İçeriğe atla

II. Abdülhamid dönemi Osmanlı tarihi (1881-1897)

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Osmanlı İmparatorluğu
1881–1897
II. Abdülhamid, 1893
KonumOsmanlı İmparatorluğu
İçerikOsmanlı İmparatorluğu reform dönemi
Osmanlı İmparatorluğu'nda milliyetçiliğin yükselişi
Hükümdar(lar)II. Abdülhamid
Başbakan(lar)
Önemli olaylarDüyûn-ı Umûmiye
Tütün Rejisi
Osmanlı-Yemen çatışmaları
Ertuğrul Faciası
Ermeni Sorunu
Kronoloji
1876-1881 1897-1903

Bu madde II. Abdulhamid'in 1881-1897 yılları arasındaki padişahlığında Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşanan tarihi olayları ele almaktadır.

Düyûn-ı Umûmiye ve Reji İdaresinin kurulması

[değiştir | kaynağı değiştir]
Osmanlı Devleti'nin dış borçlarını yönetmek amacıyla 1881'de kurulan Düyûn-ı Umûmiye İdaresi ilk olarak İstanbul, Bahçekapı'da bulunan Köprülü Han'da faaliyet gösterdi. Bir süre sonra hanın kapasitesinin yetersiz kalması nedeniyle kurum, mimar Alexandre Vallaury'ye Cağaloğlu'nda yaptırılan bu resimdeki görkemli binaya taşındı. Dönemin mimarlık eğilimlerine uygun olarak Birinci Ulusal Mimarlık üslubunda tasarlanan bina, Düyûn-ı Umûmiye'nin yetkilerinin kaldırılması üzerine bir dönem boş kaldı. 1933'te Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle İstanbul Lisesinin kullanımına verildi. İstanbul Erkek Lisesi hâlen aynı binada eğitim-öğretime devam etmektedir.
Osmanlı Reji İdaresinin o zamanki giriş kapısındaki plaka

Sultan II. Abdulhamit tarafından çıkarılmış ve Muharrem ayında çıktığı için sonradan Muharrem kararnamesi olarak bilinen bir kararname ile kurulan; bir taraftan Osmanlı, diğer taraftan alacaklı Avrupalı ülkeler temsilcilerinden oluşan bir yönetim kurulu eliyle yönetilen, Osmanlı dış borçlarının intizamla ödenmesini teminen Osmanlı Hazinesinden tahsis edilmiş gelir kaynaklarını kullanan, Karma Komisyona Düyûn-ı Umûmiye Meclisi; bu meclisin yönettiği karma nitelikteki teşkilata da Düyûn-ı Umûmiye İdaresi denir.[1]

Osmanlı İmparatorluğu ilk dış borçlanmasını Kırım Savaşı'na finansman bulabilmek için 1854 yılında yaptı. Bu yıldan 1874 yılına kadar geçen 20 yıllık sürede 15 ayrı dış borçlanma yapıldı ve Sultan Abdülaziz döneminde 1875'e gelindiğinde ise toplamda 239 milyona yakın dış borç, yılda 11 milyon taksitle ödenmeliydi. Osmanlı Hazinesi ise yılda ortalama 18 milyon gelir elde ediyordu. Kısacası Osmanlı, faizleri bile ödeyemez hale gelmişti. 1875'te Mahmud Nedim Paşa'nın sadrazamlığında çıkarılan Ramazan Kararnamesi ile Osmanlı Devleti moratoryum ilan etti.[1] Bu durum protestolara neden oldu.[kaynak belirtilmeli]

Moratoryum ilanı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu, alacaklıları olan Osmanlı Bankası ve Galata bankerleri ile anlaşmaya giderek damga işlemleri, alkollü içki, balık avı, tuz ve tütünden alınan vergi gelirlerini 10 yıl boyunca iç borçlar karşılığı olarak alacaklılara bıraktı. Bu işlemleri yürütmek üzere 1879 Kararnamesi adındaki kararname ile Rüsum-u Sitte İdaresi (1879) kuruldu.[a][2] Dış borçlardan alacaklı Avrupa devletleri yalnızca Galata bankerlerine olan iç borçlar için böyle bir idare kurulmasına tepki gösterdi kendi borçlarının ödenmesini istediler. II. Abdülhamid'de bu devletler ile 1881 yılında pazarlığa oturmak zorunda kaldı.[3][4]

II. Abdülhamid 1881 yılında yine kendi kurduğu Rüsum-u Sitte idaresini kaldırıp yerine 20 Aralık 1881'de Büyük Güçlerle varılan anlaşma neticesi Düyûn-ı Umûmiye'yi kurdu.[5] 1875 ile 1881 arasındaki Abdülaziz dönemi Ramazan Kararnamesi ve II. Abdülhamid dönemi Muharrem Kararnamesi arasındaki iki kararname arası dönem adı ile de bilinen dönem, Osmanlı'nın mali yönden en kötü dönemlerinden biridir.[kaynak belirtilmeli] Bu dönemdeki 93 Harbi'nde Osmanlı içeride Galata bankerlerinden ve Osmanlı Bankasından borçlanma ile bütçe finansmanını yapmış; ancak bir dış borç veya yatırım alamamıştır. Harbin gerektirdiği finansman için Osmanlı Bankası, "Glayn Mills, Currie ve Ortakları" adlı banker kuruluşu aracılığı ile doğrudan doğruya halka satılmak üzere tahvil ihraç etmiş, ancak ödemelerin durdurulduğu bir dönem yaşandığı için tahviller satılamamıştır.

İstikrazın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine, %5 faizli ve 5 milyon Sterlin (borç tutarı 5.500.000 Osmanlı lirası, safi hasılası 2.860.000 Osmanlı altın lirası) tutarındaki bu tahvillerin tamamını %52 ihraç fiyatı ile yabancı ortakların olduğu Osmanlı Bankası bizzat kendi satın alarak Osmanlı Devletine borç olarak kaydettirmiştir.[2] Sonuçta 93 Harbi ve yenilgisi sonrası ne içten ne de dıştan borçlanamayan Osmanlı ekonomisinin idarecilerinin iyice çaresiz bir duruma gelmiştir. Düyûn-ı Umûmiye pek çok olumlu ve olumsuz etkiyi Osmanlı ekonomisinde doğurmuştur.[2] Örneğin; olumlu etkilerine bakılacak olursa:[1][2][3]

  1. 1881'deki Muharrem Kararnamesi'ne kadar Osmanlı'nın dış borcu toplam 252.131.196 Osmanlı lirasına ulaşmıştı. Muharrem Kararnamesi sonrası Düyûn-ı Umûmiye İdaresinin kuruluş aşamasında Osmanlı, dış alacaklıları ile varılan anlaşma ile bu borç 110,6 milyon Osmanlı lirasi indirimle, 141.505.919 Osmanlı lirasına indirilmiştir.[2]
  2. Borçların konsolidasyonu yolu ile ve düzenli borç ödemeleri ile hükûmetin itibarına olumlu katkıda bulunmuştur.
  3. Devlet kendinden önceki yıllara göre borçlanmayı (%5-6 yerine %3-4 gibi) daha düşük oranlarda faizlerle ve (%60 yerine %80-90 gibi) daha yüksek ihraç fiyatları ile gerçekleştirmiştir.
  4. Düyûn-ı Umûmiye, kapsamındaki gelirleri iyi örgütlenmiş yapısı ve şubelere ayrılmış geniş kadrosu ile etkili, verimli ve hatta dürüst yönetmiştir.
  5. Yabancı demiryolları ile kurduğu işbirliğinin Türk köylüsünün yararına sonuçlar vermiştir.
  6. Düzeyli yönetim ve ehliyetli memur yetiştirme ve çalıştırılmasında iyi örnekler oluşturmuştur

Buna karşın olumsuz durumlara bakılırsa:

  1. Düyûn-ı Umûmiye, esasında Osmanlı'nın en büyük iki alacaklısı olan Fransa ve İngiltere tarafından kontrol ediliyordu. Osmanlı Devleti'nin neredeyse bütün maliyesini yönetecek duruma gelen Düyûn-ı Umûmiye'nin idaresinde İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya-Macaristan temsilcileri yer alıyordu.[6][7]
  2. Bazı vergilerin toplanma yetkisi Düyûn-ı Umûmiye'ye bırakıldı.[7] Böylelikle Osmanlı Devleti iktisadî bağımsızlığını kaybetti.[8][9]
  3. Düyûn-ı Umûmiye bir bağlamda devlet içinde devlet haline geldi ve bu idare suretiyle İmparatorluk adeta yarı-sömürge haline geldi.
  4. Osmanlı Devleti'ne Avrupalı bankalarla işlem yapılması zorunluluğu getirilmesi ve gümrük tarifeleri üzerinde düzenleme yetkisinin sınırlandırılması sonucu, Osmanlı İmparatorluğu'nun kendi kaynaklarını idareye serbestçe tahsis edebilmesi yetkisi (bütçe hakkını kullanabilmesi), yatırım imkanlarını kısıtladı.[1][2][9]
  5. Yönetim kurulu üyelerinin aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nda iş yapan belli başlı yabancı demiryolu şirketlerinde de yönetim kurulu üyesi olmaları, bu idarenin çapraz bir ilişkiler ağı içinde olmasına ve bu suretle emperyalist çıkarların baskı aracı olma işlevini artırmasına yol açtı.[2][9]
  6. Çoğunluğu yabancı ortaklı idarenin demiryolları, limanlar, sigorta şirketleri, maden işletmeleri ve telefon, posta ve elektrik servislerinde çalışan yetkili memurları vasıtası ile yabancı ülkeler için her türlü bilgi ve istihbarata da ulaşabildiği göz önüne alındığında Osmanlı'nın milli savunma ve güvenliği tam tehlike içine düştü.
  7. İmparatorluk'un ekonomik ve mali kaynaklarını geniş ölçüde denetim altına alan İdare, gerek gördüğünde haciz yoluyla tahsilat yapabiliyordu. Merkezdeki üst yönetim ve denetim işlevlerinin yabancı kökenli memurlarla, taşra servis hizmetlerinin ise yerli memurlarla yürütüldüğü[9] maliye hizmetlerinin en az üçte ikilik kısmı borç idaresinin görev ve yetkisi içine girdi. İdarenin memurlarına düzenli bir biçimde ödenen tatminkâr aylık ve ücretleri karşısında, alttaki Osmanlı maliye memurlarının düzensiz biçimde ödenebilen maaşları gçok gerideydi.[2]
  8. Büyük ortakları İngiltere, Fransa gibi büyük güç ülkelerine Düyûn-ı Umûmiye'den akan sınırsız istihbarat vardı.[kaynak belirtilmeli] Düyûn-ı Umûmiye aynı zamanda Osmanlı'nın savaşa girdiği ülkelere borç verme ve finansman sağlama cüretinde bulundu. Örneğin 1903 tarihli bir kararname ile faiz oranını artırarak alacaklılara daha yüksek gelir sağlanmasını temin için kaynağı Osmanlı vergi gelirleri olan bir yedek fon oluşturulması öngörülmüş, İdare bu fonda biriken gelirleriyle, Osmanlı Devleti'nin finansman tahvilini alma talebini reddettiği halde, Osmanlı Devleti'nin savaş halinde olduğu devletlerden (örneğin, Trablusgarp Savaşı sırasında İtalya'dan) tahvil almıştır.[1][2][3]

