doruk noktasında, uzman binicinin en az yardımıyla istenen hareketi rahat bir şekilde sergileyebilir. Dresaj bazen "At Balesi" olarak açıklanabilir. Bu disiplin antik köklere sahip olmasına rağmen, önemli bir at müsabakası olarak Batı'da ilk Rönesans süresince değer kazanmıştır. Bu dönemin Avrupalı büyük binicileri o zamandan beri çok az değişen ardışık eğitim sistemi geliştirmişlerdir. Klasik at terbiyesinin hâla eğitimli modern at terbiyesinin temelini oluşturduğu dile getirilmektedir.

İki tür saha bulunmaktadır: küçük ve standart. Her biri dresaj hareketlerinin arena çevresinde nerede yer alacağını belirten harfler bulunmaktadır. Küçük arena 20m boy ve 40m ene sahiptir ve 3 günlük düşük seviye dresaj aşamaları burada yapılır. Sahanın dışındaki harfler girişten başlamakla beraber saat yönünde A-K-E-H-C-M-B-F dir. Ortada D-X-G harfleri ve en ortada X bulunur. Standart arena 20m boy ve 60m ene sahiptir ve (USEF İlk Seviye ve yukarısı) dresaj faaliyetleri burada yapılır. Harfler A-K-V-E-S-H-C-M-R-B-P-F dir. Köşelere en yakın mesafe 6m ve bu noktaların birbirine uzaklığı 12m dir. En ortada X olmak üzere sahanın ortasındaD-L-X-I-G harfleri bulunmaktadır. (Devamı...)


Alfons Mucha ya da tam adıyla Alfons Maria Mucha (24 Temmuz 1860 – 14 Temmuz 1939), Çek ressam ve grafik sanatçısıdır.

Alfons Mucha, Moravya'nın Ivančice kentinde doğdu. Resim yapmak çocukluğundan beri onun ilk aşkı olmasına rağmen, şarkı söylemekteki yeteneği, Moravya'nın başkenti Brünn'deki liseye devam edebilmesini sağladı. Moravya'da dekoratif çizim işlerinde çalıştı. Genelde teatral sahne çizimleri hazırladı. Daha sonra, 1879'da hem sanatsal eğitimini ilerletmek hem de önde gelen bir Viyanalı tiyatro tasarımı firmasında çalışmak üzere Viyana'ya gitti. 1881 yılında bir yangın çalıştığı firmayı yok edince tekrar Moravia'ya dönerek dekoratif ve portre çizimleri konusunda serbest olarak çalıştı. Nikolsburg'lu Kont Karl Khuen, Mucha'yı Hrušovany Emmahof Kalesi'ni duvar resimleri ile süslemesi için kiraladı ve çalışmalarından çok etkilendiği Mucha'nın Münih Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki resmi eğitimi için sponsor olmaya karar verdi. Mucha 1887'de Paris'e taşındı. Dergiler ve reklamlar için çizimler yaparken, bir yandan da Académie Julian ve Academie Colarossi'deki çalışmalarına devam etti. 1894'te, Theatre de la Renaissance'da sahne alan Sarah Bernhardt'ın tanıtımı için lithographed tekniği ile bir poster hazırladı. Mucha'nın renkli ve stilize poster sanatı ona ün ve pek çok ödül kazandı. Mucha resimler, posterler, reklam afişleri ve kitap çizimlerinden oluşan zengin bir ürün yelpazesi sunarken aynı zamanda mücevher, halı, duvar kağıdı ve tiyatro setleri de hazırladı. Çalışmaları daha sonra Art Nouveau stili olarak anılacak olan ekole dahildir. Mucha'nın çalışmaları genellikle Neoklasik bir tarzda giyinmiş güzel sağlıklı kadınları resmeder. Arka planda genellikle girift çiçek desenleri betimlenir ve bazen bu çiçekler kadınların başlarında bir hale şekline dönüşür. Sanatındaki art nouveau tarzı çoğunlukla taklit edilmiştir. Ancak Mucha daima sanatının herhangi bir moda akımından ziyade içten gelen bir stilistik form olduğunu belirtti. Sanatın sadece ruhani mesajı iletmek için varolduğunu iddia etti. Ticari işlerinden elde ettiği ün ve başarı onu asıl yapmak istediği sanatından uzaklaştırdı. (Devamı...)


6 Haziran
Futbol on birer oyuncudan oluşan iki takım arasında, kendine özgü küresel bir topla oynanan takım sporu. 21. yüzyıl itibarıyla 200'ün üzerinde ülkede 250 milyonu aşkın oyuncu tarafından oynanmaktadır ve dünyadaki en popüler spordur.

Futbol maçları dikdörtgen şeklindeki, yapay veya gerçek çimle kaplı sahada oynanır. Sahanın kısa kenarlarının ortalarında birer kale bulunur. Oyuncuların amacı, temelde ayak olmak üzere vücudunun belli kısımlarını kullanarak (eller ve kollar hariç) topu karşı takımın kalesine sokarak gol atmaktır. İstisnai olarak her iki takımın kalesini koruyan kaleciler, ceza alanı olarak adlandırılan kendileri için belirlenmiş alanların sınırları dahilinde topa elle müdahale edebilmektedirler. Topun; sahanın uzun kenarlarından saha dışına çıkması durumunda taç atışı (topa son olarak hangi takım oyuncusu temas etmişse karşı takım kullanır), kısa kenarlarından dışarı çıkması durumunda ise köşe (bir oyuncunun, topu kendi kale çizgisi dışına çıkarması durumunda karşı taraf lehine kale çizgisi ile yan çizgisinin kesiştiği noktadan kullanılır) veya aut atışı (topun, hücum oyuncuları tarafından kale çizgisi dışına vurulması sonucunda ceza sahası içinden aut vuruşu yapılarak top oyuna sokulur) ile oyun yeniden başlar. 45'er dakikalık iki devreye ayrılan 90 dakikadan oluşan maçlarda karşı takımdan daha fazla gol atmayı başaran takım galip gelirken atılan gol sayılarının eşit olması durumunda maç berabere tamamlanır. Bazı organizasyonlardaki kurallara göre normal süresi berabere tamamlanan maçlarda 15'er dakikalık iki devre halinde oynanan uzatma dakikaları, eşitliğin bu sürede de bozulmaması durumunda penaltı atışları sonucunda galip gelen taraf belirlenir. MÖ 300-200 yıllarında Çin'de ortaya çıkan ve günümüzdeki futbolla benzerlikler taşıyan cuju, oynanış bakımından futbola benzeyen ilk oyun olarak kabul edilmektedir. Yıllar boyunca dünyanın farklı yerlerinde futbola benzeyen oyunlar oynansa da modern futbol kuralları ilk olarak 1863 yılında Futbol Birliği tarafından sistemleştirilmiş olup günümüze kadar birçok değişikliğe uğramıştır. Futbolun uluslararası alandaki yönetim teşkilatı Uluslararası Futbol Federasyonları Birliğidir. (Devamı...)


İbrahim veya Abraham (İbraniceאברהם), yaklaşık olarak MÖ 2. binyılda yaşadığına inanılan İbranî dinî şahsiyet. İslam'a göre bir peygamber, Musevilik ve Hristiyanlığa göre ise din büyüğüdür. İshak ve İsmail'in babası olduğuna; Yahudilerin İshak'ın soyundan geldiğine, İsmail'in ise İslam peygamberi Muhammed ve Arapların atalarından olduğuna inanılır.

Bazı kaynaklar İbranilerin Hindistan bağlantısına ve İbrahim'in Hint kökenli bir rahip olarak batıya göç etmiş olabileceğini iddia ederler. İbrahim ile Brahma'nın bazı benzeşik figüratif özellikler taşıması araştırmacıların dikkatlerini çekmiştir; Örneğin kendilerinin ve eşlerinin isimleri, her ikisinin de "halkın babası" olması, Brahma'nın binek kuşu ve dört kollu olmasına karşılık İbrahim'in bir kuşu dörde bölüp dört bir yanda farklı tepelere bırakması ve çağırdığında kuşun parçalarının bir araya gelerek dirilmesi gibi. Rahman ve Rahim kelimelerinin kaynağını aldığı RHM kökü Akadca gibi antik diller başta olmak üzere birçok Ortadoğu, İran ve Hint dillerinde ortak kullanımlara sahiptir. Kelimenin hangi dilden kaynaklandığı ve diğer dillere geçtiği konusunda dillerin gelişim evreleri, tarih ve kronoloji bilimlerinden faydalanılabilir. Adın Sami dillerinde baba anlamına gelen "Ab" ve yüce anlamına gelen "Raam/Raham" kelimelerinin birleşiminden kaynaklanmasıyla ortaya çıkan anlamı; “yüce baba” veya yüceltilmişlerin babası’dır. Ab = "Baba;" Hir veya H'r = "Baş; Üst; Yüceltilmiş;" Am = "Halk." Dolayısıyla, Abhiram veya Abh'ram "Yüceltilmişlerin Babası" veya “halkın babası” anlamlarına gelmektedir. İbranice'de Rakham = "İlahi merhamet", Ab raham; merhametin veya "merhametlilerin babası" anlamlarına gelir. Yahudi ırkının Hindistan ile bağlantılı olduğunu savunan bazı araştırmalara göre; Brahma ve Abraham aynı kişidir, "Abraham" Brahma kelimesinin yanlış telaffuzundan başka bir şey değildir. Keşmir dilinde "Ab" veya "Ap" baba, Ram’dan türeyen "Raham" ilahi merhamet anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, Ab-Raham = İlahi merhametin babası anlamına gelir. Diğer bir teori; Çok tanrıcı "Brahm-Aryan" kültüne sırt çeviren bir rahibin "A-Brahm" (Gayri-Brahman) olarak nitelendirilmesiyle ismin türetilmesidir. (Devamı...)


7 Haziran
Orta Doğu Teknik Üniversitesi 15 Kasım 1956 tarihinde, zamanın Türkiye başbakanı Adnan Menderes, Karayolları Genel Müdürü Vecdi Diker ve bir grup İTÜ'lü akademisyen tarafından Ankara'da kurulmuş bir devlet üniversitesi. Mersin'de bulunan Deniz Bilimleri Enstitüsü ve KKTC'de bulunan ODTÜ KKK (Kuzey Kıbrıs Kampüsü) dışında bütün binaları aynı kampüstedir. Bugüne kadar 120 binin üzerinde mezun veren üniversitenin eğitim dili İngilizcedir.

Yabancı dilde eğitim vermek, merkezî bilgisayar sistemi kurmak, üniversite müzesi açmak, teknokent kurmak, internet bağlantısı gerçekleştirmek gibi ülke çapında birçok ilki gerçekleştiren üniversite, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemi ile yalnızca en üstteki %3'lük dilimden öğrenci kabul etmektedir. 2014'te Times Higher Education Dünya Üniversite Sıralaması'nda 85. sırada yer alan ODTÜ, bu listede ilk yüze girebilen tek Türkiye üniversitesi olmuştur. Devamı...


Muhabbet kuşu papağan türleri içerisinde yer alan, evcil bir kuş türü.Avustralya kıtasına özgü Melopsittacus cinsinin içinde yer alan tek türdür. Küçük, uzun kuyruklu bu kuşlar yabani ortamda genel olarak yeşil veya sarı tüy rengine ve kanatlarında siyah taralı çizgilere sahiptir. Bu alımlı dış görünüşlerinden ötürü, muhabbet kuşları, dünya genelinde yoğun olarak evcil olarak beslenmektedir. Evlerde beslenen muhabbet kuşları mavi, beyaz, tamamen sarı veya tamamen beyaz renge sahip olabildikleri gibi, çok farklı kombinasyonlarda olabilirler. Öyle ki bazı muhabbet kuşlarının ibikleri bile bulunabilmektedir. Doğal ortamlarında ağırlıklı olarak tohumla beslenen bu tür, Avustralya'nın kurak bölgelerindeki zorlu koşullarda beş milyon yıldan beri varlıklarını sürdürmektedir. Ömürleri 15 yıl kadardır.

Muhabbet kuşu, cennet papağanı (Agapornis roseicollis) ile beraber dünya çapında yoğun olarak evcilleştirilen iki papağan türünden biridir. Geniş kitlelerce bu kuş türü en bilindik evcil papağan ve kafes kuşu olarak bilinmektedir. Bilinen ilk muhabbet kuşu evcilleştirme girişimleri 1850'lere kadar uzanmaktadır. Devamı...


8 Haziran
Panama Kanalı Orta Amerika'nın en güney ülkesi Panama topraklarında yer alır ve Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus'u birbirine bağlayan su yoludur.

İnşaat ABD tarafından tamamlanmış ve kanal 1914'te hizmete açılmıştır. 77 kilometre uzunluğundaki kanalın yapımı sırasında, sıtma ve sarıhumma gibi hastalıklardan büyük toprak kaymalarına kadar her türlü güçlükle karşılaşılmış ve yaklaşık 27.500 kanal çalışanı bu süreçte can vermiştir.Bu kanal Güney Amerika ve Kuzey Amerika'yı birbirinden ayırır. Bugün New York'tan San Francisco'ya giden bir geminin, Panama kanalını kullanarak 9.500 km yol yapması, Horn Burnu'nun dolaşılmasını zorunlu kılan eski günlerdeki 22.500 km yola oranla büyük bir kolaylıktır. Açılışından 2002 yılına dek, yaklaşık 800.000 geminin geçtiği tahmin edilen Panama Kanalı'ndan her yıl 14.000'den fazla gemi geçmekte olup taşınan yük miktarı 203 milyon tonu bulmaktadır. Kanal boyunca yolculuk yaklaşık 9 saat sürmektedir.Ayrıca kanalda bulunan indirgeçli kaldırgaç sayesinde aşılması zor olan noktalarda gemiler ilerleyebilmekte ve hareketlenme kazanabilmektedir. (Devamı...)