Osmanlı Devleti'nin borçlarının önemli bir bölümü silindiyse de 1881'den 1908 yılına kadar 12 ila 15 arası borç sözleşmesi imzalandığı için dış borçlanma sürdü.[10] 141 milyon Osmanlı lirası ile başlanan Düyûn-ı Umûmiye borçlanmasında 1909'da Osmanlı'nın hâlâ 119 milyon Osmanlı lira borcu bulunmaktaydı.[2][11] Bu borç, II. Abdülhamid sonrası Osmanlı'nın girdiği Balkan Savaşları, Trablusgarp Savaşı ve I. Dünya Savaşı'nda hazırlık için borçlanmalara girişilmesi neticesi 1914'te 153,9 milyon Osmanlı lirasına kadar yükselmiş, Kurtuluş Savaşı sonrasındaki paylaşımlarla Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne kalan borç da toplam 107,5 milyon lira olmuş ve Düyûn-ı Umûmiye'nin 1928'de kapatılıp kapitülasyonların sona ermesi ile[3][9] tüm borcun kapatılıp ödenmesi 1954'te tamamlanmıştır.[11]

1883 yılında Memalik-i Şahane Duhanları Müşterekül Menfaa Reji Şirketi (kısaca Reji İdaresi) adı altında yabancı sermayeli bir şirket kuruldu. II. Abdülhamid'in kararıyla Osmanlı Devleti, 30 yıl süreyle en önemli gelir kaynakları olan tütün, tuz ve kahveden toplanan vergileri, alacaklı ülkelerin kurduğu Reji İdaresine bıraktı. Şirketin sermaye sahiplerinin çoğu Rotschild ailesinin sahibi olduğu bankalardı. Reji İdaresinin kurulması, Düyûn-ı Umûmiye İdaresinin kurulmasıyla büyük ölçüde elden çıkmış olan mali bağımsızlığın yitirilişinin tescili oldu.[12] Osmanlı ekonomisine ve siyasal yapısına Düyûn-ı Umûmiye'den çok daha fazla zarar verdiği iddia edilmektedir.[kimin tarafından?] Çünkü Reji İdaresi'nin kurulmasıyla özellikle tütün üretimi Rejinin elinde toplanmış ve Rejiden izin almadan üretim yapmak kaçakçılık ilan edilmiştir. Osmanlı en önemli gelirlerinden mahrum kalmıştır.

İdarenin üst yönetim kademelerinde halktan çalışan bulundurulmamış genellikle kendi yandaşlarından yabancı ülke vatandaşlarına istihdam sağlamıştır.[kaynak belirtilmeli] Reji, üretimi ve fiyatlandırmasını kendi tekeli doğrultusunda yaptığından genellikle düşük fiyat vermekte, çiftçiyi yaşamak için zaruri kaçakçılığa sevk etmekten başka yol bırakmamaktaydı. Daha önce olmadığı kadar kaçakçılık faaliyetleri gelişmiş, hayatını idame ettirmek isteyen çiftçi için kaçakçılık bir zorunluluk haline gelmişti. Rejinin kaçakçılıkla mücadele için oluşturduğu kolluk adı verilen güvenlik güçleri genellikle sorunlu insanlardan meydana getirilmekle beraber halkı baskı ve zulümle düzene getirmeye çalışıyorlardı. Kaçakçılık mücadelesi uğruna halkı öldürmekten çekinmiyor genellikle silahlı müdahalelerde bulunuyorlardı. Öyle ki rejinin kolluk gücü bulunduğu bölgede kendi kolluk gücü Osmanlı'nın jandarmasından üstün bir konuma oturmuştu.[kaynak belirtilmeli]

Sonuç olarak tütün başta olmak üzere birçok üretim atölyesi kapanmış, yeterli toprağı bulunmayan çiftçi üretim yapamamış, kentlere göç etmeye kimi yerde mecbur kalmış, tütüne bağlı yan kollar dağılmış ve birçok kişi işsiz kalmıştır. Reji kendi kurduğu fabrikalarda yöre halkından birçok kişiyi istihdam etmiş, ama çok düşük ücretlerle çalıştırmıştır. Bunun hiçbir memnuniyet yaratmadığı ve Osmanlı çiftçisi köylüsü üzerinde kalkınmaya yönelik gelir arttırıcı bir niteliğinin olmadığı ortadadır.[13][14] Bütün bunlara rağmen II. Abdülhamid sonrası, 1913'te Balkan Savaşı'nda devletin paraya ihtiyacı olduğundan bu zor durumu bilen ve istifade etmek isteyen Reji, faaliyetinin bir 15 yıl daha uzatılması teklifinde bulunmuş, verilen paraya karşılık İttihat ve Terakki Partisi bile Rejiyi kabul etmek zorunda kalmıştır.[14] Ancak Türkiye Cumhuriyeti döneminde 26 Şubat 1925'te Tütün Rejisi lağvedilip, 1 Mart 1925'te Fransızlardan devletçe satın alınıp, tüm hak ve yükümlülükleri devlete devredilebilmiştir.[15]

Madencilik alanında da sorunlar çıkmıştır. Osmanlı Devleti, madencilik tekniklerini geliştirecek ve mühendislerini arttıracak uzun dönemli yatırımlardan kaçınmış bunun yerine çeşitli madenlerin imtiyazlarını yabancılara, azınlıklar veya serbest müteşebbislere bırakarak kısa vadeli bir rahatlama peşine düşmüştür. Örneğin II. Abdülhamid zamanında sanayi ve demiryollarında önemli yer tutan Ereğli kömür madenleri bir Fransız şirketine, 1887'de boraks madenleri İngilizlere, 1892'de Balya Karaaydın linyitleri yine bir başka devlete, 1893'te manganez imtiyazı Kassandra şirketine verildi.[7] Osmanlı vatandaşlarına maden imtiyazları verilse de imtiyazların giderek yabancıların eline geçtiği göze çarpmaktadır.[16] Yine pek çok alt yapı yatırımı da hatta işletilmesi de Berlin Bağdat Demiryolu hattı gibi yabancılarca üstlenilmiştir. Hazine garantili projelerin benzerini geçmişte Abdülaziz ve II. Abdülhamid'in uygulamıştır. Osmanlı Devleti, "kilometre garantisi sistemi" olarak adlandırılan sistemle yabancı şirketlerin kârını garanti altına alıyordu. Bu sistem uyarınca, yabancı şirketler, garanti edilen kârın altında kâr ettikleri takdirde farkı Bâb-ı Ali'den tahsil ediyorlardı.

II. Abdülhamid tarafından tarımın ve ekonominin geliştirilmesi amaçlı bu altyapı projeleri ve bu amaçlara ilaveten İmparatorluk'un güvenliğini sağlama, asker sevkiyatı ve yolcuğu kolaylaştırıp İmparatorluk'u ekonomik yönden kalkındırma amaçlı demiryolu hatları planlamış ve yapılmaya çalışılmıştır. Fakat yapılan hatalardan demiryolu ulaşım projeleri, bir yandan "kilometre garantisi"ne dayanan sistematiği ile, diğer yandan yabancı demiryolu şirketlerine demiryolu hattının her iki yanında yer alan yirmişer kilometrelik alan içinde maden arama ve bulunacak madenleri işletme hakkının verilmesi ile ülke maliyesini ve ekonomisini yabancı sermayenin denetimine sokmuştur ve istenen amaca da tam olarak ulaşılamamıştır.[17]

Ammiyya Ayaklanması

[değiştir | kaynağı değiştir]

Suriye'de Havran'da ve Lübnan'da Dürziler ve el-Atraş aşireti bulunmaktaydı. Bölgede büyük toprak sahipleri hakim konumdaydı ve özellikle 1860'larda çıkarılan Arazi Kanunu neticesinde köylünün arazisine el koyma, köylüleri sürme ve arazilerinden istediği gibi pay alma şeklinde çeşitli hakları vardı. Ortak arazilerini büyük arazi sahipleri ile paylaşmak istemeyen fakir konumdaki çiftçiler ve kiralık arazi işletenleri Dürzi el-Atraş aşiretinin liderliğinde bölgede ayaklanma çıkardılar. Osmanlı İmparatorluğu isyancıların taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. Buna göre kiracı çiftçiler ve tarım işçileri, yerel şeyhlerin suiistimallerini engellemiş ve onları ortak arazinin sadece 8'de birinden pay isteyebilecekleri yönünde sınırlanması, ortak arazinin geri kalanını şeyhin kontrolü dışındaki bireysel parsellere bölünmesi (toprak reformu) ve çiftçileri büyük arazi sahiplerinin küçük fakir çiftçileri sürgün etmesinin engellenmesi talepleri Osmanlı tarafından kabul edildi.[18] Bunun yanında bölgedeki fakir halkın özellikle buğday ve tahıl pazarlamasını, ürün satışını kolaylaştırma ve bölgenin kalkınmasını sağlama ve bunun yanında bölgenin kontrolünü denetimini kolaylaştırma bağlamında II. Abdülhamid ve Osmanlı idarecileri Hayfa, Beyrut, Şam arasına demiryolu inşa etmeye karar verdi. Bu amaçla Belçika ve Fransız şirketleri ile anlaşılıp demiryolu inşası için Şam-Hama ve Temdidi Osmanlı Demiryolu Şirketi kuruldu ve bu şirkete imtiyaz tanındı.[18][19] Ancak aynı bölge II. Abdülhamid'in hemen sonrasında bu defa kurulan demiryolu hatlarından vergilendirme ve zorunlu askerlik kaynaklı bağımsızlık talepli Havran Dürzi İsyanı'na (1909) konu olacaktı.

Yemen isyanları

[değiştir | kaynağı değiştir]
1904-1906 Yemen İsyanı'nı gerçekleştiren İmam Yahya Muhammed Hamideddin
Arap Yarımadası, 1914
Osmanlı kontrolündeki San'a şehri, 1907
1907 Yemen'de Osmanlı askerleri yerel birliklerle askeri geçitte
Yemen'de 1900'de San'a'da bulunan askeri okul

Yemen, Kanuni Sultan Süleyman döneminde fethedilmiş olsa da Yemen'de Şii Caferi mezhebine bağlı Zeydilik görüşünü benimseyen aşiretlere ait San'a'nın kuzeyindeki dağlık bölge ve çevresi fethedilememiş sadece aşağı Sünni nüfusun olduğu sahil kesimleri alınabilmişti.[20] Bununla birlikte bu bölgenin kontrolünü hedefleyen 1630 Osmanlı Harekâtı da başarıya ulaşmadı. Sonrasında Aden'i elinde tutan Osmanlı'nın vassalı konumundaki Lahic Sultanlığı 1740'da Osmanlı'dan ayrıldı.[20] Fakat Osmanlı İmparatorluğu Zeydi bölgeleri ele geçirme ve egemenliğini genişletme arzusuna devam etti. 1830'da küçük parçalara bölünen Zeydi sultanlıklarını Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa ile işbirliği yaparak elde etmeye çalışsa da Mehmed Ali Paşa'nın girişimlerine İngiltere ve Fransa'nın karşı çıkması neticesi Paşa kuvvetlerini geri çekti. İngilizler 1839'da Lahic Sultanlığı'na bağlı Aden'e saldırıp şehri ele geçirdiler. Burayı Hindistan yolundaki Arap Yarımadası'ndaki bir üs olarak kullanmaya başladılar.

1849'da Osmanlılar bir İmam'ın[kim?] dağlı Yemen'in Osmanlı vasalı olma arzusunu bildirmesi üzerine tekrar San'a yönüne ilerlemeye başlasalar da Zeydi direnişi sonucu tekrar geri çekildiler. 1872'de ise nihayet yerel soyluların beceriksiz Zeydi imamlar karşısında daveti üzerine Osmanlılar, Ahmed Muhtar Paşa komutasındaki ordu ile tekrar Yemen'in dağlık kısmı üzerine giderek San'a ve çevresini ele geçirip Aden ve Yemen'in en güneydeki sahil kesimi dışındaki yerlerde Yemen Vilayeti'ni kurdular.[20]

İngilizlerin bu bölgeye ilgisi Osmanlılar tarafından engellenmeye ve bu yönde İngilizlerle müzakerelere girişilmeye çalışılsa da İngilizlerle anlaşma sağlanadı. Yemen 1872 sonrası merkezden atanan idarecilerle yönetilmeye başlandı ve bayındırlık hizmetleri de yapıldı.

Ancak merkezde atanan kişilerin karıştığı yolsuzluk olayları ve Osmanlı'nın Zeydi imamları tanımamaları San'a ve çevresinde yerel halkın hoşnutsuzluğuna sebep oldu. 1886'da adalet söylemiyle Zeydiler isyan ettiler. İsyan bastırıldı.

Diğer bir isyan da 1895 yılında gerçekleşti. İsyana önderlik eden kişi İmam Hamideddin'dir. Bu isyanı bastırmak üzere Yemen'e gönderilen Hüseyin Hilmi Paşa ve askeri tabur iki yıl boyunca isyancılarla uğraşmak durumunda kalmış ve nihayetinde hareket başarıyla sonuçlanmıştır.[21]

Sonraki süreçte Osmanlılar Zeydi imamlarını tanımamakta devam ettiler. Sonradan bölgeye gönderilen Ahmet İzzet Paşa'nın da belirttiği gibi Zeydi imamlarının tanınması ve işbilir, dürüst yöneticilerin atanması ile bu sorun çözülebilecekken, Osmanlı'nın hataları ve İngilizlerin vs. kışkırtması ile bu iş iyice büyüyüp 1904 yılına kadar gelmiştir. 1903 sonu 1904 başında 1895 isyanının mimarı İmam Hamideddin'in oğlu Yahya Muhammed Hamideddin Zeydilerin imamı olarak kendilerince seçilir ve halkı örgütleyip çok büyük bir isyan başlatır.[21][22]

İsyancıların San'a ve Taiz'e doğru hareketi üzerine bölgedeki Osmanlı valisi Mehmet Tevfik Bey merkezden yardım istedi, ancak yardım geç gönderildiğinden İmam Yahya ve adamları San'a, Taiz yolunu kesip San'a'yı kuşatma altına aldılar. Yardım için gelen Osmanlı birlikleri gerilla taktikleri ve baskınlarla geri çekilmeye mecbur bırakıldı. İmam Yahya, Osmanlı ile müzakere istese de Osmanlı yönetimi talepleri kabul etmedi. Israrlı şekilde Sana'a'yı savunuldu ama 1905 başında abluka ve erzak yetersizliği sonucu San'a'yı boşaltma kararı verildi.

İmam Yahya San'a'daki Osmanlı birliklerinin çıkmasına izin verdi ama karşılığında Osmanlı'nın ateşkesi kabul etmesini istedi. Talep kabul edildi ve San'a İmam Yahya'nın eline geçti.[20][21] Fakat Osmanlı Devleti ve II. Abdülhamid bu isyanı bastırmakta ve San'a'yı geri almakta son derece kararlıydı. 40. Hamidiye Süvari Alayı, Yemen'e sevk edildi ve Ahmed Feyzi Paşa bölgeye vali olarak atandı ve ilerlemeye başlandı.

İmam Yahya ateşkesi bozdukları gerekçesi ile Osmanlılarla çarpışmaları tekrar başlattı. Osmanlı birlikleri San'a'ya isyancılarla çarpışarak tekrar girdiler. Paşa, San'a'da yanında bulunan subaylardan Ahmet İzzet Paşa'yı vekil olarak bırakıp İmam Yahya ve adamlarını yakalamak ve isyancıları yok etmek için Şehhare'ye ilerleyip orayı kuşattı. İmam Yahya'nın kuvvetleri gerilla savaşları ve vur-kaç taktikleri yanında ikincil bir isyancı kuvveti ile şehri kuşatan Osmanlı birliklerini ve Paşa'yı kuşattı. Ahmet İzzet Paşa'nın durumdan haberdar olup Şehhare'ye ek kuvvetleri yetiştirmesi ile Osmanlı birlikleri çemberden son anda kurtuldu.[21][22]

İsyan büyük ölçüde bastırılmasına karşın, Osmanlı'nın asker kayıpları yüksekti. İmam Yahya ve adamları yakalanamamış ve vur-kaç saldırıları sürüyordu. Yahya yeni ittifaklar peşinde koşuyor, isyan bildirileri tüm Yemen'de dağıtılıyordu. Öte yandan Yemen'e İtalyan ve İngilizlerin ilgi göstermeye başlaması ve İmam Yahya'nın onların yanına geçme durumu II. Abdülhamid ve kurmaylarını endişelendirdi. Osmanlı ve Yahya neticede aracılar vasıtasıyla bir araya geldiler. Osmanlı İmam'ın kendi emri altında olması, adına hutbe okutması ve Osmanlı sancağının İmamlık merkezi olarak kontrolü altında Saada'da olması gibi şartlar ileri sürdü. Yahya bu şartları kabul etmedi. II. Abdülhamid müzakere heyetine Yahya'nın adamlarından 40 kişi seçip Yemen'den İstanbul'a gelmesi müzakerelerin burada yapılması için yetki vermişti. Yahya'nın da onayıyla 40 kişilik bir heyet İstanbul'a gitti. Ancak müzakereler sonuçsuz kaldı. Bununla birlikte ufak olaylara karşın hem Osmanlı hem de isyancıların lideri İmam Yahya uzun bir süre hareketsiz kaldılar. Müzakereler ise bu sürede el altından devam etse de sonuç alınamadı.[21] 1909'da Yahya'nın gönderdiği bir heyet 31 Mart Olayı'na denk düşünce yine bir anlaşma sağlanamadı.[22]

Osmanlı'nın Yemen isyanlarını bastırırkenki asker, malzeme ve mali kayıpları çok yüksekti. II. Abdülhamid tahttan indirildikten sonra bu kez 1909'da Yemen'de Şeyh İdrisi isyanı Asir'de patlak verdi ve İdrisi'nin İtalya'dan dış güç desteği vardı.[23][24] Osmanlı bununla uğraşırken 1911'e İmam Yahya tekrar isyan etti. İmam Yahya'nın isyanı 1904-1906 İsyanı'nı bastırma görevi ve diplomatik müzakerelerde önemli rol oynayan, genelkurmay başkanlığı seviyesine kadar yükselen Ahmet İzzet Paşa'ya verildi. İzzet Paşa 1911'de Yemen'e gelerek isyanı bastırdı ve İmam Yahya ile tekrar müzakere masasına oturdu. İmam Yahya'yı Osmanlı adına Yemen dağlık bölgesi hükümdarı olarak tanıyan ayrıca Yemen dağlık bölgesine otonomi veren Da'an Antlaşması'nı imzaladılar. Osmanlı, İmam Yahya'nın hak iddia ettiği dağlık bölge toprakları kendine bırakılacak, Yahya hükümranlık bölgesinde içişlerinde serbest olacak öte yandan Şeyh İdrisi'nin yakalanması ve mücadeleye Osmanlı ile birlikte katılacak, topraklarında Osmanlı'ya karşı bir faaliyete izin vermeyecek ve isyan etmeyecekti, sembolik olarak Osmanlı birlikleri bölgede bulunacaktı, yine Yahya buna karşın müminlerin emiri ünvanından vazgeçecek kendisine her yıl 20.000 Osmanlı altını ita olunacak ve Zeydilik Osmanlı Yemeni'nin dağlık bölgesinde tanınacaktı. Yahya sözünü tuttu. Lawrence ve Arap İsyanı'na karşın I. Dünya Savaşı'nda Yemen toprakları nispeten sakindi.[21][23] Hatta Osmanlı yanında Hicaz-Yemen Cephesi'nde İngilizlere karşı saf tuttu.[23] Ancak Osmanlı İmparatorluğu 1918 yılında Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak Arabistan'dan çekilmesiyle İmam Yahya San'a'ya girerek bağımsızlığını ilan etti.[21] Öte yandan hem İmam Yahya hem de İdrisi isyanlarıyla uğraşan Ahmet İzzet Paşa'nın eksikliği ve komutanın Nazım Paşa tarafından üstlenilmesi I. Balkan Savaşı'nın Osmanlı aleyhine sonuçlanmasındaki faktörlerden biri olmuştur.[kaynak belirtilmeli]

Ertuğrul Faciası

[değiştir | kaynağı değiştir]
Ertuğrul Firkateyni

19. yüzyıl sonunda Japonya hızla gelişerek topraklarını genişletme ve ekonomisini güçlendirme peşine düşmüştü. Japonya, 1894-1895 Çin-Japon Savaşı'nı zaferle noktaladıktan sonra dikkatini Asya kıtası üzerinde yoğunlaştırdı. Artan gücüne karşı Rusya, Almanya ve Fransa birlikte hareket ederek Doğu Asya üzerindeki Japon ilerlemesini durdurma kararı aldı. Rus tehlikesine karşı ise Japonya, İngiltere ve diğer Asya ülkeleri, özellikle de Osmanlı İmparatorluğu ile sıkı işbirliği kurmaya çalıştı.[25] 1887'de Japonya Prensi Komatsu bir savaş gemisiyle İstanbul'u ziyaret etti.[26]

Sultan Abdülhamid bir karşı ziyaret tertip edilmesini istedi. Ancak II. Abdülhamid donanmayı kızağa çektiği için düzgün bir gemi bulunmamaktaydı. Bu iş için donanmadan Ertuğrul gemisi seçildi, gemi için çürük bakımı yapılmadı itirazlarına karşın, donanma komutanınca (Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa) II. Abdülhamid'e gerekli kontrollerin yapıldığı ve geminin sağlam olduğu bilgisi verildi.[27] Fırkateyn, Hasan Hüsnü Paşa'nın damadı olan Osman Paşa komutasında, II. Abdülhamid'den Japon İmparatoru Meiji'ye mücevherli imtiyaz nişanı ve diğer hediyeleri götürmek amacıyla yola çıktı.