Napolyon Bonapart (FransızcaNapoléon Bonaparte; d. 15 Ağustos 1769, Korsika – ö. 5 Mayıs 1821), Fransız asker, devlet adamı. Birinci Napolyon (Napoleon I) olarak 1804'ten 1814'e kadar (ve tekrardan 1815'te) Fransa İmparatoru.

Gerek Fransız Devrim Savaşları gerekse Napolyon Savaşları sırasında Fransa'ya önderlik ettiği gibi tüm Avrupa’yı da etkilemiş bir komutandır. Sözü edilen savaşların ve girdiği çatışmaların büyük bölümünü kazanmış; 1815'teki nihai yenilgisine kadar hızla Avrupa kıtasının hakimiyetini ele geçirmiştir. Tarihteki en önemli komutanlardan biri olan Napolyon’un savaşları dünyanın her yerinde askeri okullarda ders olarak okutulmaktadır ve kendisi Avrupa tarihinin en ünlü ve en tartışmalı siyasi figürlerinden bir tanesidir. Napolyon bir devlet adamı olarak tüm Fransa'da ve Avrupa'da büyük liberal reformlar uyguladı. Yönetimi sırasında bir halk eğitim sistemi kurmuş; feodalizmin kalıntılarını ortadan kaldırmış. (Devamı...)


9 Haziran
Konstantinopolis'in ilk Arap kuşatması 674 ile 678 yılları arasındaki Bizans-Arap Savaşları'nın büyük bir çatışması olup, Konstantinopolis'in savunmasının test edildiği sayısız zamanlardan biriydi. Savaş Bizans İmparatorluğu ve Arap Emeviler arasında oldu. Muaviye, (İlk Fitne Savaşını takiben) Emevi Arap İmparatorluğu hükümdarı olarak ortaya çıkmıştı ve Şam'ı başkent olarak yapmış ve stratejik hedef olarak Bizans İmpartorluğu'nun ortadan kaldırılmasını kabul etmişti. Bu nedenle 668de Muaviye oğlu Yezid komutası altında bir Arap ordusunu Bizans İmparatorluğu'na karşı göndermişti. Yezid ve ordusu bütün Anadolu'yu geçerek ta Boğaz'ın karşı tarafında olan Kalkedon (Kadıköy)'e kadar ilerlemişti. Özellikle Anadolu'da önemli bir Bizans şehri olan (şimdi Bolvadin yanında bir harabe olan) Amorium şehri Arapların eline geçmişti. Bu suretle karadan hücumun Konstantinopolis'i ele geçirmenin çok zor olduğu anlaşılmış oldu.

Muaviye'nin yeni şekilde Bizans İmparatorluğu'na hücumu Arapların geliştirdikleri donanma ile oldu. Bu yeni sayılan Arap donanması önce Ege Denizi açıklarında adalardan başlayarak Bizans ada ve sahil şehirlerini birer birer eline geçirmeye başladı. Bunlar arasında Rodos, Kos, Sisam ve Izmir sıra ile Araplar eline geçti. Bizans'ta IV. Konstantinos imparator iken 672'de Arap donanması Marmara'ya girdi ve Kapıdağ yarımadasının kıstağının hemen kuzeydoğusundaki eski Klasik Yunan şehri olan ve Roma ve Bizans dönemlerinde de önemini kaybetmeyen Kyzikos şehrini eline geçirdi. Araplar iki yil bu şehri tahkim edip bir donanma üssü haline getirdiler. Ayrıca orada donanmalarındaki gemilerini kuşatma silahları (büyük mancınıklar vb) ile donattılar. (Devamı...)


Abdullah Bey (doğuşunda Karl Eduard Hammerschmidt ), (d. 1800, Viyana - ö. 30 Ağustos 1874, İstanbul) Avusturyalı ve Osmanlı bilim insanı, doktor.

Osmanlı İmparatorluğu'nda jeoloji, paleontoloji ve zoolojiye önemli katkılar yapmış bir bilim insanıdır. Türk Kızılayı'nın kuruluşunda da önemli rol almıştır. Türk bilim tarihinde bilinen adı ile “Macarlı Miralay Abdullah Bey”, 1800 yılında Avusturya'nın Viyana şehrinde dünyaya geldi. Doğduğunda kendisine Karl Edward adı verildi. Babası, Transilvanya (Macaristan) doğumlu bir maliye memuru olan Anton Hammerschmidt'tir. Viyana Akademisi’nde felsefe öğrenimi gördükten sonra doğa bilimleri ile ilgilendi. Mineroloji, Jeoloji ve Fosil Bilim Dalında uzmanlaştı; Viyana’da bir de ziraat dergisi çıkardı. Doğa bilimlerinden, entomoloji (böcek bilim) alanında ün kazandı ve dönemin önemli bilimsel dergilerinden "Gazette Agronomique"te yazarlık yaptı. Entomolojideki uzmanlık alanı, böceklerin metamorfozu (başkalaşım) üzerinedir. 1830-1832 yıllarında Breslav ve Viyana'da dünyadaki her sınıftan 1000'den fazla böceğin metamorfozunu sergilemiş ve bu girişimiyle Breslav Leopaldina-Carolina İmparatorluk Akademisi tarafından ödüllendirilmiştir. 1837 yılında tıp doktoru oldu. Viyana üniversitesinde hem zooloji okutmanı, hem de cerrah olarak çalıştı. 1847-1848 arasında Dişhekimi Dr. J. Weigner ile "Eter Anestezisi" üzerinde yaptığı deneyler dünyada bilimsel anesteziolojinin öncü çalışmaları kabul edilir. (Devamı...)


10 Haziran
Hidrojen (Yunanca: ὑδρογόνο (İdrogono = su yapan); Latince: Hydrogenium), element sembolü H olan, 1 atom sayılı ametaldir. Standart sıcaklık ve basınç altında renksiz, kokusuz, metalik olmayan, tatsız, oldukça yanıcı ve H2 olarak bulunan bir biatomik gazdır. 1.00794 g/mol'lük atomik kütlesi ile tüm elementler arasında en hafif elementtir. Periyodik cetvelde sol üst köşede yer alır.

Hidrojen, evrenin kütlesinin %75'ni oluşturan ve evrende en çok bulunan elementtir. Ana hatta bulunan yıldızların çoğunluğu plazma halinde olan hidrojenden oluşur. Elementel hidrojen dünyada az bulunur. Endüstride metan gibi hidrokarbonlardan üretilebildiği gibi, pahalı olsa da suyun elektrolizinden de üretilebilir. Hidrojenin en yaygın doğal izotopu, nötronsuz protiyumdur. Hidrojen pek çok elementle bileşik verebilir, suda ve pek çok organik molekülde bulunur. Suda çözünen moleküller arasındaki asit-baz tepkimlerinde önemli rol oynar. Schrödinger denkleminin analitik olarak çözülebildiği tek nötral molekül olduğu için, hidrojen atomunun enerji basamakları ve bağ özellikleri kuantum mekaniğinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Hidrojen 1500'lü yıllarda keşfedilmiş, 1700'lü yıllarda yanabilme özelliğinin farkına varılmış, evrenin en basit ve en çok bulunan elementi olup, renksiz, kokusuz, havadan 14.4 kez daha hafif ve tamamen zehirsiz bir gazdır. Güneş ve diğer yıldızların termonükleer tepkimeye vermiş olduğu ısının yakıtı hidrojen olup, evrenin temel enerji kaynağıdır. -252.77 °C'de sıvı hale getirilebilir. Sıvı hidrojenin hacmi gaz halindeki hacminin sadece 1/700'ü kadardır. Hidrojen bilinen tüm yakıtlar içerisinde birim kütle başına en yüksek enerji içeriğine sahiptir. 1 kg hidrojen 2,1 kg doğalgaz veya 2,8 kg petrolün sahip olduğu enerjiye sahiptir. Ancak birim enerji başına hacmi yüksektir. (Devamı...)


IV. İvan ya da yaygın adıyla Korkunç İvan, (Rusça: Ива́н четвёртый, Васи́льевич, d. 25 Ağustos 1530, Moskova - ö. 18 Mart 1584, Moskova) son Moskova Knezi ve ilk Rusya Çarı. Henüz üç yaşında Moskova Knezliği'nin başına geçti. 1547'de taç giydi. Kararlı, etkileyici ve acımasız bir portre çizen İvan, büyük hırsları olan ve intikam duygusu oldukça yüksek bir Rus lideriydi. Tatarlar üzerine yaptığı birçok sefer bunun kanıtıydı. Düşmanları arasında korku salan, gözü kara, dengesiz kişiliğe sahip olan IV. Ivan bu yüzden kendine ihanet ettiği gerekçesiyle 1582 yılında oğlunu öldürdü.

Yaptığı çeşitli seferlerle Moskova Knezliği'ni genişletti. Bu durumdan faydalanarak kendini "Tüm Rusya'nın Çarı" ilan etti. Böylece devlet, Çarlık yönetim sistemine geçmiş oldu. 1550'de sivil ve ruhani büyüklerden teşekkül eden bir toplantı olan Sobor düzenledi. Toplantıda, Rusya'da yürürlükte olan devlet ve kilise kanunları ile nizamları üzerine konuşmalar yapıldı. Bu toplantıda karar alıcıları Mümtaz Heyet olarak adlandırıldı. Çar'ın en yakın müşavirleri sıfatıyla devlet işlerinde önemli rol oynayan Mümtaz Heyet, 1553'te İvan'ın gözünden düşmeye başladı. Metropolit Makari'nin etkisiyle kendini Tanrı inayetiyle hükümdar, Rusya'yı dilediği gibi idareye memur bir Çar diye telakki ediyordu. 1560'ta İvan'ın eşi Anastasya, geride İvan ve Fyodor adlı iki çocuk bırakarak öldü. Eşinin her yönden İvan üzerinde etkisi vardı. Eşinin ölümü İvan'ı zevk ve sefahat alemine dalmasına neden oldu. Yine bu dönemde yeni gözdeleri ortaya çıktı. Bunların da kışkırtmasıyla uzun zamandır içinde sakladığı arzular ve hevesler ortaya çıkmaya başladı. Bu süreçte birçok kişi sürgüne gönderildi. (Devamı...)


11 Haziran
Moby Dick (Beyaz Balina) , Amerikalı yazar Herman Melville'in dünyaca ünlü romanıdır.

Bana İsmail deyin” cümlesi ile başlayan roman, anlatıcı İsmail'in ağzından Kaptan Ahab adlı roman kişisinin Moby Dick adlı balinanın peşinde yaşadığı macerayı anlatır. İlk kez Ekim 1851'de Londra'da Richard Bentley tarafından ve Kasım 1851'de New York Harper&Brothers Yayınevi tarafından basılmıştır. Sonradan klasikleşen roman ilk yayımlandığı dönemde ilgi görmemiş, sadece 3000adet satılmıştı. Yirminci yüzyılda ün kazandı, üzerine incelemeler yazıldı ve defalarca sinemaya uyarlandı. Simgesel okumalara açık bir kitap olan Moby Dick ile ilgili olarak; Ahab ve Moby Dick arasındaki çatışmanın birey ile doğa, Ahab ve gemi mürettebatı arasındaki çatışmanın birey ile toplum arasındaki gerilimi yansıttğı; Ahab karakterinin 20. yüzyılın diktatörlerinin habercisi olduğu; geminin Amerikan toplumunu, acımasız Ahab’ın ise acımasız kapitalizmi ifade ettiği şeklinde okumalar yapılmıştır. Roman, Amerikan edebiyatının başyapıtı kabul eden eserlerin üretildiği “Amerikan Rönesansı” diye adlandırılan dönemde yazılmıştır. Aynı dönemde Nathaniel Hawthorne Kırmızı Leke (Scarlet Letter) (1850), Harriet Beecher Stowe Tom Amca'nın Kulübesi (1852), Walt Whitman Çimen Yaprakları 'nı(1855) yayımlamıştı. Kendi denizcilik tecrübeleri ve denizlerde yaşanmış başka olaylardan (1820'de Essex adlı bir Amerikan gemisinin bir balina tarafından batırılması ve 1839'da Şili'de Mocha Dick adlı albino balinanın öldürülüşü) esinlenerek bir balina avı öyküsü kurgulayan Melville, kitap taslağını arkadaşı Nathaniel Hawthorne'a göstermiş ve onun tavsiyeleri üzerine kitabı “hayatın anlamını keşfetme” üzerine simgesel bir romana dönüştürmüştür. (Devamı...)


Antonina Krivoşapka ya da tam adıyla Antonina Vladimirovna Krivoşapka (RusçaАнтонина Владимировна Кривошапка; d. 21 Temmuz 1987), Rus kısa mesafe koşucusu. 400 metrede yarışmaktadır.