Temmuz 1889'da İstanbul'dan ayrılan Ertuğrul, güzergahı boyunca birçok limana uğradı. Süveyş Kanalı'nda gemi bir arıza geçirse de onarım sonrası yola devam etti. Fırkateyn, 11 ay sonra 7 Haziran 1890'da Japonya'nın Yokohama Limanı'na ulaştı. Osmanlı heyeti Japonya'da kaldığı 3 ay boyunca birçok temasta bulundu. Japon Deniz Kuvvetlerinin tayfun uyarısına rağmen, Ertuğrul 15 Eylül 1890'da Yokohama Limanı'ndan ayrıldı. Kuşimoto açıklarında tayfuna yakalanan firkateyn, 16 Eylül 1890'da kayalara çarparak battı. Kazadan sadece 69 denizci kurtuldu, aralarında geminin kaptanı Osman Paşa'nın da olduğu 550'nin üzerinde denizci ise öldü.[26]

Sağ kurtulan 69 denizci, Japon donanmasında zırhlı kruvazörler Hiei ve Kongō ile İstanbul'a getirildi. Fırkateynin trajik sonu, Türk-Japon dostluğunun başlangıcı olurken, kazanın yaşandığı Kuşimoto'da 1891'de ölen denizciler için anıt dikildi. 1937'de Türkiye tarafından restore edilen anıtın önünde her yıl düzenli anma törenleri yapılmaktadır.[26] Kuşimoto'da bir de müze bulunmaktadır.

... Bu topluluk, Türkiye'nin yaşamının ta kendidir, çünkü uzun zamandan beri hizmet etmekten çok yönetmeye alışmış olan Türkler, tüm sanayi kollarını onlara bırakmışlardır. Dolayısıyla Ermeniler, Türkiye'de bankerler, tüccarlar, tamirciler ve her türden tüccarlardır. Ayrıca Müslümanlarla aralarında bir gönül birliği ve menfaat birliği vardır. Çünkü aynı bölgeden olduklarından, alışkanlıklarında ve duygularında benzerdiler; bu nedenle, kendilerini kolayca fatihlerine asimile ederek, güvenlerini kazandılar ve tüm rayaların en etkilisi oldular ve hala da öyleler. Onlara maddi olarak ya da yükselmeleri için borçlu olmayan bir paşa ya da soylu yoktur ve en mütevazı köylü bile ektiği tohumun değerini onlara borçludur; öyle ki onlarsız Osmanlılar bir gün bile yaşayamazlardı. Bu öyle bir gerçektir ki, Rusya, Türkiye'nin altını oymayı planlayarak, her zaman nüfusun bu kısmını kendi tarafına çekmek için çabalamış ve 1828'de Erzurum'u ele geçirdiğinde, o yerdeki Ermenileri, Türklere karşı şiddet ve intikama teşvik etmiştir. Öyle ki Ruslar ayrılınca Ermeniler de onlarla birlikte göç etmek zorunda kaldılar...

C. Oskanyan[28]

Ermeni toplumu özellikle Selçuklulardan beri Türklerle bir arada yaşayan bir toplumdu. Selçuklu ve Anadolu beyleri hakimiyeti sonrası bu topluluk Osmanlı toplumu içerisinde de olduğu gibi yaşamaya devam etmişti. Osmanlı'da sadakatleri ve uyumlu şekilde hareketleri nedeniyle Millet-i Sadıka olarak bile adlandırılmıştır.[29]

16. yüzyılda ilişkiler o kadar iyidir ki; Fatih Sultan Mehmed, Ermeni Psikopos Hovagim ve yanındaki Ermenileri Bursa'dan daha önce Ermenilerin yaşamadığı İstanbul'a getirip, burada ilk defa Ermenilere bir patriklik kurdurmuş ve patrik olarak başına da Hovagim'i getirmiştir.[30][31][32] Vergi konusundan çıkan Zeytun İsyanı (1780) haricinde 18. yüzyıl içinde Osmanlı topraklarında kayda değer bir Ermeni isyanı olmamakla birlikte gerek İran Ermenilerinin durumundaki gelişmeler ve gerekse 17 ve 18. yüzyılda Osmanlı topraklarındaki gelişmeler ve misyonerlik faaliyetleri bu sorunun 19. yüzyılda ortaya çıkmasının temeli olmuştur.

1895'te Ermeni (diğer Hristiyanlar) ve Müslüman nüfusun Osmanlı (Batı) Ermenistanı'nda ve Kuzeydoğu Osmanlı İmparatorluğu'nun diğer komşu bölgelerindeki dağılımının haritası.
  %75 ve üzeri Müslüman nüfusu
  %50 - %75 arası Müslüman nüfusu
  %50 - %75 arası Ermeni nüfusu
  %50 - %75 arası Rum ve Nestoriyan nüfusu

Osmanlı İmparatorluğu'nun aksine komşusu ve sürekli mücadele ettiği İran'daki Safevi Devleti (Ermenilere bir kısım haklar veren I. Abbas hariç) şahları Ermenilere karşı hiç de iyi bir muamele yapmamaktadır. Bu durum karşısında İran'daki özellikle Pers hakimiyeti altında Karabağ ve çevresindeki yoğunluklu Ermeni nüfusun ruhani liderleri defa kere Avrupa'ya Müslüman hakimiyeti ve Perslerden kendilerini kurtarmaları için başvurmuş ancak bir sonuç elde edememiştir.[33] İran Ermenilerinin bağımsızlık uğraşları 17. yüzyılda da devam etti. Ancak Avrupa'dan yüz bulamayan Ermeniler bu defa o dönemin Rus çarı I. Petro'ya başvurdular. Sıcak deniz planları için bu durumu bulunmaz bir fırsat olarak gören Rus Çarı onlara destek olmayı ve himaye etmeyi kabul etti. Kendinden o dönem yardım talep eden Ermeni Ori'yi hizmetine aldı, Rus İmparatorluğu lehine Ermeni Alayı kurma teklifini kabul etmekle kalmayıp İran'a elçi atadı.[34]

İsveç ile savaşı kazanması sonrasında I. Petro Transkafkasya'ya yöneldi ve İran ile savaşında Hazar kıyılarını aldılar. Ermenilerden kurdukları alayları da bu amaçla kullandı, ancak I. Petro sonrası halefleri bu yerleri tutacak güce sahip değildi. Osmanlı, çöken Safevi Devleti sonrası Rusya'nın Kafkasya'ya yerleşme tehlikesi yanında kendisi de buradan pay alabilmek için Rusya-İran arasındaki mücadeleye kuvvet sevk ederek dahil oldu. Osmanlılar, Fransa'nın arabuluculuğuyla Rusya ile 1724'te İran'ın paylaşımı için bir anlaşma imzaladı. Antlaşmaya göre Ruslar İran'dan Mazenderan ve Gilan vilayetlerini alırken, Erivan ve çevresi Ormanlı hâkimiyetine bırakıldı.

Ruslar I. Petro'nun ölümü sonrasında Terek Nehri sınır alacak şekilde bölgeden çekildiler. Sonrasında zayıflayan Osmanlı karşısında II. Katerina dönemi savaşları ile Ruslar Osmanlı'nın Karadeniz ve bölgedeki gücünü kırdılar. 1813'te İran'la tekrar savaşa giren Ruslar İran Kaçar Hanedanı ordusunu bozguna uğrattılar. Karabağ, Gence, Şirvan, Şeki, Kuba, Bakü ve Talış; İran ile imzalanan Gülistan Antlaşması'yla Rusya'ya bırakıldı. Rusya bu başarısında bölgedeki Ermenileri de kullanmıştı. Rusların sonrasında içine düştüğü karışıklıklardan istifade eden İranlılar 1826-1828 arasında savaşı başlatıp, başlangıçta Ruslara karşı büyük başarılar kazansa da ele geçirdikleri yerleri sonrasında aldıkları yenilgilerle kaybettiler. Ruslar, Abbasabadi, Ordubad, Sardarabad, Nahçıvan ve Erivan'ı tekrar ele geçirdiler. Bu savaşta Ruslar Ermeni alaylarından büyük yardım aldılar. 1828'de imzalanan Türkmençay Antlaşması ile bölgede çoğunlukta olan Müslüman nüfusu İran ve sonrasında Osmanlı'ya sürüldüler. Karşılığında İran'daki tüm Ermenileri de Güney Azerbaycan'dan Karabağ'a yerleştirdiler.[35]

Hamidiye Katliamları sebebiyle II. Abdülhamid'in "Kızıl Sultan" olarak tanımlandığı Le Rire dergisinin kapağı.[36]

Ermeniler istedikleri bağımsız devlet arzusunu gerçekleştiremese de Ruslardan Ermeni Eyaleti ve özerklik alabildiler. Ruslar neticede bölgede Hristiyan bir nüfus ve kendine bağlı tampon bir Ermeni bölgesi oluşturdu.[37] 1813 ve sonrası bölgedeki Ermeni nüfus ve alaylarını Ruslar Osmanlı'ya karşı da kullandılar. Osmanlı'nın sınır bölgesindeki Ermenileri Osmanlı'ya karşı kışkırttılar. Christopher Oscanyan'ın dediği gibi 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Ruslar Erzurum dahil sınır bölgesindeki Ermenileri Türklere karşı kışkırtmış ve başarılı olmuşlardır ancak sonrası bölgeden çekildiklerinde bu Ermeniler de buradan ayrılmak zorunda kalmıştır.[28]

Sivaslı Mhitar (1676-1749) adlı bir rahip Osmanlı ve Venedik topraklarında yaptığı geziler sonrasında Ortodoksluktan Katoliklik mezhebine geçmekle kalmamış,[b] aynı zamanda kendi öğretisinde bir kilise kurmuştur. Ona göre Ermeni Patrikliği, Katolik Kilisesi ile birleşmeli ve Ermenilerin kendilerine ait bir devleti olmalıdır. Mhitarist öğreti denen bu öğretiye göre kurulan kiliselerinde çeşitli kitaplar Ermeniceye çevrildi ve Ermeni dili ile kültürü konusunda bir bilinç oluşturma peşine düşüldü.[38] Fransız İhtilali sonrasında gerek Tiflis ve gerekse Moskova-Lazarevski Enstitüsü Lazarian Koleji gibi kurumlara giden Osmanlı topraklarından yurt dışına çıkan Ermenilerin bir kısmı burada yaşadıkları atmosferin etkisi ile Osmanlı topraklarına bağımsızlık yanlısı faaliyetlerde bulunmak üzere döndüler. Protestan misyonerlerin ilköğretim, kolejler ve diğer öğrenim kurumları açmaları diğer yanda Islahat Fermanı ile Hristiyan azınlıklara getirilen haklar ve bu haklardan geri kaldığını düşünen Ermeni Patrikhanesinde hoşnutsuzluk yaşandı. Rusya'nın Ortodoks Hristiyanların koruyucusu sıfatıyla ortalığı karıştırabilme tehlikesi, batılıların etkisi ve Ermeni Patriği ile yurt dışından gelen Ermeniler arasında mücadele neticesinde Patrikhanenin yetkilerini sınırlandıran bir milli nizamname, kendilerini devrimci olarak tanımlayan Ermeniler tarafından hazırlandı. Patrikhanenin yetkileri sınırlandı. Sultan Abdülaziz, Nizamnâme-i Millet-i Ermeniyân adı verilen bu nizamnameyi ve Ermeni Millet Meclisinin kurulmasını onayladı. Ermeni Patrikhanesi, yetkilerini Ermeni Millet Meclisi ile paylaşmaya başladı ve yetkileri nizamname ile sınırlandırıldı. Patrik değişiklikleri kendi toplumunun erozyonu olarak algıladı.[39] Bu durum Ermenilerde bir dönüm noktası oldu. Ermeniler çeşitli cemiyetler kurdular. Bütün bu cemiyetler, Doğu Anadolu'da okullar açarak öncelikle gençleri eğitmeyi amaç edinmişlerdi. Osmanlı Hükûmeti de bu cemiyetlerin eğitim faaliyetlerini, onların doğal hakkı olarak gördü ve bu cemiyetlerin daha sonra devletin aleyhinde zararlı faaliyetler içerisine girebileceklerini düşünmedi. Fakat bu cemiyetlerin bazıları Osmanlı topraklarındaki Ermenileri etkileme ve silahlandırma için kurulmuştu.[40]

II. Abdülhamid'i "Ermeni Kasabı" olarak niteleyen bir Fransız karikatürü.

93 Harbi sırasında Ruslar, Doğu Anadolu'daki Ermenileri de kışkırttılar, bölgede Ahmed Muhtar Paşa'ya karşı savaşan Rusların önemli bir kısım askeri Ermenilerden oluştuğu gibi Rus ordusu komutanları Mikhail Loris-Melikov, Boris Şelkovnikov, İvan Davidoviç Lazarev ve Arşak Ter-Gukasov Tiflisli Ermenilerdendi.[41] Rusya ayrıca bu alaylar vasıtasıyla 1828-1829 savaşından çok öte şekilde bölgedeki Ermenileri de kışkırttı ve çeşitli Ermeni çetelerle iş birliği yaptı. Bununla birlikte bağımsız bir Ermenistan düşüncesinde olan Ermeniler bu amaçla Ayastefanos Antlaşması'nda özerklik talep etse de Ruslar kendi bölgeleri için emsal teşkil eder korkusuyla bunu kabul etmedi ancak Ermenilerle ilgili ıslah yapılması ve Kürtlere ve Çerkeslere karşı Osmanlı'nın onların güvenliklerini sağlama yükümüne ilişkin bir maddeyi anlaşmaya eklettiler. Berlin Antlaşması'nda da özerklik veya bağımsız devlet olmak için talepte bulundular. Ancak Balkanlar'daki durum ile meşgul olan Berlin Kongresi'nde istediklerini alamadılar.

Berlin Antlaşması, Doğu Anadolu'daki Ermenilerin Rus himayesine yönelmelerine engel olmak amacıyla Osmanlı İmparatorluğu'ndan bu bölgedeki Ermenilerin durumunu düzeltmeye yönelik bir sıra reform yapmasını talep etti. Berlin Kongresi'nden sonra, antlaşmaya imza koyan devletler diğer maddeler gibi, Ermeni Meselesi ya da Bâb-ı Âli'nin diplomatik hassasiyet nedeniyle tercih ettiği isimle Anadolu Islahatı'yla ilgili maddenin de takipçisi oldular. Milletlerarası diplomatik boyutu daha da belirginleşen ve kronikleşen bu sorunun çözümünü hızlandırmak emelinde olan Ermeniler; Patrikhanenin, dini ve seküler çevrelerin siyasi lobi faaliyetleri yanında, uluslararası arenada gündemden düşmemek amacıyla bir dizi isyan ve sansasyonel eylem gerçekleştirdiler.[42]

İsviçre'nin Cenevre kentinde 1887'de Hınçak ve Gürcistan'da 1890'da Taşnak partileri kuruldu. Bu partilerin ikisi de, Osmanlı topraklarında özerk veya bağımsız bir Ermeni devleti kurulması yolunda faaliyetlerde, isyan ve terör eylemlerinde bulundular.[43][44] Sultan II. Abdülhamid, başta Rusya olmak üzere Avrupalı devletlerin Balkanlar'da olduğu gibi Doğu Anadolu'da da etnik ihtilafları kullanmak düşüncesinde olduklarının farkındaydı ve buna fırsat vermemek için çeşitli tedbirler aldı. Ermenilerin ayrılıkçı yabancı yayınlarının ülkeye girişini engellemeye çalıştı. Avrupa'nın istediği reformları yapmak konusunda isteksiz davranan Sultan, bu konudaki baskılara uzun yıllar dayandı. Bu şartlar altında eylemlerini arttırmaya ve Avrupa kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışan Ermeniler, Anadolu'da başlatacakları olaylarla bunu gerçekleştirebileceklerini düşündüler.[44]

Ermeniler 1878'de Maraş'a bağlı Zeytun'da ilk ayrılıkçı, özerklik talep eden ayaklanmayı çıkardılar. Bu ayaklanma Osmanlılar tarafından aynı yıl bastırıldı ve isyancılar yakalanıp yargılandılar ancak İngiltere'nin zorlaması ile Ocak 1879'da Osmanlı Ermeni elebaşlarını serbest bıraktı.[45][46] Esas isyan ise 24 Ekim 1895'te başlayan ve 28 Ocak 1896'da fiilen, Şubat 1896'da ise isyancıların teslimiyle resmen biten ayaklanmadır. Bu isyanda Ermeniler önce Osmanlı askerleri ile çatıştılar sonrası olayı soruşturmaya gelen 2 Osmanlı jandarmasını yaktılar ardından hükûmet merkezi ve kışlayı ele geçirip Müslüman evlerini yaktılar. Osmanlı askerlerini esir alıp, çevre Müslüman köylerde katliam yaptılar. Buna karşın Osmanlı ordusu, Zeytun çevresine operasyon düzenleyip saldıran Ermenilerden bir kısmını öldürdü, Zeytun şehrinde Ermeniler kuşatıldı, Ermeniler de esir aldıkları 400 Osmanlı askerini katlettiler.[kaynak belirtilmeli]

Ermeniler üzerine yapılacak bir harekâtta hem askerlerden hem de kadın ve çocuklardan çok sayıda insanın zarar görmesi muhtemel olduğundan İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, İtalya ve Avusturya devletlerinin sefaretleri tarafından, arabuluculuk teklif edildi. Osmanlı Devleti arabuluculuk teklifini kabul etti ve söz konusu devletlerin konsolosları ile Zeytun Ermenileri arasındaki görüşmeler neticesinde 1896 Şubat'ında Zeytunlu Ermeniler teslim oldular. Arabuluculuk neticesinde asi Ermeniler, hiçbir ceza almadan kurtuldu ve isyan bu şekilde son buldu. Bölgeye varılan anlaşma doğrultusunda, bir süre Müslüman bir yönetici atansa da sonrasında Hristiyan bir yönetici atandı.[47]

Bütün bunlar yaşanırken birde Ermenilerle çatışan Bitlisli Huytu aşireti reisi Hacı Musa Bey'in Khars köyünden Ermeni Ağacan'ın kızı Gülizar'ı, evine baskın düzenletip zorla kaçırtarak önce kendinin sonra ise kardeşi Cevahir'in haremine katması ve İslamiyet'e geçirilmesi Ermeni tebaası ve sonrasında de dış basında oldukça büyük yankı uyandırdı. Kız 4 ay sonra ancak ailesinin şikayeti ile bulunup ailesine teslim edilebildi. Kızın fiziksel ve ruhsal işkencelere uğramış bir gözünün de kör kaldığı ortaya çıktı.[48][49][50][51]

1890'da kurulan Taşnak komitesinin Erzurum'a gizliden silah sevk edip bölge genelinde isyan çıkarma hazırlığı duyumu üzerine Osmanlı birlikleri bölgeye intikal etti ve Erzurum Ermeni mahallerinde arama yapmaya başlandı.19 Haziran 1890 tarihinde yapılan arama sonucunda kilise ve Sanasaryan Mektebinde silah imalatında kullanılan birkaç parça araç-gerecin haricinde herhangi bir mühimmat bulunamadı. Bu aramayı bahane eden Hınçak komitesi mensubu Ermenilerden bir kısmı ise halkı galeyana getirip isyan çıkardı. Osmanlı birlikleri Müslüman ahaliyi müdahale etmemeleri yönünde uyardı ve kalabalığın dağılmasını yönünde ihtara karşın ateşle karşılık verilmesi üzerine bölgede çatışma çıktı. 2 saat süren çatışmada 24 Temmuz tarihli bir rapora göre, olaylar sırasında Müslüman halktan 4 kişi, Ermenilerden ise 10 kişi öldü. Yaralı sayısı ise Müslümanlardan 45 iken, Ermenilerden ağır ve hafif olmak üzere toplam 74 kişiye ulaştı. Osmanlı askerlerinden 4 kişi hayatını kaybederken 15 asker yaralanmışdı. Öte yandan Müslüman halkın her şeye rağmen sağduyu göstererek Ermeni çocuk ve kadınlarını muhafaza ve himaye etmek maksadıyla evlerinde sakladıkları da belirtilmiştir. Ancak bu durum ve olaylar iyice çarpıtılarak çevre topraklardaki Ermenilere ve batı basınına aksettirilmiştir.[kaynak belirtilmeli] Bölgede 1895'te Erzurum, Tercan, Hınıs ve Bayburt'ta tekrar Ermeni isyanları çıkacak ve bastırılacaktır.[52]