Daha önce 2003 Dünya Yıldızlar Atletizm Şampiyonası'nda madalya kazanmış olan Krivoşapka, 2009'dan itibaren uluslararası başarılara imza attı. 2009'da Rusya salon şampiyonu olan sporcu, 2009 Avrupa Salon Atletizm Şampiyonası'nda 400 metrede zirveye çıktı. Aynı şampiyonada Rus 4x400 metre takımında, Natalya Antyukh, Darya Safonova ve Yelena Voynova ile birlikte bir altın madalya daha kazandı. Berlin'de yapılan 2009 Dünya Atletizm Şampiyonası'nda 400 metrenin favorilerinden olan Krivoşapka, 49.71'le Sanya Richards ve Shericka Williams'ın arkasında kalarak bronz madalya kazandı. Sporcu 4x400 metrede bir bronz madalya daha kazanmayı başardı. Krivoşapka 2010 başında yaşadığı sakatlık sonucu 2010 Dünya Salon Atletizm Şampiyonası'nı kaçırdı. Yıl sonunda 2010 Avrupa Atletizm Şampiyonası mücadelesinde 400 metrede bronz kazanırken, 4x400'de Rus takımıyla şampiyonluk unvanını korudu. 2010 IAAF Kıtalararası Kupa'da Avrupa 4x400 takımında yer alan sporcu burada gümüş madalya kazandı. (Devamı...)


12 Haziran
Sivas Kongresi Mustafa Kemal'in Amasya Genelgesi'ni açıkladıktan sonra bir çağrı üzerine I. Dünya Savaşı'ndan sonra işgale uğrayan Türk topraklarını kurtarmak ve Türk milletinin bağımsızlığını sağlamak için çareler aramak amacıyla seçilmiş ulus temsilcilerinin Sivas'ta bir araya gelmesiyle, 4 Eylül 1919 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında gerçekleşen ulusal nitelikte bir kongredir.

Sivas Kongresi'nde alınan kararlar, daha önce gerçekleştirilen Erzurum Kongresi kararlarını genişleterek tüm ulusu kapsar bir nitelik kazandırmış ve yeni bir Türk Devleti'nin kuruluşuna temel olmuştur; bu nedenle Sivas Kongresi'nin Türkiye tarihindeki önemi büyüktür. Sivas Kongresi'nde, Erzurum Kongresi'nde alınan vatanın bütünlüğü ve bağımsızlığıyla ilgili kararlar aynen kabul edilmiştir. Kongre aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi'nin ilk kurultayı olarak kabul edilmektedir. Kongrede doğu illeri adına delege olarak Erzurum Kongresi'nde seçilen Heyet-i Temsiliye (Temsil Kurulu) üyeleri bulunuyordu. Batı ve Orta Anadolu illerinden gelen diğer temsilcilerin de katılımı sayesinde Sivas Kongresi, ulusal bir kongre niteliği kazanmıştı. Kongreye katılan delege sayısı tartışmalı bir konudur. Ankara gibi bazı illerde vâlilik baskısı ile delege seçimi gerçekleşememiş, bazı illerden seçilen delegelerin ise yola çıkması engellenmiş, bu nedenle kongreye katılamamış veya kongre çalışmaları bittikten sonra Sivas’a gelebilmişlerdi. Sonradan katılanlar'la birlikte delege sayısının 41'i bulduğu söylenebilir (Farklı kaynaklara göre 31,33, 38 katılımcı vardır.) Delegeler Kongrenin ilk oturumunda İttihat ve Terakki ile bir bağları olmadığını ispat için bir yemin metni hazırlamıştır. (Devamı...)


Hermann Hesse ya da tam adıyla Hermann Karl Hesse (takma adı: Emil Sinclair); 2 Temmuz 1877, Calw; 9 Ağustos 1962, Montagnola, İsviçre. Almanya'da doğmuş İsviçreli yazar ve ressam.

20. yüzyılın en önemli yazarlarından biridir. İlk şiirini yirmi beş yaşında yazmıştır. 1904'te serbest yazarlığa başlamış olup romanları, öyküleri, denemeleri, şiirleri, politik makaleleri ve kültür alanındaki eleştirel yazılarıyla tüm dünyada 100 milyonu aşkın okura ulaşmıştır. Kendini kanıtlama, kendi olma, yazarın kendini yansıtması, bireyin kendini aşması gibi temaları içeren Bozkırkurdu, Siddharta, Peter Camenzind, Demian, Narziss ve Goldmund, Çarklar Arasında ve Boncuk Oyunu romanları yazarın en tanınan edebi eserleridir. 1946'da Nobel Edebiyat Ödülü olmak üzere 1954’te de bilim ve sanat alanında Pour le Mérite Ödülü’nü almıştır. 2 Temmuz 1877’de Almanya’nın Württemberg eyaletine bağlı Calw şehrinde doğmuştur. Hıristiyan bir misyoner aileden gelmekle beraber tutucu ve entelektüel bir aile ortamı içinde büyümüştür. Annesi ve babası annesi Maria Gundert’in (1842–1902) doğduğu Hindistan’daki Basel Misyonu’nda görevliydi. Bir Baltık doktorun oğlu olan babası Johannes Hesse (1840 – 1916) Estonya’daki Weißenstein şehrinden gelmiştir. Babası Rus İmparatorluğu’nun bir Baltık Alman vatandaşı olduğu için (Estonya o zamanlar Rusya’ya bağlıydı.) Hermann Hesse de köken olarak Rus uyrukludur. Johannes Hesse, 1873'ten beri Calw şehrindeki “Calw Yayınevi” cemiyetinin bir üyesiydi. Yayınevinin başkanı Hesse’nin kayınpederi Hermann Gundert’ten (1814–1892) sonra Hesse 1893 yılından 1905 yılına kadar yayınevi başkanlığı ve müdürlüğü yapmıştır. Hesse’nin beş kardeşinden ikisi çok erken yaşta ölmüştür. Hesse, çok yaratıcı bir çocuk olduğu gibi güçlü bir ifade mizacına da sahipti. Yeteneği daha erken yaşlarda fark edilmiştir. Şiire ilişkin herhangi bir fikir eksikliği olmayıp harika resimler yapardı. Annesini ve babasını yetersiz görüp annesine 2 Ağustos 1881’de, babası Johannes Hesse’ye bir mektup yazmıştır. (Devamı...)


13 Haziran
Büyük Okyanus veya Pasifik Okyanusu; Amerika, Asya ve Okyanusya kıtaları arasında ve dünyanın en büyük okyanusu. Pasifik adını İspanya krallığı adına Dünya'yı dolaşan Portekizli denizci Ferdinand Magellan vermiştir. Magellan, günler süren zorlu ve fırtınalı koşullar altında adını verdiği Macellan Boğazı'ndan geçip bu okyanusa açıldığında, fırtınaların dinmesinden ve kendisini sakin suların karşılamasından dolayı Portekizcede "sakin" anlamına gelen "Pasifico" sözcüğünden yola çıkarak bu adı vermiştir. 179.7 milyon km² yüzölçümüne sahiptir. Neredeyse Atlas Okyanusu ve Hint Okyanusu'nun toplamı kadar yüzölçümü vardır. En derin yeri 11.034 metre ile Mariana Çukuru olup burası aynı zamanda Dünya'daki en derin noktadır. En kalabalık ada Tahiti'dir. Ayrıca Dünya'daki depremlerin %90'ı ve büyük depremlerin ise %80'i Pasifik bölgesinde oluşmaktadır. Bunun nedeni Büyük Okyanusun çok derin olmasıdır. 708.000.000 km³ hacmi vardır ve kapladığı alan Dünya'daki toplam karaların alanından biraz daha büyüktür. Okyanusun 3.000-3.500 metreden daha derin her yerinde sıcaklık 2 °C derecenin altındadır. Üzerinde irili ufaklı yaklaşık 20.000 ada bulunmaktadır. Buna karşın toplam yüz ölçümünün yalnızca %1 kadarı karadır. Japonya, Endonezya ve Yeni Gine vb. volkanik adalarla çevrilmiştir. Bu adalara "ateş çemberi" adı verilir. (Devamı...)

Cole Porter ya da tam adıyla Cole Albert Porter (9 Haziran 1891 – 15 Ekim 1964), Amerikalı besteci ve söz yazarı. Zengin bir ailenin çocuğu olarak Indiana'da dünyaya geldi. Otoriter dedesinin isteklerine meydan okuyarak hukuk okumak yerine müzikte mesleki eğitim aldı. Yavaş bir başlangıcın ardından 1920'lerde başarı elde etmeye başladı ve 1930'larda Broadway'in müzikal sahnesi için en önemli bestecilerinden biri oldu. Birçok başarılı Broadway bestecisinin aksine Porter, hem besteci hem de söz yazarıydı.

1937'de sürdüğü at devrilince bacakları ezildi ve hayatının geri kalanında sakat olarak yaşadı. Bacaklarının kesilmesini reddetti. Daha sonraki hayatında tam 34 kere ameliyat olmak zorunda kaldı. 1940'lı yılların başında sakatlığının da verdiği etkiyle hit müzikaller çıkaramasa da, 1948 yılında “Kiss Me, Kate” müzikali ile en iyi müzikal dalında Tony Ödülü'nü kazandı.

Porter'ın diğer müzikallerinden bazıları Fifty Million Frenchmen, DuBarry Was a Lady, Anything Goes, Can-Can ve Silk Stockings. Başlıca hit şarkıları "Night and Day", "I Get a Kick Out of You", "Well, Did You Evah!", "I've Got You Under My Skin", "My Heart Belongs to Daddy" ve "You're the Top". (Devamı...)


14 Haziran
Air France'ın 4590 sefer sayılı uçuşu 25 Temmuz 2000 tarihinde meydana gelen bir uçak kazası.

Concorde'un önünden kalkan bir McDonnell Douglas Dc 10-30 tipi uçaktan düşen bir parça Concorde hızlanıp kalkarken sol arka tekerleğini parçalamış, tekerleğinden çıkan parça tekerin hemen üstündeki benzin deposuna gelip sızıntı yaratmasıyla uçağın arkasından alevler çıkmıştır. Uçak kalkıştan 1,5 dakika sonra, bir otele düşmüştür. Sadece uçaktakiler değil, oteldeki insanlardan bazıları da hayatını kaybetmiştir. 109 yolcu ve mürettebattan kurtulan olmamıştır. Bu kazadan sonra Concorde, güvenlik önlemleri sebebiyle emekliye ayrılmış, son uçuşunu 2003 yılında yapmıştır. 2 Şubat 2010 tarihinde bu 10 yıl önceki trajedinin davası başladı. Paris'in Pontoise banliyösünde başlayan bu davaların sonucunda Mahkeme, Continental Airlines'ı ve bir çalışanını suçlu bulundu. Amerikan firmasına 200.000 Euro para cezası kesildi. (Devamı...)


Nadir Şah (22 Ekim 1688, Deştgerd - 19 Haziran 1747, Fethabad), Afşar Hanedanı'nın kurucusu ve 1736-1747 yılları arasında İran şahı.

İran, Azerbaycan, Hindistan'ın kuzeyi ve Orta Asya'nın bir bölümünü içine alan büyük İran imparatorluğunu yarattı. Afganlar, Osmanlılar ve Babür İmparatorluğu'na karşı savaşlar kazandı. Zaferleri kısa bir süreliğine kendisini Ortadoğu'nun en güçlü hükümdarı haline getirdi ancak 1747 yılında öldürülmesinden sonra imparatorluğu kısa sürede dağıldı. Nadir Şah Asya'nın son büyük fatihiydi. Nadir Şah İran'ın en yetenekli askeri kumandanı kabul edilir ve Osmanlılar ve Babür İmparatorluğu arasında İran'a yeniden saygın bir yer getirdiği için övülür. Kaynaklarda Nadir Şah' ın, teşkilatçı, cesur, zeki ve çok enerjik bir yapıya sahip olduğu belirtilmiştir. Farsça’yı çok iyi bildiği halde Türkçe’yi (Çağatayca) kullanmayı tercih etmiştir. Hindistan’da Karnal savaşından sonra Türk-Hint hükümdarı Muhammed Şah'la, Nadir Avşar arasındaki görüşmede iki Türk hükümdarı Türkçe konuşmuşlardır. Askerî dehasından ötürü bazı tarihçiler kendisini İran'ın Napolyon'u ya da II. İskender olarak adlandırmışlardır. Türklük bilinci oldukça kuvvetli olan bir Türk hakan'ıdır. Nadir Şah, Safevilerin aksine Şii-Sünni birliğini sağlamak, Şiayı Caferiye ismi altında dört sünni mezhebin yanında beşinci İslam mezhebi saymak gibi bir anlayışı benimsedi. Bu anlayış; aslında onun iç ve dış politikasının temelini oluşturmuştur. Nadir, Horasan’daki Abiverd hudut bölgesinde yaşayan Afşarlar’ın “Kırklu/Kıruklu” obasına mensuptur. Kış için göç sırasında, Dasgird/Dergez köyüne ulaşıldığında İmam Kulu Beğ’in oğlu olarak doğdu ve Nadir Kulu adı verildi. Nadir’in babası İmam Kulu Beğ hakkında kaynakların bazılarında deriden elbise dikicisi veya kürkçü olduğu, bazılarında da çoban olduğu söylenmiştir. Küçük yaşta babasını kaybeden Nadir’in daha 14-15 yaşlarında iken bölgedeki diğer aşiretlerle mücadelelere katılmıştır. (Devamı...)


15 Haziran
Meksika devrimi (1910-1917), 20. yüzyılın ilk büyük devrimi.

Meksika devrimi 1876-1910 arasında Meksika'yı yöneten Porfirio Díaz’ın diktatörlüğünü devirmek amacıyla başladı. O tarihte Meksikalılar’ın %80’i köylüydü. Meksika burjuvazisinin krize çare olabileceği umuduyla Díaz diktatörlüğüne alternatif olarak öne çıkarmaya çalıştıkları Madero, serbest seçim ve tek dönemli başkanlık sistemi gibi politikaları savununca Diaz tarafından tutuklandı. Tutuklu olduğu süreçte düzenlediği seçimlerle kendini yeniden seçtiren Díaz, Madero’yu şartlı salıverdi. ABD’ye kaçmadan önce Díaz’ın başkanlığının geçersizliğini, haksızca el konulan toprakların sahiplerine iadesi talebini ilan eden bir planı da geride bırakan Madero, halkı ayaklanmaya çağırdı. Ayaklanmanın başlangıcı olarak 20 Kasım'ı belirlemişti.Ayaklanma tarihi yaklaştıkça Maderatistler hazırlıklarını hızlandırdı.16 kasımda askerler belirledikleri Maderatistler'i belirli bölgelerde toplamaya başladı.Onları kontrol altına alıp ayaklanmaya katılmalarını engellemeye çalışıyordu.Bu sırada devrime 72 saat kala Pueba şehrinde ilk silahlar ateşlendi. Aquiles Serdan'ın önderlik ettiği bir grup devrimci askerin bu uygulamasına karşı direndi ve kaçıp saklandı. Ancak askerler onları takip etti ve saklandıkları yerde kuşattı. Ertesi gün kuşatma sonuçlandığında Serdan ve tüm adamları ölmüştü.20 kasım günü devrim başladı. Şubat ayına kadar devrimciler ve Diaz'ın askerleri arasında küçük çaplı çatışmalar yaşandı.Şubat ayında ise devrimin ilk büyük muharebeleri başladı. Hala Texas'ta olan Madero Meksika'ya dönmeyi planlamakadır, ama Meksika hala güvenli değildir. Hem güvenli bir yer için hem de devrimin kalesi haline gelebilecek konumda bir yerin alınması için Pascual Orconzo adamları ile beraber Ciduad Juarez'e saldırdı, orada sadece 500 federal asker bulunuyordu ama tutunmayı başardılar. (Devamı...)


Selma Lagerlöf (d. 20 Kasım 1858, Marbacka, İsveç - ö. 16 Mart 1940, Marbacka, İsveç) İsveçli yazar. Efsane ve masallara dayanan yapıtlarıyla tanınmıştır. Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan hem ilk kadın yazar, hem de ilk İsveçli yazardır.

1858 yılında på Värmland'da Marbacka adlı bir çiflikte dünyaya geldi. Çocukken geçirdiği bir hastalık yüzünden bir süre sakat kaldı. Dönemin geleneklerine göre evde özel eğitim gördü. 1882 sonbaharında babasının rızası olmadan Stockholm'de öğretmen okuluna girdi. Eğitimi sırasında babası ekonomik sıkıntıya girdi ve Marbacka çiftliği satıldı. 1885'te babasını kaybeden Selma Lagerlöf aynı yıl Landskrona'da öğretmenliğe başladı. İki ciltlik romanı Gösta Berlings Saga'yı bu sırada yazdı. 1924'te Mauritz Stiller'in sinemaya uyarladığı roman, Lagerlöf'ün doğup büyüdüğü Vaermland bölgesinin en parlak dönemini, bölgenin demir döküm atölyeleri ve küçük malikanelerle dolup taştığı yıllardaki yaşamı anlatıyordu. 1890'larda İsveç'te romantizmin canlanışında önemli bir rol oynadı ve Osynliga Länkar (Görünmez Bağlar)'ı yazdı. 1895'te bir burs kazanınca,öğretmenliği bırakarak yurtdışı gezilerine katıldı ve kendini tamamen yazmaya verdi. İtalya'ya yaptığı ziyaretten sonra Antikrists mirakler (Deccal'in Mucizeleri)'i adlı sosyalist içerikli romanını yayımladı. Bunu en iyi yapıtlarından biri sayılan En herrgårdssägen (Malikane öyküleri) ile Mısır ve Filistin'de geçirdiği kışın etkisiyle yazdığı, kendisine İsveç'in en önde gelen romancısı niteliğini sağlayan iki ciltlik Jerusalem (Kudüs) izledi.Diğer önemli yapıtları arasında, özlü ve güçlü bir anlatımı olan Herr Arnes penningar (Bay Arnes'inHazinesi; 1904) yer alır. (Devamı...)


16 Haziran
Ürdün (Arapça:Il-Memleké'l Ürdüniyyé'l Haşimiyyé) ya da resmi adıyla Ürdün Haşimi Krallığı, Ortadoğu'da bulunan bir Arap ülkesidir. Kuzeyinde Suriye, kuzeydoğusunda Irak, güneyinde ve doğusunda Suudi Arabistan, batısında İsrail ve Batı Şeria yer almaktadır. Başkenti Amman olan Ürdün'ün resmî dini İslam, resmî dili ise Arapça'dır.

Ürdün İslamiyet yayılınca Arap-İslam Devleti'nin sınırları altındaydı. Bir dönem sonra; önce Memluk, sonra Osmanlı İmparatorluğu egemenliğine giren Ürdün, I. Dünya Savaşı sonunda Türk egemenliğinden çıktı. 1921 yılında İngiliz mandası olarak Mavera-i Ürdün Emirliği adını aldı ve başına da Şerif Hüseyin'in oğlu I. Abdullah geçti. I. Abdullah, İngilizlerden bağımsız hareket etmek isteyince öldürüldü ve yerine oğlu Tallal geçti. Akli dengesini yitiren Tallal tedavi olmak için İstanbul'a geldi ve yerine oğlu Hüseyin geçti. Hüseyin'in vefatından sonra ise yerini Kral II. Abdullah aldı. Ürdün, II. Dünya Savaşı'nın ardından bağımsız bir krallık oldu. 2012 yılındaki arkeolojik araştırmalar sonunda, tarihteki ilk amfitiyatronun Ürdün'ün Faynan Vadisi'nde MÖ 9600 yılı civarında yapıldığı ortaya çıkmıştır. Kömünal binaların bulunduğu bir köy de bulunmuştur. Tarımdan önce yerleşik hayata geçildiğinin ispatı, Neolitik Devrim kavramının yerleşik hayata geçme nedeninin tarım olduğu varsayımının sorgulanmasına da yol açmıştır. Ürdün isminin aslı Ürdün Nehri'n den gelir. Ürdün kelimesinin aslı olan JORDAN, "Jor" kelimesi; Ürdün'deki Kutsal Elmar nehrinden, "Dan" ise; bazı dillerde o bölgedeki yaşayan halka verilen isimdir. Zaman içerisinde "Urdun" ismini almıştır. Araplar ise onu El-Urdun olarak adlandırmışlardır. Komşu bölge Ürdün Nehri'nin orada doğup bitmesi dolayısı ile Filistin ve Ürdün olarak bilinir. Ürdün kelimesinin ise güç ve azamet anlamı vardır ve bu ismin Nuh (a.s)'ın torunlarından biri olduğu söylenir. (Devamı...)


José Raúl Capablanca (19 Kasım 1888 - 8 Mart 1942) Kübalı dünya satranç şampiyonu. 1921 ile 1927 yılları arasında dünya satranç şampiyonu unvanını taşımıştır. 1921 yılında Emanuel Lasker'i Havana'da yenerek unvanı kazanmış, 1927'de Alexander Alekhine'e yenilerek bu unvanı devretmiştir.

Satranca 4 yaşında başlamıştır. 12 yaşında Küba şampiyonu J.Corzo'yu yenerek Küba şampiyonluğunu kazanmıştır. 21 yaşında Amerikan şampiyonu Marshall'ı yenmiştir. 1911 San Sebastian uluslararası satranç turnuvasını kazanmıştır. 1914 yılında Petersburg uluslararası satranç turnuvasında Emanuel Lasker'in yarım puan arkasından ikinci olmuştur. I. Dünya Savaşı'nın başlaması ile beraber Emanuel Lasker ile şampiyonluk unvan maçı ertelenmiş ve ancak 1921 yılında oynanabilmiştir. 4 galibiyet, 10 beraberlik sonrası ve maç kaybetmeksizin Lasker'den şampiyonluk unvanını almıştır. Londra 1922 turnuvasını ezici bir üstünlükle kazanmıştır. Ancak 1924 New York tunuvasında ikinci, 1925 Moskova turnuvasında üçüncü olur. Bu dönemde otörler Capablanca'nın zirveye ulaştıktan sonra artık ilerlemeye ve oyununu geliştirmeye yönelik itici gücün kaybolduğu konusunda görüş bildirirler. Capablanca'nın zaten satrançla ilgili çok çalışmadığı ve doğal yeteneği ile bu başarıları kazandığı söylenir. Aldığı üçüncülükten sonra daha sıkı çalışmaya başlar ve 1927 New York turnuvasını bütün maçları kazanarak kazanır. İkinci olan Alexander Alekhine Capablanca ile şampiyonluk unvan maçı oynamaya hak kazanır. Bu turnuvadan sonra Capablanca yenilmezliğine iyice inanır ve unvan maçı ile pek ilgilenmez. Oysa Alexander Alekhine Capablanca'nın oyun tarzını yoğun bir şekilde inceleyerek unvan maçına hazırlanmıştır. Tüm satranç dünyasını şaşkınlığa uğratarak Capablanca 1927 yılında unvan maçını 6 mağlubiyet ve 3 galibiyet ile kaybetmiştir. (Devamı...)


17 Haziran
Manş Denizi (İngilizce English Channel; Fransızca La Manche). Büyük Britanya'yı Fransa'dan ayırır, Atlas Okyanusu ile Kuzey Buz Denizi'ni birleştirir. Uzunluğu 563 km (350 mil), en geniş yeri ise 240 km'dir (150 mil). Deniz oldukça sığdır. Ortalama derinlik 63 metre kadardır.

Dover boğazı (Strait of Dover) kanalın en dar kısmıdır. Dover'den Cap Griz Neze sadece 34 km (21 mil) dir. Manş Denizinin doğu ucunda yer alır ve Kuzey deniziyle karşılaşır. Antik Roma hegemonyası döneminde kanal Latince Oceanus Britanucus olarak biliniyordu. Daha sonra British Sea İngiliz Denizi olarak adlandırıldı. Victoria zamanında kanal ayrıca Gümüş hat olarak da biliniyordu. William Camden, Britannica (1586) da İngiliz Denizi olarak isimlendirildiğini fakat ayrıca İngiliz denizciler tarafından kanal olarak adlandırıldığını söyler. Yaklaşık 1450'deki haritada kanal, İngiliz Kanalı Canalites Anglie olarak adlandırılır. Kanal derinliği Dover ve Calais arasında 45 m dir. Buradan doğu tarafına doğru deniz sığlaşmaya devam eder. Broad Fourteens de yaklaşık 26 metredir. Kanalda, Fransa'ya yakın olan kısımda adalar yer alır. Scilly Adaları, Birleşik Krallık ve Ushant Fransa'da kanalın sonunun batı ucunda yer alır. Kanal Britanya için doğal bir savunma açkısı, anahtarıdır. Araya girerek ve nadiren tehlikeli bir şekilde göz dağı vererek (Avrupa savaşlarında). Savaşlarda dikkate değer en önemli olaylar; Napolyon'a karşı Napolyonik Savaşları süresinde ve Nazi Almanyası'na karşı II. Dünya Savaşı'nda. Buna rağmen kanal birçok istilaya sahne olmuş ve istila akınları denenmiştir. (Devamı...)


Augustinus ya da Aurelius Augustinius, (d. 13 Kasım 354 - ö. 28 Ağustos 430) Aziz Augustinius (Augustinos) olarak bilinen filozof ve tanrıbilimci.

Augustinus (354 - 430) yılları arasında yaşamış olan ünlü Hristiyan düşünürdür. Devleti tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak tanımlar. Temel eserleri: Civitas Dei ("Tanrı Devleti" veya "Tanrı'nın Şehri"), Confessiones (İtiraflar), Epistolae (Mektuplar)’dır. Augustinus, bir tanrıbilimci olmasının yanı sıra, Batı düşüncesi içinde ünlü ve etkili filozoflarındandır. Onun yapıtları tanrıbilimsel olmakla birlikte, felsefi sorunları da içeren nitelikler göstermesi bakımından ayrıca önem taşımaktadır. Sonradan modern felsefe de tartışılacak olan pek çok tartışmayı Augustinus'un yürüttüğü görülür. 354’te Roma İmparatorluğu’nun kuzey batı Afrika eyaleti Thagaste’de doğdu. Pagan bir baba olan Patricius ve Hıristiyan bir anne olan Monica’nın çocuğudur. Yaşadığı zamanlar Roma'nın çöküşüne, ve Hıristiyanlığın kabulunün hemen ertesine denk gelir. Ataları muhtemelen Kartacalı Berberiler olan Augustinus, Roma kültürü içinde eğitilir ve Latince dışında hiçbir dil öğrenmez. 17 yaşında Kartaca’ya gider. Bir yandan Roma Afrikası’nın başkentinde yaşayan öğrencilerin çalkantılı yaşamına katılırken bir yandan da Latin tarihçileri ve şairleri inceleyerek retorik konusunda kendisini yetiştirir. (Devamı...)