1890'yılında "Kürt Musa Bey Olayı" ve arkasından Erzurum'da yaşanan karışıklıklar sonrası kimi Ermenilerin tutuklanması, Ermeniler tarafından ülke geneline yayılan tepkilere neden oldu. Birçok bölgede komiteler tarafından organize edilen protestolar yaşandı ve bunlara bağlı kargaşalar çıktı. Benzer şekilde başkent İstanbul'da da çeşitli protestolar yapıldı ve Doğu Anadolu'dan İstanbul'a gelen birçok Ermeni, şikâyetlerinin Sultan II. Abdülhamid'e iletilmesi için başta Ermeni Patrikhanesi olmak üzere başkentte bulunan Ermeni önderlerine baskılarda bulundular. Bu sırada İstanbul Ermeni Patrikliği görevinde Horen Aşıkyan Efendi bulunuyordu. Aşıkyan Efendi Osmanlı idaresi ile - özellikle de Sultan II. Abdülhamid'le -ilişkisi iyi olan bir ruhani önderdi ve Ermeni komitelerinin faaliyetlerine de açıktan karşı çıkıyordu. Hem Patrik Aşıkyan'ı uyarmak hem de İstanbul'da yapacağı bir eylemle Ermeni sorununun ciddiyetini Osmanlı Devleti yetkililerine göstermek hem de bir güç gösterisi yapmak isteyen Hınçak komitesi, 27 Temmuz 1890 günü Kumkapı Ermeni Patrikhanesi Kilisesi'nde bir eylem gerçekleştirdi. Kumkapı gösterileri olarak bilinen bu eylem İstanbul'da gerçekleştirilen ilk ayrılıkçı Ermeni isyanı ve olayıdır. Harutün Cangülyan, Mihran Damadyan ve Hamparsum Murat Boyacıyan gösteri sırasında bir manifesto okuyarak Patrik'i ve Ermeni Ulusal Meclisini olaylara kayıtsız kalmakla suçladılar. Patrik'in odasını basıp onu zorla kendileriyle Yıldız Sarayı'na yürümeye zorlamaya çalıştılar ancak Osmanlı zabıtlari bunu engellemek için göstericileri kuşattı ve Patrik'i kurtardılar. Çıkan arbede ve çatışmalarda 4 Osmanlı zabıtı ve 3 gösterici öldü.[53][54][55][56][57]

Bu arada II. Abdülhamit ise ABD elçisi Terel ile (1897) röportajında şunları söylemektedir: "... Şu anda şahsi hazinemi yöneten Mikail Portakalyan Efendi dahi Ermeni olup bütün emlakim onun idaresindedir. Benim rıza göstermem suretiyle birçok Ermeni'yi hizmetinde istihdam ediyor. Bunların isimlerini ve aldıkları maaşları gösteren bir listenin size verilmesini emredeceğim. Ermeniler, Osmanlı hanedanı tarafından bunca lütuf gördükleri, kendilerine ihsanlarda bulunulduğu ve bu şekilde bol miktarda mal, mülk ve servet edindikleri halde, memleketimi harap etmek maksadıyla fesat komiteleri kurmuşlar ve nankörlük etmişlerdir. İsyan hareketlerini zengin Ermeniler destekledi..."

[58][59]

Sonrasında Patrik diğer Ermenilere Hınçak ve Taşnaklara itimat etmemeleri yönünde bildiri yayınlasa da ardı ardına Hınçak ve Taşnaklar tarafından kendilerine destek vermeyen Ermenilere yönelil suikastlar ve baskılar neticesinde, II. Abdülhamid'in görevde kalması yönünde ısrarlarına karşın 1894'te istifa etmek zorunda kaldı. Yerine seçilen 1895'e göreve başlayan İzmirliyan ise bulabildiği her fırsatta batılı güçleri olayların içine sokmaya çalıştı ve isyan hareketlerinin aleyhinde net bir tavır sergilemedi.[60] Hatta 1894'te Müslüman ahaliye yönelik gece baskınları ve saldırılarını bile kendinin yönlendirdiği iddia edilmektedir.[61]

İstanbul'da Kumkapı gösterileri ile başlayan Ermeni olaylarının akabinde 1895 Bâb-ı Âli Olayları patlak verdi. Taşnak ve Hınçak Ermenileri 28 Eylül'de 6 büyükelçiliğe mektup gönderip İstanbul'da barışçıl protestolar yapacaklarını belirttiler. Bu amaçla Bitlis, Van, Muş da dahil olmak üzere Doğu Anadolu'ndan pek çok Ermeni'yi İstanbul'a getirdiler. 30 Eylül 1895'te toplanan Garo Sahakyan liderliğinde 2000 kişilik kitle Bâb-ı Âli'ye dilekçe verme amacıylayürüyüşe geçti. Fakat güvenlik güçleri ile çatışmalara girdiler. Sonuçta Osmanlı zabıtları ve Ermenilerden ölen ve yaralılar oldu. Müslüman halkın da galeyana gelmesi ile yer yer çatışmalar olsa da durum olaylara karışan Türk Ermeni her kişinin cezalandırılacağı bildirilerek bastırıldı. Ancak çıkan olaylar karşılıklı katliamlara neden oldu.[62] Ayrıca, olaya zamanında gerektiği gibi müdahale edemeyen Küçük Said Paşa'nın Sadrazamlıktan alınmasına ve yerine Kâmil Paşa'nın tayin edilmesine neden oldu.

Tıbbiyeli öğrencilerin hükûmeti basiretsizlikle suçlayan bildiriler dağıtmaları sonrası pek çoğu tutuklandı ve kargaşalar İttihat ve Terakki Cemiyetinin güçlenmesi ve eylemlerinde yeni bir safhaya geçmesine neden oldu.[63] 1895 Bâb-ı Âli Olayı öncesi başrolde İngiltere elçisi Philip Currie'nin bulunduğu inceleme komisyonunun çalışmaları sonucunda, İngiltere, Fransa ve Rusya Bâb-ı Âli'ye verdikleri 11 Mayıs 1895 tarihli ortak memorandumla Berlin Antlaşması'nda öngörülen ıslahatın acilen icrasını istediler. Abdülhamid buna bunca zaman direnmekteyken bu olaylar sonrası 17 Ekim 1895'te Ermeni ıslahat programını uygulamaya koymak zorunda kaldı. 20 Ekim'de "Vilâyât-ı Sitte'nin Islâhına Dâir Islahât Lâyihâsı" başlıklı reform programının, ilgili mülki ve askeri görevlilere gönderilmesini onayladı.[62][64] Ancak Hınçak ve Taşnak eylemcileri 26 Ağustos 1896 Osmanlı Bankası Baskını eyleminde bulundular. 1897'de ise bu defa 1897 Bâb-ı Âli Olayı denen olayda Ermeni militanlar Osmanlı Bankası baskınının yıldönümünden bir hafta önce, 18 Ağustos 1897 tarihinde Osmanlı payitahtında üç binaya eşzamanlı bombalı saldırılar düzenlediler. Bunlardan birisi kısmen başarıya ulaşırken, ikisi girişim aşamasında kaldı. Bâb-ı Âli'ye bomba atılması sonucu bir odacı ölürken, altı kişi yaralandı. Osmanlı Bankasına giren militan dinamit fitilini ateşlemek üzere iken muhafızlar tarafından etkisiz hale getirildi. Galatasaray Karakolunu bombalamak isteyen militan ise panikleyip bunu başaramayınca, uzun bir takip sonucunda yakalandı. Saldırılar, devletle işbirliği halinde olan yeni patrik Ormanyan ve Ermeni cemaati tarafından lanetlenirken, Avrupa devletleri tarafından da kınandı.[65]

1891'de ise Siirt'e yakın Sason'da Ermeni devrimci örgütlerince desteklenen Mihran Damadyan'ın başı çektiği direniş hareketleri başlatıldı. 1894'te ise Birinci Sason İsyanı çıkarıldı.[66] Bu iki isyanın bastırılması ardından Rus destekli Andranik Ozanyan 1904'te İkinci Sason İsyanını çıkardı ve bu isyan da bastırıldı.[67] Yine 1895 sonu 1896 başında Van İsyanı patlak verse de bastırıldı.

Ermenilerin 1878'deki Zeytun İsyanı ve 1890 Erzurum'daki karışıklıklar ve Kumkapı Ermeni Olayları sonrasında II. Abdülhamid, IV. Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa'yı, Ermeni isyanlarını bastırmakla görevlendirildi. Abdülhamid tarafından bölgede Ermeni çetelerin saldırılara başlaması neticesinde Mehmed Zeki Paşa'nın teklifi ve Rusya'da Saint Petersburg Büyükelçisi olup Rus kazak alayları konusunda bilgi sahibi olan Ahmet Şakir Paşa'nın desteği ile Rus Kazak alayları model alınarak, doğuda Kürt aşiret reisleri Hamidiye Alayları adı altında düzensiz milis birlikleri olarak kurulup örgütlendi ve kendilerine saldıran Ermenilere karşı Çerkesler, Türkler vs. birlikte silahlandırıldı.[68]

Hamidiye Alayları zaman içinde sayısı arttırılıp genişletilerek Ermenilerin ülkenin çeşitli yerlerindeki isyanları sert bir şekilde bastırılmıştır. Ancak bu olayların dış Dünya'ya nedenlerini duyurmada Osmanlı tarafı çok pasif kalmıştır. Sonuç olarak 1895 yazında ve sonrasında bütün Anadolu taşrasında gerçekleşen kanlı olaylar Osmanlı aleyhine Ermenilere ve Süryanilere karşı Hamidiye Katliamları olarak batıya lanse edildi[69] ve bu Avrupa basınında Abdülhamid karşıtlığına sebep oldu.

Bazı Hamiye Alaylarının disiplinsiz davranışları sorunlar çıkarmıştır. 1905-1907 arası Diyarbakır'daki karışıklıkların ve halk ayaklanmalarının bir nedeni ağır vergiler yanında oradaki Hamidiye alay komutanı ve Millet aşireti reisi İbrahim Paşa ve birliklerinin halkta tepki doğuran keyfi ve disiplinsiz davranışları ve bölgede Türk-Ermeni demeden aşireti dışındaki tüm halka karşı kötüye kullanıp suiistimal ettiği yetkileridir.[70] Bu paşaya karşı gerekli işlemleri Osmanlı Devleti ancak 1908'de alabildi.[71] Bu alaylar, II. Abdülhamid sonrasında yeniden yapılandırılıp Aşiret Alayları adını alıp I. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar varlığını sürdürecekti.[c]

1905'teki suikast girişimi ve II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi sonrasında Adana Katliamı patlak verecek yine Ermeni katliamı konusu gündeme gelecekti. Hınçaklar hiçbir şekilde işbirliğine yanaşmasa da Taşnakların, İttihat ve Terakki ile 1902 kongrelerine katılım sonrasında işbirlikleri; 1907'de II. Abdülhamid'e karşı işbirliği yapmayı ikinci bir kongre toplanmasını teklif edebilecekleri noktaya kadar vardı. 1909 Adana Katliamı sonrası Osmanlı aleyhine faaliyet göstermemeye, Osmanlı Devleti'nin bütünlüğünü korumaya buna karşın kendilerinin haklarının korunmasına ilişkin İttihat ve Terakki ile işbirliği anlaşması imzalayacaklardı. Ancak I. Dünya Savaşı bütün bunları tersine çevirecek ve çatışmalar tekrar başlayacaktı.[73][d]

Çarşafın yasaklanması

[değiştir | kaynağı değiştir]
II. Abdülhamid'in çarşafın yasaklanması fermanının orijinali

2 Nisan 1892 tarihinde belden bağlanmış siyah çarşaf giyen Müslüman kadınların örtünmemiş denecek hâlde açık-saçık bulundukları ve matem tutan Hristiyanlara benzedikleri ve güvenlik bakımından da problem yaratacağı gerekçeleriyle II. Abdülhamid tarafından kadınların çarşaf giymesi yasaklandı.[74][75] Bu yasak sadece saraya girmek isteyen kadınlara uygulanmıştır.[76][77]