18 Haziran
Çocuk bebeklik ve ergenlik çağları arasındaki insan. Genellikle konuşma ve yürüme kabiliyetleri kazanıldıktan sonra çocukluğun başladığı; cinsel gelişimin başladığı ergenlik dönemi ile birlikte çocukluk döneminin bittiği kabul edilir. Ama bu tanımlamalar görecelidir ve kesin sınırları yoktur. Birleşmiş Milletlerin raporlarında 0-18 yaş arasındaki insanlar çocuk kabul edilirler. Bunun haricinde çocuk kelimesi sıklıkla evlat anlamında da kullanılır.

Tarihçi Philippe Aries'in çalışmaları, Orta Çağ boyunca, çocukluğun kendine özgü doğasının bilinmediğini ortaya koymuştur. Orta Çağ sanat tarihi, modern anlamıyla "çocuk" teriminin o dönem dünyası içinde hiçbir yeri olmadığını kanıtlamaktadır. Dönem resimlerindeki çocuklar, sıradan çocuk özellikleri göstermekten uzaktır. Yüzleri ve kas yapılarıyla, yalnızca küçük ölçekle çizilmiş yetişkin birer insandırlar. Toplumsal yaşam açısından ise, bu dönem boyunca ve 16. yüzyıla kadar çocuk, ailesinin yanı sıra ilişki kurduğu diğer yetişkinlerin uygun hareket ve davranışlarını gözlemleyerek toplumsallaşan küçük ve zayıf bir varlık, küçük bir insan olarak algılanmaktaydı. Çocuk, yalnızca bedeni ve gücüyle yetişkinlerden ayrılıyordu. Aries'in yüzeyselliğini vurguladığı tek çocukluk duygusu olan nazlanma, çocukluğun ilk yıllarına ilişkindi. Küçük insanı ailenin evcil hayvanlarıyla bir tutan bu duyguydu. Bu dönemde çocuklarla 'edepsiz küçük maymunlar'mış gibi eğleniliyor, içlerinden biri öldüğünde çok fazla üzerinde durulmuyordu. "Ölen çocuğun yerini bir başkası alır" mantığı hakimdi. 17. yüzyıldan itibaren, bu zihniyeti altüst edecek iki gelişme yaşandı. Çıraklığı bir eğitim yöntemi olarak ele alan özel bir kurumun -okulun oluşturulması, çocuğu yavaş yavaş yetişkinlerden ayırdı. (Devamı...)


Folke Bernadotte ya da tam adıyla Kont Folke Bernadotte (af Wisborg) (d. 2 Ocak 1895 - ö. 17 Eylül 1948), İsveçli asker, insan hakları savunucusu ve diplomat. Arap ülkeleri ile İsrail arasında Birleşmiş Milletler adına arabuluculuk yaptığı sırada öldürülmüştür.

İsveç kralı V. Gustaf'ın yeğeniydi. 1918'de İsveç ordusuna girdi. İzci hareketinde görev aldı. II. Dünya Savaşı'nda İsveç Kızılhaç Örgütü'nün başına getirildi ve birçok savaş tutsağına karşılıklı değişimini sağladı. Alman toplama kamplarında yaklaşık 20 bin kişiyi kurtararak saygınlık kazandı. Avrupa'nın savaşan bütün ülkelerinde çok iyi tanındığı için, Nazi ileri gelenlerinden Heinrich Himmler, Almanya'nın İngiltere ve ABD'ye kayıtsız şartsız teslim olması, ama Sovyetler Birliği'ne teslim olmaması, direnmeyi sürdürmesi biçimindeki sonuçsuz önerisini onun aracılığıyla iletti. Bernadotte, kabul edilme şansının olmadığını söyledi, ancak Batılı Müttefikler ve İsveç Hükümeti öneriyi yine de kabul etti. Bununla birlikte, girişim sonuçsuz kalmıştır. 20 Mayıs 1948'de BM Güvenlik Konseyi'nce Filistin'de arabuluculuk görevine atanan Bernadotte, Arap ülkeleri ile İsrail'in, 11 Haziran'da yürürlüğe giren BM ateşkes kararını gönülsüzce de olsa kabul etmesini sağladı. Ama Arap mültecilere, artık İsrail Devleti'nin parçası durumuna gelmiş bulunan yurtlarına dönme izni verilmesini önerdiği için kısa bir sürede düşman kazandı. Bir dizi ölüm tehdidinin ardından, Fransız Hava kuvvetleri albaylarından BM gözlemcisi André-Pierre Serot ile birlikte aşırı Yahudi militanlarca öldürüldü. (Devamı...)


19 Haziran
Banknot taşıyana üzerinde yazan miktarın ödenmesinin, çıkaran kuruluş tarafından garanti edildiği, faiz taşımayan yasal ödeme aracıdır. İngilizce'deki bank ve note yani banka ve not kavramlarının birleşiminden gelir. Banknotun, altın, gümüş, döviz gibi menkul kıymetlerden teşekkül eden bir karşılığı bulunmayabilir. Eskiyen para tedavülden çekilerek imha edilir. Kağıt paraların eskime süreleri Türkiye'de 3,ABD'de 18, Almanya'da 55, İngiltere'de ise 10 yıldır.

Banknot, 17. yüzyıldan başlamak üzere bilhassa tarihte I. Dünya Savaşına kadar geniş bir tatbik sahası bulmuştur. Emtia (mal), arazi gibi servet unsurlarının karşılık olarak kullanıldığı görülmüşse de, altın ve gümüş gibi kıymetli madenler, en ziyade kullanım sahası bulan karşılıklar olmuştur. Banknotlar, bankalar tarafından ihrac edilebildiği gibi devlet tarafından da çıkartıldığı görülmüştür. Banknotlar, yüzde yüz bir karşılık gösterilerek ihraç edilirse, bu kâğıttan paraya temsili kâğıttan para adı verilmektedir (altın ve gümüş sertifikaları). Kısmi bir karşılığı olan kâğıttan paraya ise itimada dayanan kâğıttan para veya banknot denilmektedir. Banknotlar itibar görmeleri için döviz ve/veya kıymetli madenlere dayalı çıkartılarak hayatlarına başlamış olsalarda gönümüzde bunlar için tutulması gereken bir zorunluluk bulunmamakta ve dolayısıyla büyük kısmı itibari olarak basılmaktadır. Banknot, para birimi yasasından sonra yetkili bankalar tarafından tedavüle çıkarılmış, tutarı para değeri birimlerinin ortalaması üzerinden belirlenen kâğıt paradır. (Devamı...)


Publius Vergilius Maro (15 Ekim MÖ 70 - 21 Eylül MÖ 19) yüzyılda yaşamış ünlü bir Romalı şairdir. Roma İmparatorluğu'nun destanı olarak kabul edilen Aeneis'in de yazarıdır.

Dante'nin İlahi Komedya'sındaki ana karakterlerden biridir. Vergilius bu eserde cehennemde Dante'yi gezdirmeye yardımcı olmuştur. Kuzey İtalya'nın Mantua yöresinin Andes bucağında 15 Ekim MÖ 70'te gündelikçi işçi, çiftlik yanaşması, tuğla ustası, çömlekçi gibi türlü işlerde çalıştığı sanılan bir baba ile Cremona'nın Magius soyundan Magia Polla isimli bir anneden dünyaya gelmiştir. Aynı anne ve babadan Silon ve Flaccus adında iki de kardeşi olmuş, biri çocuk yaşta diğeri genç yaşta ölmüştür. Babasının ölümü üzerine annesi Magia Polla bir kez daha evlenip sonraları Vergilius'unda mirasının bir kısmını bırakacağı Valerius Proculus isimli bir erkek çocuğu daha dünyaya getirmiştir. Oldukça canlı bir doğada çocukluğunu babasının çiftliğinde geçiren Vergilius, ilk öğretimini Cremona'da tamamlayıp, on beş yaşlarında Milano'ya geçer. Sonra da Roma'ya gidecektir. Hellenistiğin; Epicurusçuluk, Orpheusçuluk, Stoacılık gibi türlü akımlarını, başta Cato, Lucretius, Varrius, Varro olmak üzere Roma ozanlarını tanır. Augustus'un yardımıyla Sibylla kitapları'nı okumuş olabilir(?). Homeros'u ve Apollonius Rhodius'u oldukça iyi öğrenir. Öğrenimini tamamladığında sıkılgan mizacı yüzünden hukukta ve devlet işlerinde kendini gösterememiştir. Tek bir davaya bakıp kaybedince oldukça çabuk vazgeçer. (Devamı...)


20 Haziran
Birahane Darbesi (Almanca: Bürgerbräukellerputsch ya da Hitler-Ludendorff-Putsch ya da Hitlerputsch), Adolf Hitler'in Bavyera'nın yönetimini devralmak için 8-9 Kasım 1923 tarihinde organize ettiği başarısız darbe girişimidir.

Nazi Partisi üye sayısını arttırmasına rağmen Bavyera dışında fazla tanınmıyordu. Hitler'in o zamanlar aklında, burada bulunan silahlı tüm Weimar Cumhuriyeti karşıtlarını kendi önderliği altında toplayarak, ordunun da (o zamanki adıyla Reichswehr) desteğiyle Bavyera hükümetini ele geçirip Berlin'e karşı yürüyüşe geçmek ve Weimar Cumhuriyeti'ni yıkmak vardı. Bavyera'ya üçlü bir diktatör yönetimi hakimdi: Devlet Komiseri Gustav von Kahr, Reichswehr komutanı General Otto von Lossow, Devlet Polisi başkanı Albay Hans von Seisser. Bu yönetim, merkezî yönetimin ilettiği her talimatı yerine getirmiyordu. Özellikle Hitler'in yayın organının ve Nazilerin faaliyetlerinin durdurulmasına yönelik emirler uygulanmıyordu. 8 Kasım 1923 akşamı Münih ticaret örgütlerinin, Bürgerbräukeller isimli bir birahanede düzenlediği gecede konuşma yapmakta olan von Kahr ve orada bulunan yönetim ekibi, Adolf Hitler ve ona bağlı 600 silahlı adamının müdahelesiyle rehin duruma düştüler. Hitler bu üçlünün kendisiyle işbirliği yapmasını talep etti. Ancak üçü de bu konuda isteksizdiler. Bu aşamada Hitler'e Almanların I. Dünya Savaşı'ndaki efsanevi komutanı Erich Ludendorff yardımcı oldu ve görünüşte Hitler'e katıldılar. Birahane çıkışında oluşan kargaşada bu üçlü görev yerlerine kaçmayı başarmış ve Hitler, Ludendorf'la başbaşa kalmıştır. Ertesi gün 9 Kasım sabahı Hitler ve Ludendorff bir hücum taburunun önünde Münih'in merkezine doğru yürüyüşe geçtiler. Şehrin merkezine giden yolları kapatan polis taburlarıyla çıkan çatışma Hitler için başarısızlıkla sonuçlanmış ve hücum taburu dağılmıştır. Olayda 16 Nazi ve 3 polis ölmüştür. Ludendorff olay yerinde tutuklanmış, Adolf Hitler ise oradan kaçmış ve iki gün sonra o da yakalanmıştır. (Devamı...)


Paracelsus ya da tam adıyla Phillipus Theophratus Bombastus von Hohenheim. (d. 11 Kasım veya 17 Aralık 1493 Zürih - ö. 24 Eylül 1541, Salzburg). Almanca konuşan İsviçreli doktor ve kimyager. 16. yüzyılın önemli bilim insanlarından ve modern tıbbın kurucularından biri olduğu kabul edilir.

Doktor olan babasından ilk temel bilgileri aldıktan sonra üniversiteye gitmiş ancak burada edinmiş olduğu bilgiler kendisini tatmin etmediği için çeşitli bilim merkezlerine yolculuklar yaptı. Paracelsus, günün tedavi şekline, otoritelerin tıbbi kuramlarına karşı çıkmış ve bunun sonucunda, biraz da çılgın tavırlarıyla, bir tür sembole dönüşmüştür. Çılgınlıkları o zamanki geleneksel tıbbın eskidiği ve artık yenilenmesi gerektiği şeklindeki tepkisinin bir göstergesidir. Akademik olan her şeye meydan okumuştur. Zamanında uygulanan tıp uygulamasına hayatı boyunca karşı çıkmış ve mücadele vermiştir. Aklı sürekli çalışan, kuramlar üreten biridir. Onun, geçmişle olan savaşının en somut şekli, öğrencilerin yaktığı geleneksel ateşte herkesi gözü önünde İbn-i Sina, Hipokrates ve Galen gibi otoritelerin kitaplarını yakmasıdır. Böylece, Orta Çağ'da dogmatik hale gelen Galen, İbn-i Sina gibi, yeni gelişmelerin önündeki engeller olarak gördüğü hekimlerin kimliklerinde, eski tıbba son verdiğini sembolize ediyordu. Bu hareketiyle büyük bir tepkinin doğmasına sebep olan Paracelsus, hemen hiçbir yerde fazla kalamayıp, kent kent dolaşmıştır. Paracelsus, tıp eğitiminde geleneksel olarak kullanılan Latince yerine derslerini Almanca vermiştir. Paracelsus'a göre, bir cerrah bütün bitkileri tanımak, bilmek zorundadır; onları nasıl kullanacağını, onların çok hızlı mı yoksa yavaş mı etki ettiğini bilmek zorundadır. Ayrıca, onların etkilerinin bilinmesi gerekir, etkilerinin kaslar mı, kemikler mi yoksa damarlar üzerinde mi olduğunun cerrah tarafından bilinmesi lazımdır. Örneğin balsamın kırık için mi, yoksa yaralarda mı etkin olduğunun bilinmesi gerekir. Buna ilave olarak, yaranın açık ve korumasız olmasına göre, uygun bir pansumanla, yarayı temizleyip, onu dış etkilerden korumalıdır. Mümkün olduğu kadar doğanın tedavi gücünün yarayı iyileştirmesine yardımcı olmalıdır. Bu da her şeyden önce iyi beslenme ile mümkün olur. (Devamı...)


21 Haziran
Cadı birçok dinde ve mitolojide kötü amaçlarla kullandığı doğaüstü güçleri olduğuna inanılan kişi. Popüler kültürde siyah pelerinli, sivri başlıklı, süpürgesiyle uçan bir kadın olarak resmedilir.

Cadılık, büyücülük ile yakından ilişkilidir. Her büyücü bir cadı değildir ancak bir cadının iyi bir büyücü olması gerekir. Mistisizmle ilgilenen kişiler cadılığı şöyle tanımlar: "Cadılar; kötüdürler, olumsuz ve yıkıcıdırlar. Mistik bilimlere dair uzmanlıkları inanılmaz güçlerle donatır onları. Olayların akışını ve insanların hayatını, zarar vererek değiştirebilirler. Amaçları çok büyük bir zenginliğe ulaşmaktır. Bu da, sadece diğerlerine zarar vererek elde edilebilir. Onlara bir şekilde ters düşmüş kişilere acı çektirebilir, hastalık verebilir, hatta öldürebilirler. Topluluk olarak yaşayan kadın grubundan oluşur ve kara kraliçe olarak adlandırılan yetenekli liderleri vardır." Mistisizmle ilgilenen çoğu kişi, İslam dininde olup mistizimle uğraşan insanlar dahil, mistik bilimlerde uzmanlaşmış ve kötülüğe kendini adamış kadınlara, yani cadılara inanırlar. Cadılık günümüzde bazı kişiler tarafından bir din olarak kabul görmeye başlamış olsa da aslında cadılık sadece mistik uzmanlıkları olan ve metafizik gibi günümüzde halen açığa kavuşmamış bilimlerin sistemini ve formüllerini ileri derecede bilen ve bu bilimlerde uzman olan kişilerden ibarettir. Cadılık esasında Şaman Dininin daha modernize ve sistematik şekli olarak görülebilir. (Devamı...)


Federico García Lorca (5 Haziran 1898 – 19 Ağustos 1936) İspanyol şair ve oyun yazarı, aynı zamanda ressam, piyanist ve bestecidir. 27 kuşağının ("Generación del 27") sembol üyelerinden birisidir. İspanya İç Savaşı'nın başlangıcında 38 yaşında iken milliyetçiler tarafından öldürülmüştür.

1898 yılında, İspanya'nın Granada bölgesindeki Fuente Vaqueros kentinde doğan İspanyol şair Lorca, yüzyılının en büyük iki İspanyol şairinden biri olarak kabul edilir. Lorca'nın başarısında çocukluğunun büyük payı vardır. Granada'nın Fuentevaqueros kasabasında, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Lorca'nın babası ateşli, canlı, neşeli bir adam; annesi ise sessiz ve ağırbaşlı bir kadındı. 1928'de yazdığı Romancero gitano (Çingene Baladı) ile ün kazanan Lorca, Salvador Dalí ile birlikte İspanya'nın çağdaşlaşması için çalışan sanat adamlarından birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Şiirde, politikada ve ahlak anlayışında modernliğin savunucusu olan Lorca, eşcinsel olması nedeniyle Katolik Kilisesi ile arasının açılmasına neden olur. 1918'de, Burjuvazi sınıfını, yeryüzünü şiirle doldurmuş olan İsa'yı katletmekle suçlayan Lorca, geçtiğimiz günlerde gelmiş geçmiş en başarılı edebiyat eseri seçilen Cervantes'in Don Quixote (Don Kişot)'u bir İsa figürü olarak ele alanlara katılır. Şair kavramını acılar çekmesi gereken bir kimse ile özdeşleştiren Lorca, İsa'nın hem katledilişini kınar, hem de kanının akması gerektiğini ifade eder. "New York'ta Bir Şair" adlı eserinde Manhattan'ı, cesede doymayan bir mezbahaya benzeten Lorca, "hayvanların can çekişenler için öldürülüşünü" kaleme alarak kafasındaki batı anlayışına yönelik eleştirel yaklaşımlarını göz önüne serer. Lorca ve "Deli" lakaplı Salvador Dali, vücuduna saplanan oklar ile tasvir edilen Katolik Ermişi Aziz Sebastian (Rafael)Aziz Yansızlık olarak yapıtlarında tasvir ederler. Dostlarınca apolitik bir sanatçı olarak nitelenen ve herhangi bir görüşe organik bağlarla bağlanmayan Lorca, yazdığı Yerma ve Bernarda Alba'nın Evi isimli oyunlarda ise Katolik Kilisesi, yükselen Nazizm ve milliyetçilik akımlarına karşı olan tutumunu yansıttı. Giyim kuşamında ve evinin dekorasyonunda ölüm ile özdeşleştirdiği beyaz rengi tercih eden şair, burjuva tarzı zevkler ve milliyetçilik ile çatışan çalışmalar yapmakta ve Franco'cuları masumiyeti katletmekle suçlamaktaydı. (Devamı...)


22 Haziran
İspanyolca (español veya castellano), Hint-Avrupa dil ailesine bağlı Romen dillerinden biridir. Dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir.

Dünyada İspanyolca konuşan 470 milyon ila 500 milyon insanın olduğu tahmin edilmektedir. İspanyolca dünyada en çok ülkede resmî dil olarak kabul edilen dildir. Resmî dil olarak İspanyolcayı kullanan ülkeler: İspanya, Küba, Arjantin, Bolivya, Kolombiya, Kosta Rika, Şili, Ekvador, Guatemala, Honduras, Meksika, Nikaragua, Panama, Paraguay, Peru, Porto Riko, Dominik Cumhuriyeti, El Salvador, Uruguay ve Venezuela'dır. Amerika Birleşik Devletleri'nin anayasası bir resmî dil tanımlamamakla birlikte, ülkenin genelinde İngilizce'den sonra en çok konuşulan ikinci dil İspanyolca'dır. Ülke içinde anadili İspanyolca olan 41 milyon kişi vardır. Özellikle güney bölgelerinde sadece İspanyolca konuşarak yaşanabilir. İspanyolca; Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Amerikan Devletleri Örgütü, İbero-Amerikan Devletleri Örgütü, Afrika Birliği, UNASUR, Antraktika Anlaşması Sekreterliği, Latin Birliği, Karayip Ortak Pazarı ve NAFTA gibi uluslararası ve bölgelerarası organizasyonlarda resmî dil olarak kullanılmaktadır. Avrupa'da İspanyolca sadece İspanya'da resmî dildir. Cebelitarık'ta resmî dil İngilizce olmasına rağmen İspanyolca yoğun şekilde konuşulur. Benzer şekilde Andorra'da da Katalanca resmi dil olmasına rağmen, İspanyolca büyük halk kesimleri tarafından konuşulan dil olma özelliğini taşır. İspanyolca dünyada 20 ülkede yoğun biçimde konuşulmaktadır. Ayrıca Avrupa'da Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya'da küçük topluluklar da bu dili konuşmaktadır. İspanyolca Avrupa Birliği'nin de resmi dillerinden bir tanesidir. İsviçre'de nüfusun %1.7'sinin ilk dili İspanyolca'dır ve bu 4 resmi dilin ardından en çok konuşulan dildir. İspanyolca, Avrupa'da İngilizce, Fransızca ve Almancanın ardından en çok konuşulan dördüncü dildir. İspanyolca konuşan ülkeler arasında İspanya ve Ekvador Ginesi haricinde, resmi dili İspanyolca olan tüm ülkeler Amerika kıtasında bulunur. İspanyolcanın en çok konuşulduğu ülkelerin başında Meksika gelir. Arjantin, Bolivya (Keçuva dili ve Aymara ile birlikte), Şili, Kolombiya, Kosta Rika, Küba, Dominik Cumhuriyeti, El Salvador, Guetemala, Honduras, Meksika, Nikaragua, Panama, Paraguay (Guarani dili ile birlikte), Ekvador (Keçuva dili ve Aymara), Peru (Keçuva dili ve Aymara), Uruguay, Venezuela ve Porto Riko'da (İngilizce ile birlikte) İspanyolca resmi dildir. İspanyolcanın, eski İngiliz kolonisi Belize'de resmi dil olmamasına rağmen, 2000 yılı nüfus sayımında halkın %43'ü tarafından konuşulan dil olduğu ortaya çıkmıştır. (Devamı...)


Johannes Diderik van der Waals (d. 23 Kasım 1837 – ö. 8 Mart 1923). Hollandalı fizikçi. En önemli başarısı ona Nobel'i kazandıran "gazlar ve sıvıların durum denklemi"dir. Van der Waals, gaz ve sıvıların hacimleri, sıcaklıkları ve basınç arasındaki ilişkinin, bugün van der Waals bağları adı verilen moleküllerarası kuvvetleri ve moleküllerin hacimlerini hesaba katmadan anlaşılamayacağını fark etti.

Van der Waals Hollanda Leiden'de Jacobus van der Waals ve Elisabeth van den Burg'un oğlu olarak dünyaya geldi. Okul öğretmenliği yaptı ve klasik diller konusunda eğitim almamış olmasına rağmen üniversitede okumasına izin verildi. 1862'den 1865'e kadar okuyarak matematik ve fizik derecelerini aldı. Anna Magdalena Smit ile evlendi ve üç kızı ve bir oğlu oldu. 1866'da Hague'daki ortaöğretim okuluna müdür olarak atandı. 1873'te "Over de Continuïteit van den Gas- en Vloeistoftoestand" (Gaz ve sıvı hallerinin sürekliliği üzerine) isimli tezini Pieter Rijke'ye vererek doktor unvanını aldı. 1876'da Amsterdam Üniversitesine fizik profesörü olarak davet edildi. Van der Waals 1923'te, kızının ölümünden bir sene sonra, Amsterdam'da hayata gözlerini kapadı. (Devamı...)


23 Haziran
Nezle nazofarenjit, rinofarenjit, akut koriza ya da soğuk algınlığı olarak da bilinir. Üst solunum sisteminde oluşarak kolay şekilde yayılan ve en çok burnu etkileyen bir bulaşıcı hastalıktır. Semptomlar arasında öksürük, boğaz ağrısı, burun akıntısı (rinore) ve ateş yer alır. Semptomlar genellikle yedi ila on gün içinde ortadan kaybolur. Bununla birlikte, bazı semptomlar üç haftaya kadar sürebilir. İki yüzden fazla virüs nezleye sebep olabilmektedir. Nezlenin en yaygın nedeni rinovirüs(ler)dir.

Burun, sinüsler, boğaz veya larinks (üst solunum yolu enfeksiyonu (ÜSYE)), vücudun en çok etkilenen bölümlerine göre sınıflandırılır. Nezle en çok burnu, farenjit boğazı ve sinüzit sinüsleri etkiler. Semptomların sebebi, virüslerin dokuları tahrip etmesi değil bağışıklık sisteminin enfeksiyona verdiği tepkidir. Enfeksiyondan korunmak için başlıca yöntem elleri yıkamaktır. Bazı bulgular maske takmanın da faydalı olduğunu göstermektedir.

Nezlenin tedavisi yoktur, ancak semptomlar tedavi edilebilir. Nezle, insanlarda görülen en yaygın bulaşıcı hastalıktır. Ortalama bir yetişkin insan yılda iki ya da üç kez nezle olur. Ortalama bir çocuk yılda altı ila on iki kez nezleye yakalanır. Bu enfeksiyonlar antik çağlardan beri insanlarda görülmektedir. (Devamı...)


Maithripala Sirisena (d. 3 Eylül 1951), Sri Lanka'nın 7. devlet başkanı. 1989 yılında aktif siyasete katıldı ve Sri Lanka Özgürlük Partisi'nin genel sekreteri oldu. 1994 yılından bu yana çeşitli bakanlık görevlerinde bulundu ve Kasım 2014 yılına kadar Sri Lanka Sağlık Bakanı oldu. Muhalefet koalisyonunun "ortak adayı" olarak 2015 başkanlık seçimleri için adaylığını açıkladı. Ayrıca Sirisena Savunma Bakanı vekili olarak da görev yapmıştır. Rakibi Mahinda Rajapaksa yenilgiyi kabul etti ve 9 Ocak 2015 tarihinde Yeni Demokratik Cephe'den başkan adayı olarak cumhurbaşkanı seçildi. (Devamı...)

24 Haziran
Bahailik insanlığın ruhsal birliğine odaklanan tek tanrılı bir din. Bahai öğretisi üç ana temel üzerine odaklanır: yaradılışın kaynağı olan Tanrı'nın birliği, tüm önemli dinlerin aynı ruhani kaynaktan ve Tanrı'dan gelmesiyle dinin birliği ve tüm insanlığın eşit yaratılması, çeşitlilik içinde birlik ilkesi doğrultusunda ırk ve kültür farklılıklarının takdir ve kabul görmesi öğretisiyle insanlığın birliği Bahai öğretisine göre insanlığın görevi dua, içe bakış ve insanlığa hizmetle Tanrı'yı öğrenmek ve sevmektir.