  1. ^ Resim ya da çoğulu olan rüsum, damga vergisi gibi dolaylı vergileri ifade eder. Sitte ise altı anlamına gelir. Altı adet geliri kapsadığı için idareye bu ad verilmişti.
  2. ^ Mhitar öncesinde de Papa V. Sixtus (1584-1590) de Osmanlı Ermenilerinin yoğun olduğu bölgelere heyetler göndermiş ve bu heyetlerle birlikte Fransa himayesi altındaki Katolik misyonerlere Ermenileri kazanmaları yönünde emirler vermiştir. III. Murad döneminde ele geçirilen İran toprakları içinde Eçmiyazin kilisesinin olduğu yer olmasına karşın Şah I. Abbas zamanında 1603-1604 yıllarında Erivan'la birlikte Eçmiyazin Kilisesinin de olduğu toprakların Osmanlı Devleti'nin elinden çıkarak tekrar İran'a katılması, Şah Abbas'ın Ermeni ileri gelenlerinden birçoğunu İsfahan'a göndermesi ve yine 1604'te yinelenen Türk-Fransız Antlaşması'nda Fransa'ya Katolikler üzerinde resmen himaye hakkı tanınmasıyla Ermeni camiasında çözülme ve diğer mezheplere bilhassa Katolikliğe geçme eğilimini arttırmıştır. Yine Venedik ve Cizvit papazlarının yoğun olarak Galata bölgesindeki misyonerlik faaliyetleri de Ermenilerin önemli bir kısmının Katolikliğe geçerek Ermeni Ortodoks patriğinin kontrolünün dışına çıkmasına neden olmuştur. Bu durum Ermeni toplumunun Avrupa devletlerinin dış etkilerine açık hale gelmesine neden olmuştur.[38]
  3. ^ Mustafa Armağan, Hamidiye alaylarının kurulması ile hedeflenen amaçları özetle hem kendi internet sitesinde hemde Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı kitabının 1.cildinde özetle şu şekilde sıralamaktadır: 1. Askerlik yapmayan Kürtlerle kolluk kuvveti eksikliği giderilmesi. 2. Ruslara karşı caydırıcılık sağlanması,sınır bölgelerinin korunması (ki Rus kazak alaylarından esinlenerek bu alaylar kurulmuştur) 3. Kürtlerin ve konar göçerlerin dış güçlerce kullanılmasını engelleme bunun önüne geçme 4. Aşiretlerin yerleşik hayata geçmelerini hızlandırılması 5. Çocukların kurulacak İstanbul’daki Aşiret Mektebi’nde eğitilerek Osmanlı bilinci aşılanarak devlete bağlılığının sağlanması 6. Aşiret kavgalarının önüne geçilmesi 7. İsyanların ve olayların yatıştırılıp asayişin sağlanması ve ardından Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun imarının sağlanması [72] Bununla birlikte bu alayların önemli yararları olmuştur ancak ne yazık ki gerekli disiplinin kontrolün denetimin sağlanamaması sebebiyle kimi olumsuz sonuçlarının Diyarbakır'daki gibi olduğu da belirtilmektedir.
  4. ^ İlgili makalede Özsavlı, İttihat ve Terakki ile Taşnakların anlaşmasına dair 1909 Adana Katliamı sonrası imzalanan işbirliği anlaşmasının orjinal Osmanlıca metnini de sunmuştur. Anlaşma Taşnak-ı sütyun internet sitesinde de vardır. Ermenice ve Osmanlıca kaleme alınan bu anlaşma metninde dikkat çeken en önemli husus iki cemiyetin Osman Devleti'nin bölünmesine karşı oldukları ve bunu önlemek için çaba sarf edecekleriydi. Diğer önemli bir husus da her iki cemiyetin kamuoyunda oluşan "Ermenilerin bağımsızlık istediklerine dair" yalan haberlerin kaldırılması için beraber çalışacağıdır. 3 Ağustos 1909'da imzalanan işbirliği anlaşmasının bazı maddeleri:
    1. Her iki cemiyet vatan-ı müştereki Osmaniyenin tekamül ve terakkiyesini kafil olan vilayetın tevsi-i me'zuniyeti hakkında hemfikir oldukları ilan edilir.
    2. Osmanlı İttihat ve Terakki ve Taşnaksutyun cemiyetleri 31 Mart Hadisesi'ni ev Adana kital-i faci'ini şahit-i intibah tutarak nazar-ı dikkat ve ittihakını bâlâda mezkur nekatı esasiyeden ayırmamağa müştereken çalışacaklardır...[73]
  1. ^ a b c d e Gürsoy, Bedri (1984), 100. Yılında Düyunu Umumiye İdaresi Üzerine Bir Değerlendirme, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ord. Prof. Şükrü Baban'a Armağan, s. 17, 25 Mart 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 11 Kasım 2022 
  2. ^ a b c d e f g h i j Biltekin, Özdemir (Şubat 2010), Osmanlı Devleti Dış Borçları (PDF), Türkiye Cumhuriyeti Hazine ve Maliye Bakanlığı, ss. 71-75,78,81-84,129, 11 Ocak 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF), erişim tarihi: 19 Kasım 2022 
  3. ^ a b c d Kartopu, Saffet (2012), Düyunu Umumiye İdaresiyle İlgili Görüşler (s.32-40), Küresel İktisat ve İşletme Çalışmaları Dergisi Cilt: 1 Sayı: 2, 11 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 11 Kasım 2022 
  4. ^ Eğilmez, Mahfi (17 Ekim 2012). "Düyun-u Umumiye". 19 Ekim 2012 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 12 Kasım 2022. 
  5. ^ Sander, Oral (1993). Anka'nın yükselişi ve düşüşü: Osmanlı diplomasi tarihi. İmge Kitabevi. s. 175. ISBN 978-975-533-049-5. 
  6. ^ Çavdar, Tevfik (2006). Küresel kapitalizmin girdabında Türkiye. Bilgi Yayınevi. s. 20. ISBN 978-975-22-0191-0. 
  7. ^ a b c Ortaylı, İlber, İkinci Abdülhamit Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, s. 21,22,23 https://psi301.cankaya.edu.tr/uploads/files/II%20Abdulhamit%20donemi%20Alman%20Nufuzu.pdf 14 Şubat 2019 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  8. ^ Ünlüönen, Kurban (9 Ekim 1988). "Cumhuriyet Dönemi Devlet Borçları". Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi. 4 (4): 316. ISSN 1300-2929. 23 Ekim 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 12 Şubat 2024. 
  9. ^ a b c d e Adiloğlu, Burcu; Yücel, Göksel (Temmuz 2021), Duyun-u Ummumiye Osmanlı Devlet Borçları (s.67-78), Muhasebe ve Finans Tarihi Araştırmaları Dergisi Sayı:21, ss. 73-77, 11 Ağustos 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 19 Kasım 2022 
  10. ^ Çavdar, Tevfik, Türkiye'de Liberalizmin Doğuşu, Uygarlık Yayınları, s. 40
  11. ^ a b Abdülhamid Han, Osmanlı'nın Borcunun %90'ını Ödedi mi?, Doğruluk Payı.com internet sitesi, 25 Şubat 2021, 19 Ağustos 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 19 Kasım 2022 
  12. ^ Eğilmez, Mahfi. "II. Abdülhamid ve Osmanlı Maliyesinin İflası". 24 Mayıs 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Ekim 2022. 
  13. ^ Karaçor, Zeynep; Hazel Kaya, Perihan; Aydın, Melikşah (2019), Osmanlı İmparatorluğu'nda Özelleştirme Faaliyetlerine Örnek Olarak Reji Tütün İdaresi (s.18-28), Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt:1 Sayı:3, ss. 25,26,27, 12 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 12 Kasım 2022 
  14. ^ a b Demir, Kenan (Haziran 2019), II. Meşrutiyet Dönemi Osmanlı Basınında Tütün Tarımı ve Reji Şirketi (s.419-445), Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt: 22 - Sayı: 41, ss. 423,424,435,440, doi:10.31795/baunsobed.580791, 5 Nisan 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 15 Kasım 2022 
  15. ^ "Modern Türkiye Tarihi Kronolojisi, Boğaziçi University, Atatürk Institute for Modern History". 30 Kasım 2007 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 23 Aralık 2007. 
  16. ^ Gökmen, Ertan (2007), "II. Abdülhamit Dönemi Osmanlı Maden İmtiyazları (1878-1899)"(s.969-996), Türk Dil ve Tarih Kurumu Belleten Dergisi Cilt:71 Sayı:262, ss. 980-996, 19 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 19 Kasım 2022 
  17. ^ Bige, Sükan (2014), İmparatorluktan Cumhuriyete Yabancı Sermaye Anlayışı (s.195-222), Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi Sayı:54, s. 201 
  18. ^ a b Forni, Nadia (2003), "Land Tenure and Labour Relations", Fiorillo, Ciro; Vercueil, Jacques (Ed.), Syrian Agriculture at the Crossroads, FAO Agricultural Policy and Economic Development Series, No. 8, Rome: FAO, ss. 309-334 (312), ISBN 92-5-104990-4 
  19. ^ Provence, Michael, "An Investigation into the Local Origins of the Great Revolt", Méouchy, Nadine (Ed.), France, Syrie, et Liban 1918--1946, ss. 377-393 .
  20. ^ a b c d Yaccob, Abdul (2012). "Yemeni opposition to Ottoman rule: an overview". Proceedings of the Seminar for Arabian Studies. 42: 411-419. JSTOR 41623653. 
  21. ^ a b c d e f g "Yemen'de Osmanlı İdaresi ve İmam Yahya İsyanı". 11 Mart 2017. 4 Haziran 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. 
  22. ^ a b c Duysak, Cabir (2005), Osmanlı belgelerine göre Asir bölgesinde Seyyid İdrisi isyanı ve sonuçları (1908-1918), Marmara Üniversitesi / Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü / Türk Tarihi Ana Bilim Dalı / Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), s. 28-30, 22 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi 
  23. ^ a b c "Yemen'deki isyanı nasıl bitirmiştik? (Abdullah Muradoğlu)". 5 Mayıs 2013. 22 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. 
  24. ^ Duysak, s.36-98
  25. ^ Arslan, Mekiye Mihriban (1992), Ertuğrul Faciası (PDF), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 17, 31 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF), erişim tarihi: 31 Ekim 2022 
  26. ^ a b c Ertuğrul Fırkateyni faciası duygusal ehemmiyeti yüksek tarihi bir olay, Anadolu Ajansı, 16 Eylül 2018, 31 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 31 Ekim 2022 
  27. ^ Arslan, s. 25-29
  28. ^ a b Oscanyan, C. (1857). The Sultan and His People. New-York: GEO. RUSSELL & CO., PRINTERS. s. 353-354. 27 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 27 Ekim 2022. 
  29. ^ İnce, Fatma (2016), Selçuklu-Ermeni İlişkilerinde Millet-i Sadıka'nın İzleri, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, Cilt:5 Sayı:1, s. 488-514, 28 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 28 Ekim 2022 