Bahailik'te tanrının birçok elçi görevlendirdiği ve bu elçiler vasıtasıyla o zamanın ve toplumun gereksinimlerine göre dinler kurulduğuna inanılır. Bu elçiler arasında Musa, İsa ve Muhammed gibi İbrahimi figürlerin yanında Hint dinlerindeki Krişna ve Buda gibi figürler de vardır. Bu inanca göre bu peygamberlerin sonuncusu Bab ya da Bahaullah'tır. Bahailik inancına göre her peygamber kendinden sonra gelecek peygamberlere dair kehanette bulunmuştur ve Bahaullah'ın hayatı ve öğretileri önceki kitapların dünyanın sonu öğretilerine uygundur. İnsanlık kolektif bir evrim sürecindedir ve günümüzün gereksinimleri barış, adalet ve küresel düzeyde birliktir. (Devamı...)


Uluslararası Jeofizik Yılı (İngilizce: International Geophysical Year; IGY), 1 Temmuz 1957 tarihinde başlayıp 31 Aralık 1958'ye kadar süren uluslararası bilimsel proje. Batı Bloku ve Doğu Bloku'nun oluştuğu ve bilimsel değişimin ciddi kesintiye uğradığı Soğuk Savaş döneminde, 1953 yılında Sovyetler Birliği lideri Josef Stalin'in ölümünden meydana gelen ve Barış içinde bir arada yaşama olarak isimlendirilen yumuşama döneminde işbirliği için yeni bir dönem açıldı. Çin'in Çin Cumhuriyeti'nin (Tayvan) katılımını protesto için katılmadığı proje, 67 ülkenin katılımıyla gerçekleşti. Doğu ve Batı ilgili uluslararası örgütün genel sekreteri olarak Belçikalı Marcel Nicolet'i seçtiler.

IGY, toplamda on bir yer bilimi konu ve alanını kapsıyordu: kutup ışıkları, gök aydınlığı, kozmik ışın, iyonosferik fizik, yerçekimi, yerin manyetik alanı, enlem ve boylam tespitleri (hassas haritalama), meteoroloji, oşinografi, sismoloji ve Güneş aktivitesi.

Sovyetler Birliği ve ABD, IGY için yapay uydular fırlattılar. 4 Ekim 1957 tarihinde fırlatılan Sovyetler Birliği'nin Sputnik 1 uydusu ilk başarılı yapay uydu oldu. IGY etkinliklerinde elde edilen diğer önemli başarılar, Van Allen Radyasyon Kemeri'nin keşfi, levha hareketlerinin önemli bir onayı olan okyanus ortası sırtların denizaltıyla keşfi oldu. Ayrıca insanlı uzay uçuşları için son derece tehlikeli olabilecek, sert güneş zerresi radyasyonunun nadir olay olduğu algılandı. (Devamı...)


25 Haziran
Almanya'nın birleşmesi Resmî olarak siyasî ve idarî olarak birleşik bir ulus devletin ortaya çıkması 18 Ocak 1871'de Fransa'daki Versay Sarayı'nın Aynalar Galerisi'nde gerçekleşti. Fransa-Prusya Savaşı sonrası Fransızların silah bırakmasının ardından, Alman devletlerinin prensleri Prusyalı I. Wilhelm'i Alman İmparatoru ilan etmek için bir araya geldi. Pratikte, Almanca konuşan halkların çoğunluğunun birleşik bir devlet altında toplanması, resmî ve soylu yöneticiler arasındaki gayri resmî ittifaklar sayesinde bir süredir düzensiz olarak gelişmekteydi. Ancak birleşme fikirleri, tarafların kendi çıkarları yüzünden Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun 1806'da dağılması ve Napolyon Savaşları'nın gerçekleşmesi üzerine kuvvetlenen milliyetçilik hareketlerine kadar neredeyse yüz yıl gecikerek aristokratik bir deneme olmaktan öteye gidemedi.

Yeni ulusun din, dil, sosyal ve kültürel açılardan çeşitli radikal değişimlere uğramasına sebep olan birleşme ise 1871 tarihinin, geniş çaplı birleşme sürecinin sadece küçük bir parçası olduğu izlenimi vermektedir. Kutsal Roma Cermen İmparatoru sık sık "Tüm Almanların İmparatoru" olarak anılmakta ve soylu sınıf üyelerine "Alman Prensleri" ya da "Almanya'nın Prensleri" denilmekteydi.

500'den fazla bağımsız devlet barındıran Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, imparator II. Franz, Üçüncü Koalisyon Savaşı sırasında 6 Ağustos 1806 tarihinde tahttan çekildiğinde fiilen sona erdi. İmparatorluğun çöküşüyle gelen yasal, idarî ve siyasî karmaşaya rağmen, eski imparatorluğun Almanca konuşulan bölgelerindeki halkın dil, kültür ve hukukî gelenekler konularındaki ortak noktaları Fransız Devrim Savaşları ve Napolyon Savaşları sırasında paylaşılan tecrübelerle daha da kuvvetlendi. Hanedan ve mutlakiyete meydan okuyan Avrupa liberalizmi, birleşme için zihinsel bir temel oluşturdu. (Devamı...)


Kolektivizasyon çiftçilerin paylarını birleştirerek büyük bir çiftlik oluşturması ve burada bir arada çalışarak meydana oluşan kârdan pay alması üzerine kurulu tarım politikasına verilen tanımlama. Özel kolektif çiftliklerde veya bazı devlet çiftliklerinde toprak ile emeğin verimini artırmak amacıyla uygulanır.

Sovyetler Birliği`nde 1929-1935 arasında uygulanan kolektivizasyon politikası, gerek şehir nüfusunu, gerekse endüstriyel hammaddeyi artırmak amacıyla birey mülkiyetindeki toprakları ve bireysel emeği kolektif tarım ve emekle (kolhoz) değiştirmiştir. Aynı zamanda bu politika, 1927`de başlayan tarımsal dağıtım krizinin önüne geçecek bir çözüm yolu olarak da görülmüştür.

Sovyetler Birliği'ndeki kolektivizasyon uygulamaları, dünyada 1929'da başlayıp 1933'e kadar süren 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile aynı döneme rastlamaktadır. Bu dönemde batı ülkelerinde kriz ve gerileme yaşanırken yeni savaştan çıkan Sovyetler Birliği en başta savaş sanayisinde olmak üzere büyük hızla sanayileşmiştir.

Josef Stalin'in Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği yaptığı 1928-1929 yıllarında başlayan kolektivizasyon, zengin toprak sahiplerinden toprakların alınıp kolektifleştirilmesi fikrini içermektedir. Marksist literatürde "sınıf tasfiyesi" olarak geçen bu politika gereğince, zengin köylülerin topraklarına, makinelerine, hayvanlarına ve ürünlerine el konulup kolektif çiftliklere verilmiştir. (Devamı...)


26 Haziran
Almanya'nın birleşmesi Resmî olarak siyasî ve idarî olarak birleşik bir ulus devletin ortaya çıkması 18 Ocak 1871'de Fransa'daki Versay Sarayı'nın Aynalar Galerisi'nde gerçekleşti. Fransa-Prusya Savaşı sonrası Fransızların silah bırakmasının ardından, Alman devletlerinin prensleri Prusyalı I. Wilhelm'i Alman İmparatoru ilan etmek için bir araya geldi. Pratikte, Almanca konuşan halkların çoğunluğunun birleşik bir devlet altında toplanması, resmî ve soylu yöneticiler arasındaki gayri resmî ittifaklar sayesinde bir süredir düzensiz olarak gelişmekteydi. Ancak birleşme fikirleri, tarafların kendi çıkarları yüzünden Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun 1806'da dağılması ve Napolyon Savaşları'nın gerçekleşmesi üzerine kuvvetlenen milliyetçilik hareketlerine kadar neredeyse yüz yıl gecikerek aristokratik bir deneme olmaktan öteye gidemedi.

Yeni ulusun din, dil, sosyal ve kültürel açılardan çeşitli radikal değişimlere uğramasına sebep olan birleşme ise 1871 tarihinin, geniş çaplı birleşme sürecinin sadece küçük bir parçası olduğu izlenimi vermektedir. Kutsal Roma Cermen İmparatoru sık sık "Tüm Almanların İmparatoru" olarak anılmakta ve soylu sınıf üyelerine "Alman Prensleri" ya da "Almanya'nın Prensleri" denilmekteydi.

500'den fazla bağımsız devlet barındıran Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, imparator II. Franz, Üçüncü Koalisyon Savaşı sırasında 6 Ağustos 1806 tarihinde tahttan çekildiğinde fiilen sona erdi. İmparatorluğun çöküşüyle gelen yasal, idarî ve siyasî karmaşaya rağmen, eski imparatorluğun Almanca konuşulan bölgelerindeki halkın dil, kültür ve hukukî gelenekler konularındaki ortak noktaları Fransız Devrim Savaşları ve Napolyon Savaşları sırasında paylaşılan tecrübelerle daha da kuvvetlendi. Hanedan ve mutlakiyete meydan okuyan Avrupa liberalizmi, birleşme için zihinsel bir temel oluşturdu. (Devamı...)


Kolektivizasyon çiftçilerin paylarını birleştirerek büyük bir çiftlik oluşturması ve burada bir arada çalışarak meydana oluşan kârdan pay alması üzerine kurulu tarım politikasına verilen tanımlama. Özel kolektif çiftliklerde veya bazı devlet çiftliklerinde toprak ile emeğin verimini artırmak amacıyla uygulanır.

Sovyetler Birliği`nde 1929-1935 arasında uygulanan kolektivizasyon politikası, gerek şehir nüfusunu, gerekse endüstriyel hammaddeyi artırmak amacıyla birey mülkiyetindeki toprakları ve bireysel emeği kolektif tarım ve emekle (kolhoz) değiştirmiştir. Aynı zamanda bu politika, 1927`de başlayan tarımsal dağıtım krizinin önüne geçecek bir çözüm yolu olarak da görülmüştür.

Sovyetler Birliği'ndeki kolektivizasyon uygulamaları, dünyada 1929'da başlayıp 1933'e kadar süren 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile aynı döneme rastlamaktadır. Bu dönemde batı ülkelerinde kriz ve gerileme yaşanırken yeni savaştan çıkan Sovyetler Birliği en başta savaş sanayisinde olmak üzere büyük hızla sanayileşmiştir.

Josef Stalin'in Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği yaptığı 1928-1929 yıllarında başlayan kolektivizasyon, zengin toprak sahiplerinden toprakların alınıp kolektifleştirilmesi fikrini içermektedir. Marksist literatürde "sınıf tasfiyesi" olarak geçen bu politika gereğince, zengin köylülerin topraklarına, makinelerine, hayvanlarına ve ürünlerine el konulup kolektif çiftliklere verilmiştir. (Devamı...)


27 Haziran
Almanya'nın birleşmesi Resmî olarak siyasî ve idarî olarak birleşik bir ulus devletin ortaya çıkması 18 Ocak 1871'de Fransa'daki Versay Sarayı'nın Aynalar Galerisi'nde gerçekleşti. Fransa-Prusya Savaşı sonrası Fransızların silah bırakmasının ardından, Alman devletlerinin prensleri Prusyalı I. Wilhelm'i Alman İmparatoru ilan etmek için bir araya geldi. Pratikte, Almanca konuşan halkların çoğunluğunun birleşik bir devlet altında toplanması, resmî ve soylu yöneticiler arasındaki gayri resmî ittifaklar sayesinde bir süredir düzensiz olarak gelişmekteydi. Ancak birleşme fikirleri, tarafların kendi çıkarları yüzünden Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun 1806'da dağılması ve Napolyon Savaşları'nın gerçekleşmesi üzerine kuvvetlenen milliyetçilik hareketlerine kadar neredeyse yüz yıl gecikerek aristokratik bir deneme olmaktan öteye gidemedi.

Yeni ulusun din, dil, sosyal ve kültürel açılardan çeşitli radikal değişimlere uğramasına sebep olan birleşme ise 1871 tarihinin, geniş çaplı birleşme sürecinin sadece küçük bir parçası olduğu izlenimi vermektedir. Kutsal Roma Cermen İmparatoru sık sık "Tüm Almanların İmparatoru" olarak anılmakta ve soylu sınıf üyelerine "Alman Prensleri" ya da "Almanya'nın Prensleri" denilmekteydi.

500'den fazla bağımsız devlet barındıran Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, imparator II. Franz, Üçüncü Koalisyon Savaşı sırasında 6 Ağustos 1806 tarihinde tahttan çekildiğinde fiilen sona erdi. İmparatorluğun çöküşüyle gelen yasal, idarî ve siyasî karmaşaya rağmen, eski imparatorluğun Almanca konuşulan bölgelerindeki halkın dil, kültür ve hukukî gelenekler konularındaki ortak noktaları Fransız Devrim Savaşları ve Napolyon Savaşları sırasında paylaşılan tecrübelerle daha da kuvvetlendi. Hanedan ve mutlakiyete meydan okuyan Avrupa liberalizmi, birleşme için zihinsel bir temel oluşturdu. (Devamı...)


Kolektivizasyon çiftçilerin paylarını birleştirerek büyük bir çiftlik oluşturması ve burada bir arada çalışarak meydana oluşan kârdan pay alması üzerine kurulu tarım politikasına verilen tanımlama. Özel kolektif çiftliklerde veya bazı devlet çiftliklerinde toprak ile emeğin verimini artırmak amacıyla uygulanır.

Sovyetler Birliği`nde 1929-1935 arasında uygulanan kolektivizasyon politikası, gerek şehir nüfusunu, gerekse endüstriyel hammaddeyi artırmak amacıyla birey mülkiyetindeki toprakları ve bireysel emeği kolektif tarım ve emekle (kolhoz) değiştirmiştir. Aynı zamanda bu politika, 1927`de başlayan tarımsal dağıtım krizinin önüne geçecek bir çözüm yolu olarak da görülmüştür.

Sovyetler Birliği'ndeki kolektivizasyon uygulamaları, dünyada 1929'da başlayıp 1933'e kadar süren 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile aynı döneme rastlamaktadır. Bu dönemde batı ülkelerinde kriz ve gerileme yaşanırken yeni savaştan çıkan Sovyetler Birliği en başta savaş sanayisinde olmak üzere büyük hızla sanayileşmiştir.

Josef Stalin'in Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği yaptığı 1928-1929 yıllarında başlayan kolektivizasyon, zengin toprak sahiplerinden toprakların alınıp kolektifleştirilmesi fikrini içermektedir. Marksist literatürde "sınıf tasfiyesi" olarak geçen bu politika gereğince, zengin köylülerin topraklarına, makinelerine, hayvanlarına ve ürünlerine el konulup kolektif çiftliklere verilmiştir. (Devamı...)


28 Haziran
Almanya'nın birleşmesi Resmî olarak siyasî ve idarî olarak birleşik bir ulus devletin ortaya çıkması 18 Ocak 1871'de Fransa'daki Versay Sarayı'nın Aynalar Galerisi'nde gerçekleşti. Fransa-Prusya Savaşı sonrası Fransızların silah bırakmasının ardından, Alman devletlerinin prensleri Prusyalı I. Wilhelm'i Alman İmparatoru ilan etmek için bir araya geldi. Pratikte, Almanca konuşan halkların çoğunluğunun birleşik bir devlet altında toplanması, resmî ve soylu yöneticiler arasındaki gayri resmî ittifaklar sayesinde bir süredir düzensiz olarak gelişmekteydi. Ancak birleşme fikirleri, tarafların kendi çıkarları yüzünden Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun 1806'da dağılması ve Napolyon Savaşları'nın gerçekleşmesi üzerine kuvvetlenen milliyetçilik hareketlerine kadar neredeyse yüz yıl gecikerek aristokratik bir deneme olmaktan öteye gidemedi.

Yeni ulusun din, dil, sosyal ve kültürel açılardan çeşitli radikal değişimlere uğramasına sebep olan birleşme ise 1871 tarihinin, geniş çaplı birleşme sürecinin sadece küçük bir parçası olduğu izlenimi vermektedir. Kutsal Roma Cermen İmparatoru sık sık "Tüm Almanların İmparatoru" olarak anılmakta ve soylu sınıf üyelerine "Alman Prensleri" ya da "Almanya'nın Prensleri" denilmekteydi.

500'den fazla bağımsız devlet barındıran Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, imparator II. Franz, Üçüncü Koalisyon Savaşı sırasında 6 Ağustos 1806 tarihinde tahttan çekildiğinde fiilen sona erdi. İmparatorluğun çöküşüyle gelen yasal, idarî ve siyasî karmaşaya rağmen, eski imparatorluğun Almanca konuşulan bölgelerindeki halkın dil, kültür ve hukukî gelenekler konularındaki ortak noktaları Fransız Devrim Savaşları ve Napolyon Savaşları sırasında paylaşılan tecrübelerle daha da kuvvetlendi. Hanedan ve mutlakiyete meydan okuyan Avrupa liberalizmi, birleşme için zihinsel bir temel oluşturdu. (Devamı...)


Kolektivizasyon çiftçilerin paylarını birleştirerek büyük bir çiftlik oluşturması ve burada bir arada çalışarak meydana oluşan kârdan pay alması üzerine kurulu tarım politikasına verilen tanımlama. Özel kolektif çiftliklerde veya bazı devlet çiftliklerinde toprak ile emeğin verimini artırmak amacıyla uygulanır.

Sovyetler Birliği`nde 1929-1935 arasında uygulanan kolektivizasyon politikası, gerek şehir nüfusunu, gerekse endüstriyel hammaddeyi artırmak amacıyla birey mülkiyetindeki toprakları ve bireysel emeği kolektif tarım ve emekle (kolhoz) değiştirmiştir. Aynı zamanda bu politika, 1927`de başlayan tarımsal dağıtım krizinin önüne geçecek bir çözüm yolu olarak da görülmüştür.

Sovyetler Birliği'ndeki kolektivizasyon uygulamaları, dünyada 1929'da başlayıp 1933'e kadar süren 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile aynı döneme rastlamaktadır. Bu dönemde batı ülkelerinde kriz ve gerileme yaşanırken yeni savaştan çıkan Sovyetler Birliği en başta savaş sanayisinde olmak üzere büyük hızla sanayileşmiştir.

Josef Stalin'in Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği yaptığı 1928-1929 yıllarında başlayan kolektivizasyon, zengin toprak sahiplerinden toprakların alınıp kolektifleştirilmesi fikrini içermektedir. Marksist literatürde "sınıf tasfiyesi" olarak geçen bu politika gereğince, zengin köylülerin topraklarına, makinelerine, hayvanlarına ve ürünlerine el konulup kolektif çiftliklere verilmiştir. (Devamı...)


29 Haziran
Almanya'nın birleşmesi Resmî olarak siyasî ve idarî olarak birleşik bir ulus devletin ortaya çıkması 18 Ocak 1871'de Fransa'daki Versay Sarayı'nın Aynalar Galerisi'nde gerçekleşti. Fransa-Prusya Savaşı sonrası Fransızların silah bırakmasının ardından, Alman devletlerinin prensleri Prusyalı I. Wilhelm'i Alman İmparatoru ilan etmek için bir araya geldi. Pratikte, Almanca konuşan halkların çoğunluğunun birleşik bir devlet altında toplanması, resmî ve soylu yöneticiler arasındaki gayri resmî ittifaklar sayesinde bir süredir düzensiz olarak gelişmekteydi. Ancak birleşme fikirleri, tarafların kendi çıkarları yüzünden Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun 1806'da dağılması ve Napolyon Savaşları'nın gerçekleşmesi üzerine kuvvetlenen milliyetçilik hareketlerine kadar neredeyse yüz yıl gecikerek aristokratik bir deneme olmaktan öteye gidemedi.

Yeni ulusun din, dil, sosyal ve kültürel açılardan çeşitli radikal değişimlere uğramasına sebep olan birleşme ise 1871 tarihinin, geniş çaplı birleşme sürecinin sadece küçük bir parçası olduğu izlenimi vermektedir. Kutsal Roma Cermen İmparatoru sık sık "Tüm Almanların İmparatoru" olarak anılmakta ve soylu sınıf üyelerine "Alman Prensleri" ya da "Almanya'nın Prensleri" denilmekteydi.

500'den fazla bağımsız devlet barındıran Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, imparator II. Franz, Üçüncü Koalisyon Savaşı sırasında 6 Ağustos 1806 tarihinde tahttan çekildiğinde fiilen sona erdi. İmparatorluğun çöküşüyle gelen yasal, idarî ve siyasî karmaşaya rağmen, eski imparatorluğun Almanca konuşulan bölgelerindeki halkın dil, kültür ve hukukî gelenekler konularındaki ortak noktaları Fransız Devrim Savaşları ve Napolyon Savaşları sırasında paylaşılan tecrübelerle daha da kuvvetlendi. Hanedan ve mutlakiyete meydan okuyan Avrupa liberalizmi, birleşme için zihinsel bir temel oluşturdu. (Devamı...)


Kolektivizasyon çiftçilerin paylarını birleştirerek büyük bir çiftlik oluşturması ve burada bir arada çalışarak meydana oluşan kârdan pay alması üzerine kurulu tarım politikasına verilen tanımlama. Özel kolektif çiftliklerde veya bazı devlet çiftliklerinde toprak ile emeğin verimini artırmak amacıyla uygulanır.

Sovyetler Birliği`nde 1929-1935 arasında uygulanan kolektivizasyon politikası, gerek şehir nüfusunu, gerekse endüstriyel hammaddeyi artırmak amacıyla birey mülkiyetindeki toprakları ve bireysel emeği kolektif tarım ve emekle (kolhoz) değiştirmiştir. Aynı zamanda bu politika, 1927`de başlayan tarımsal dağıtım krizinin önüne geçecek bir çözüm yolu olarak da görülmüştür.

Sovyetler Birliği'ndeki kolektivizasyon uygulamaları, dünyada 1929'da başlayıp 1933'e kadar süren 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile aynı döneme rastlamaktadır. Bu dönemde batı ülkelerinde kriz ve gerileme yaşanırken yeni savaştan çıkan Sovyetler Birliği en başta savaş sanayisinde olmak üzere büyük hızla sanayileşmiştir.

Josef Stalin'in Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği yaptığı 1928-1929 yıllarında başlayan kolektivizasyon, zengin toprak sahiplerinden toprakların alınıp kolektifleştirilmesi fikrini içermektedir. Marksist literatürde "sınıf tasfiyesi" olarak geçen bu politika gereğince, zengin köylülerin topraklarına, makinelerine, hayvanlarına ve ürünlerine el konulup kolektif çiftliklere verilmiştir. (Devamı...)


30 Haziran
Almanya'nın birleşmesi Resmî olarak siyasî ve idarî olarak birleşik bir ulus devletin ortaya çıkması 18 Ocak 1871'de Fransa'daki Versay Sarayı'nın Aynalar Galerisi'nde gerçekleşti. Fransa-Prusya Savaşı sonrası Fransızların silah bırakmasının ardından, Alman devletlerinin prensleri Prusyalı I. Wilhelm'i Alman İmparatoru ilan etmek için bir araya geldi. Pratikte, Almanca konuşan halkların çoğunluğunun birleşik bir devlet altında toplanması, resmî ve soylu yöneticiler arasındaki gayri resmî ittifaklar sayesinde bir süredir düzensiz olarak gelişmekteydi. Ancak birleşme fikirleri, tarafların kendi çıkarları yüzünden Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun 1806'da dağılması ve Napolyon Savaşları'nın gerçekleşmesi üzerine kuvvetlenen milliyetçilik hareketlerine kadar neredeyse yüz yıl gecikerek aristokratik bir deneme olmaktan öteye gidemedi.

Yeni ulusun din, dil, sosyal ve kültürel açılardan çeşitli radikal değişimlere uğramasına sebep olan birleşme ise 1871 tarihinin, geniş çaplı birleşme sürecinin sadece küçük bir parçası olduğu izlenimi vermektedir. Kutsal Roma Cermen İmparatoru sık sık "Tüm Almanların İmparatoru" olarak anılmakta ve soylu sınıf üyelerine "Alman Prensleri" ya da "Almanya'nın Prensleri" denilmekteydi.

500'den fazla bağımsız devlet barındıran Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, imparator II. Franz, Üçüncü Koalisyon Savaşı sırasında 6 Ağustos 1806 tarihinde tahttan çekildiğinde fiilen sona erdi. İmparatorluğun çöküşüyle gelen yasal, idarî ve siyasî karmaşaya rağmen, eski imparatorluğun Almanca konuşulan bölgelerindeki halkın dil, kültür ve hukukî gelenekler konularındaki ortak noktaları Fransız Devrim Savaşları ve Napolyon Savaşları sırasında paylaşılan tecrübelerle daha da kuvvetlendi. Hanedan ve mutlakiyete meydan okuyan Avrupa liberalizmi, birleşme için zihinsel bir temel oluşturdu. (Devamı...)


Kolektivizasyon çiftçilerin paylarını birleştirerek büyük bir çiftlik oluşturması ve burada bir arada çalışarak meydana oluşan kârdan pay alması üzerine kurulu tarım politikasına verilen tanımlama. Özel kolektif çiftliklerde veya bazı devlet çiftliklerinde toprak ile emeğin verimini artırmak amacıyla uygulanır.

Sovyetler Birliği`nde 1929-1935 arasında uygulanan kolektivizasyon politikası, gerek şehir nüfusunu, gerekse endüstriyel hammaddeyi artırmak amacıyla birey mülkiyetindeki toprakları ve bireysel emeği kolektif tarım ve emekle (kolhoz) değiştirmiştir. Aynı zamanda bu politika, 1927`de başlayan tarımsal dağıtım krizinin önüne geçecek bir çözüm yolu olarak da görülmüştür.

Sovyetler Birliği'ndeki kolektivizasyon uygulamaları, dünyada 1929'da başlayıp 1933'e kadar süren 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile aynı döneme rastlamaktadır. Bu dönemde batı ülkelerinde kriz ve gerileme yaşanırken yeni savaştan çıkan Sovyetler Birliği en başta savaş sanayisinde olmak üzere büyük hızla sanayileşmiştir.

Josef Stalin'in Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği yaptığı 1928-1929 yıllarında başlayan kolektivizasyon, zengin toprak sahiplerinden toprakların alınıp kolektifleştirilmesi fikrini içermektedir. Marksist literatürde "sınıf tasfiyesi" olarak geçen bu politika gereğince, zengin köylülerin topraklarına, makinelerine, hayvanlarına ve ürünlerine el konulup kolektif çiftliklere verilmiştir. (Devamı...)