  30. ^ Çarkçıyan, Yervant Gomidas; Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler, İstanbul (2006), Kesit Yayınları, s.21-25
  31. ^ Küçük, Abdurrahman; Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara (2009), Berikan Yayınevi, s.152
  32. ^ Güllü, Ramazan Erhan (2022). "İstanbul Ermeni Patrikhanesi'nin Kuruluşu ve Statüsü". Marmara Üniversitesi. 9 Eylül 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi. 
  33. ^ Özşavlı, Halil (2012), Ermeni Milliyetçilik Hareketlerinin Doğuşu Taşnak- İttihat ve Terakki İttifakı, Ermeni Araştırmaları Sayı 41 (s.141-190), s. 142-144, 24 Nisan 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 28 Ekim 2022 
  34. ^ Özşavli, Halil (1 Nisan 2012). "ERMENİ MİLLİYETÇİLİK HAREKETLERİNİN DOĞUŞU TAŞNAK- İTTİHAT VE TERAKKİ İTTİFAKI". Ermeni Araştırmaları (41): 144. ISSN 1303-068X. 13 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 13 Şubat 2024. 
  35. ^ Özşavli, Halil (1 Nisan 2012). "ERMENİ MİLLİYETÇİLİK HAREKETLERİNİN DOĞUŞU TAŞNAK- İTTİHAT VE TERAKKİ İTTİFAKI". Ermeni Araştırmaları (41): 148. ISSN 1303-068X. 13 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 13 Şubat 2024. 
  36. ^ II. Abdülhamid'in "Kızıl Sultan" olarak tanımlandığı Le Rire dergisinin kapağı 24 Eylül 2015 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., The Red Sultan, “Le Rire”, Sayı:134, Paris, 29 Mayıs 1897.
  37. ^ Özşavli, Halil (1 Nisan 2012). "ERMENİ MİLLİYETÇİLİK HAREKETLERİNİN DOĞUŞU TAŞNAK- İTTİHAT VE TERAKKİ İTTİFAKI". Ermeni Araştırmaları (41): 147-148. ISSN 1303-068X. 13 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 13 Şubat 2024. 
  38. ^ a b Yıldız, Selim (24 Temmuz 2015). "Ermeniler Üzerinde Katolik Misyon ve Ermeni Başrahip Mekhitar (Mıhitar)". 16 Ekim 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. 
  39. ^ Mekerditch-B. Dadian, "La société arménienne contemporaine", Revue des deux Mondes, June 1867, pp. 903-928, read online 14 Temmuz 2018 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  40. ^ Özşavli, Halil (1 Nisan 2012). "ERMENİ MİLLİYETÇİLİK HAREKETLERİNİN DOĞUŞU TAŞNAK- İTTİHAT VE TERAKKİ İTTİFAKI". Ermeni Araştırmaları (41): 150. ISSN 1303-068X. 13 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 13 Şubat 2024. 
  41. ^ Hut, Davut (2022). "1877-1878 Osmanlı-Rus (Doksanüç) Harbinde Ermeniler". 18 Aralık 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. 
  42. ^ Çelik, Yüksel (2022). "Ayestefanos ve Berlin Antlaşmalarıyla Ermeni Meselesi'nin Uluslararası Bir Sorun Haline Gelmesi". 7 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. 
  43. ^ Doğan, Orhan (2008), Ermeni Komiteleri Hınçak ve Taşnaksütun (20), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı:20 (s.307-328), s. 310,311,314, 6 Nisan 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 29 Ekim 2022 
  44. ^ a b Cirik, Bülent (11 Aralık 2021). "Sultan II. Abdülhamid'e Ermeni Komiteleri ve Faaliyetleriyle İlgili Sunulan Bir Fezleke (1895)". Gazi Akademik Bakış. 15 (29): 19. ISSN 1307-9778. 14 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Şubat 2024. 
  45. ^ Eyicil, Ahmet (1 Şubat 1999). "1878 ZEYTUN iSYANI". OTAM Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi. 10 (10): 1-2. doi:10.1501/OTAM_0000000420. ISSN 1019-469X. 14 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Şubat 2024. 
  46. ^ "Zeytun İsyanları". Sakarya Üniversitesi Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi. 14 Şubat 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 30 Ekim 2022. 
  47. ^ Bağçeci, Yahya, 1895 Zeytun Ermeni İsyanı, Journal of Turkish Studies Cilt:3 Sayı:2 DOI:10.7827/TurkishStudies, ss. 123-149, 29 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 29 Ekim 2022 
  48. ^ ""Gülizar'ın hepimize öğrettiği"". 15 Kasım 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Kasım 2016. 
  49. ^ ""Khars Köyü'nün Gülizarı"". 15 Kasım 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Kasım 2016. 
  50. ^ Kévonian, Arménouhie. "Gülizar'ın Kara Düğünü" (PDF). Aras Yayıncılık (Okuma Parçası). Aras Yayıncılık. ss. 11-148. 25 Ekim 2020 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi. Erişim tarihi: 25 Ekim 2020. 
  51. ^ ""Gülizar'ın Kara Düğünü"". 16 Kasım 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Kasım 2016. 
  52. ^ Yüksel, Mevlüt (2012), Erzurum, Bitlis ve Mamûretülaziz Vilâyetlerindeki Ermeni İsyanları (1890-1905), Ermeni Araştırmaları Dergisi Sayı:43 s.165-193), ss. 168-174, 25 Mart 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 29 Ekim 2022 
  53. ^ "Fighting In Constantinople.; The Armenian Patriarch Mobbed – Soldiers And Rioters Killed" (PDF). New York Times. 29 Temmuz 1890. 30 Mayıs 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF). Erişim tarihi: 30 Ekim 2022. 
  54. ^ Tetik, Ahmet; Gürler, Melike; Asku, Çiğdem (2008). Ermeni komitelerinin amaçları ve eylemleri: meşrutiyet'in ilanından önce ve sonra. Genelkurmay Basımevi. s. 11. ISBN 978-975-409-464-0. 14 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Şubat 2024. 
  55. ^ Karacakaya, Recep (2016). Ermenilere yönelik Ermeni terörü. İdeal Kültür Yayıncılık. s. 35. ISBN 978-605-5729-80-6. 14 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Şubat 2024. 
  56. ^ Şıvgın, Hale; Çeken, Mehmet Batuhan (2021), Ermeni Sorununda İki Ayrı Portre: Patrik Horen Aşıkyan ve Patrik Mateos İzmirliyan (s.1-18), 15 (29), Gazi Akademik Bakış, ss. 6,7,8, 3 Ağustos 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 30 Ekim 2022 
  57. ^ Güllü, Ramazan Erhan (2022), İstanbul'daki İlk Ermeni Terör Faaliyeti: 1890 Kumkapı Olayı, Marmara Üniversitesi, 30 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 30 Ekim 2022 
  58. ^ Ergin, Vahit (2022), ABD Elçisi Terel'e Göre Ermeni Olayları ve II. Abdülhamid, 25 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 22 Ekim 2022 
  59. ^ Terell,Alexander William “An Interview with Sultan Abdul Hamid”, The Century Magazine, 1 November 1897
  60. ^ Şıvgın-Çeken, s.15
  61. ^ Kuzucu, Kemalettin (2015), 1897 Babaali Olayı (s.588-616), 19.-20. Yüzyıllarda Türk-Ermeni İlişkileri Kaynaşma Kırgınlık ve Yeni Arayışlar, s. 591, 30 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 30 Ekim 2022 
  62. ^ a b Şıvgın-Çeken, s.11
  63. ^ "Abdullah A Cehan, Osmanlı Devleti'nin Sürgün Politikası ve Sürgün Yerleri, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 1, Sayı 5, 2008" (PDF). 19 Ocak 2012 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF). Erişim tarihi: 2 Ağustos 2011. 
  64. ^ Çelik, Yüksel (2022), Dış Müdahale, İsyanlar ve Komitacılık Ekseninde Ermeni Meselesi ya da Anadolu Islahatı, Marmara Üniversitesi, 30 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 30 Ekim 2022 
  65. ^ Kuzucu, Kemalettin. "1897 BABIALİ OLAYI.pdf". 30 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 10 Şubat 2024. 
  66. ^ Kurdoghlian, Mihran (1996). Hayots Badmoutioun (Armenian History) (Ermenice). Hradaragutiun Azkayin Oosoomnagan Khorhoortee, Athens Greece. ss. 42-48. 
  67. ^ "Osmanlı Belgelerinde Ermenilerin Sevk ve İskânı (1878-1920) 24 Nisan 2021 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.", s.72-76
  68. ^ Çakaloğlu, Cengiz (1999), Mehmed Zeki Paşa (1835-1929), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi, ss. 41,42, 29 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 29 Ekim 2022 
  69. ^ Adalian, Rouben Paul (2010). Historical Dictionary of Armenia, 2nd ed. Lanham, Maryland: Scarecrow Press. s. 154. 
  70. ^ Çetinsaya, Gökhan (1 Nisan 2016). "II. Abdülhamid'in İç Politikası: Bir Dönemlendirme Denemesi". Osmanlı Araştırmaları. 47 (47): 397. doi:10.18589/oa.583218. ISSN 0255-0636. 2 Aralık 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Şubat 2024. 
  71. ^ Bozan, Oktay (2017), 20. Yüzyılın başında Eşraf-Aşiret Çatışması: Millet Aşireti ve Diyarbakır Eşrafı Örneği, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi (cilt:33 sayı:2), ss. 1-46, 25 Mart 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 9 Kasım 2022 
  72. ^ Armağan, Mustafa. "Abdülhamid hakkında yanlış bildiğimiz 10 şey". .mustafaarmagan.com.tr. 20 Aralık 2009 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 29 Nisan 2010. 
  73. ^ a b Özşavli, Halil (1 Nisan 2012). "ERMENİ MİLLİYETÇİLİK HAREKETLERİNİN DOĞUŞU TAŞNAK- İTTİHAT VE TERAKKİ İTTİFAKI". Ermeni Araştırmaları (41): 181. ISSN 1303-068X. 13 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 13 Şubat 2024. 
  74. ^ Kurnaz, Şefika (1992). Cumhuriyet öncesinde Türk kadını, 1839-1923. Millî Eğitim Bakanlığı yayınları. s. 33. ISBN 978-975-11-0664-3. 14 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Şubat 2024. 
  75. ^ Georgeon, François (Temmuz 2022). Sultan Abdülhamit. Iletisim Yayinlari. ISBN 978-975-05-1078-6. 14 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Şubat 2024. 
  76. ^ "ÇARŞAF". TDV İslâm Ansiklopedisi. 30 Eylül 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Ekim 2022. 
  77. ^ "Abdulhamit 'Çarşaflı Terörist'te haklı çıktı". Habertürk. 28 Şubat 2016. 29 Şubat 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Ekim 2022.