İçeriğe atla

Mühtedî

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Muhtedi
Ebu İshak Muhammed
14. Abbâsî Halifesi
Hüküm süresi869–870
Önce gelenMutazz
Sonra gelenMutemid
Doğum?
Samarra, Abbasi Devleti
Ölüm21 Haziran 870
Samarra, Abbasi Devleti
günümüzde Irak
Tam adı
Ebu Abdullah (Ebu İshak) el-Mühtedi-Billâh Muhammed b. Hârûn el-Vâsik-Billâh el-Abbâsi
HanedanAbbâsî Hanedanı
BabasıVasık
AnnesiKurb
DiniSünni İslam

Muhtedi, tam ismiyle Ebu İshak Muhtedi Billah Muhammed bin Harun el-Vasık (Arapça: Ebū ʾisḥāq el-muhtedī bi-llāh muḥammad bin hārūn el-wāṯiq, Arapçaأبو إسحاق المهتدي بالله محمد بن هارون الواثق) (d. ? - ö. 21 Haziran 870), 869-870 döneminde sadece bir yıl dönemle hükümdarlık yapan on dördüncü Abbasi halifesi olmuştur.

Ebu İshak Muhammed (Muhtedi), halife Mutasım'in torunu ve Halife Vasık'ın oğlu olarak Samarra'da doğmuştu ve annesi Rum asıllı bir cariye idi.

Yeğeni halife Mutazz 869'da maaşlarına alamayan Türk askerler tarafından hem Samarra'da hem de Bağdat'ta başlayan bir isyan ile halifelikten ayrılmaya zorlanmıştı. Samarra'da Türk asıllı askerlerden oluşan isyancıların başında bulunan Sâlih bin Vasîf tarafından diğer uygun halife olabilecek Abbâsî prensleri adayları arasından kendi menfaatine en uygun geleceği olarak seçilmişti. Muhtedi kendini o zaman kadar ülke politikasından uzak tutmuştu ve kuzeni Mutazz'dan daha ciddi olarak halifelik görevini yüklenmek istememekteydi. Kendine verilmek istenen halifelik görevinin Mutazz'a daha uygun olacağını düşünmekte idi. Fakat Mutazz devlet işlerinin zorluğunu görmüş ve Türk asıllı askerlerin isteklerini karşılamaktan aciz olduğunu anlamıştı. Kuzeni Muhtedi önüne getirildiği zaman gerçekten halifelik külfetini kendinin taşıyamayacağını ve halifelikten ayrılmak istediğini ona bildirmişti.[1] Bunun üzerine Ebu İshak halifeliği kabul etti ve Muhtedi taht ismini aldı. Samarra'da bulunan yüksek rütbeli idareciler ve askerler ona biat ettiler. Tahttan indirilen eski halife Mutazz ise sarayda taht odasında iyice dövülüp; sonra da üç gün aç susuz ve hekim desteğinden yoksun bırakılarak öldürüldü.[2] Fakat Muhtedi Bağdat halkı tarafından beğenilmemekte idi. Bağdat halkı bu halifelik değişmesini kabul etmediler ve sokaklarda gösteri yürüyüşleri yapmaya başladılar. Bağdat'a Samarra'dan gönderilen altınlar yeni halife aleyhinde ayağa kalkanların elebaşlarına dağıtıldı. Bunun üzerine başsız kalan ahali protesto etmekten vazgeçmek zorunda kaldı. Bağdat'taki devlet memurları ve askerler yeni halife Muhtedi'ye biat ettiler.

Muhtedi gerçekten kendini Halifelik tahtına geçiren Türk askerlerin elinde bir rehine gibi idi. Fakat onların her dediğine, özellikle çapulculuk hareketlerine, karşı gelmeye başladı. Birkaç gün geçmeden halifelik sarayını reorganize etme işine koyuldu. Saraydaki şarkıcı kızlar ve müzisyenler saraydan kovuldu. Saray bahçesinde kafeslerde yaşayan yabani hayvanlar öldürüldüler. Sarayın av için yetiştirilmiş av köpekleri dağıtıldı. Sarayda ve ziyafetlerde şarap içilmesi yasaklandı. Saray ve civarında kumar oynamanın ve oynatmanın ciddi cezalara hedef olacağını ilan edildi. Adalet için herkese açık mahkemeler kullanılması buyruldu. Muhtedi belli günlerde şahsen gelip halifeye dilekçe vermek ve şikayetlerini şahsen söylemek isteyen halk için sarayını halka açtı. Kendine örnek olarak iyiliği ve adaleti ile tanınmış Emevi Halifesi Ömer bin Abdülaziz'i seçmişti. Mutazz'in yanında topladığı saray yöneticileri ve özel sekreterler, özellikle halka yaptıkları zulüm ve topladıkları rüşvet ile isim yapmış olanlar, işlerinden atıldılar. Bazı özel sekreterler halka yaptıkları zulüm ve topladıkları rüşvet ile isim yapmışlardı.[1]

Samarra'daki Türk asıllı askerlerin başı olan Sâlih bin Vasîf bu yeni reformcu idarede bile kendi menfaatinden ileri düşünmemekte idi. Rüşvet aldığı bilinen saraylı ve özel sekreterlerden ellerine geçirdikleri servetleri kendine geri vermelerini talep etti. Bunlar tutuklandılar ve aldıkları rüşvetleri Salih vermelerini sağlamak için dayak çekilip kendilerine işkence yapıldı. Bunlardan ikisi bu işkence sırasında öldü.[1]

Tahttan indirilmiş ve aç susuz bırakılarak öldürülmüş halife Mutazz'in annesi Kabiha serveti ile birlikte Bağdat'tan Samarra'ya gelmişti. Oğlunun halife olduğu dönemde haklı haksız Kabiha'nın büyük bir servet biriktirdiği bilinmekteydi. Samarra'da gerçek devlet yöneticisi olan Türk komutanlardan Sâlih bin Vasîf, Kabiha'nın servetinin müsadere edilmesine karar verdi. Bunu daha önceden haber alan Kabiha yanında hazinesi ile Samarra yakınlarında bir yere kaçmış saklanmıştı. Fakat bu saklanmış yeri bulundu ve Kabiha büyük bir serveti kendi menfaati için topladığını itiraf etti. Salih Kabiha'nın servetinin müsadere edilmesine karar verdi ve bunları devlet hazinesine geçirmek yerine kendi zimmetine geçirdi. Bu servet 1 milyondan fazla altın sikke ve (inci, zümrüt ve yakut gibi) çok sayıda mücevherat ve kıymetli taştan oluşmaktaydı. Türk komutan Salih'in Kabiha'ya eğer sadece 60.000 altını gözden çıkartıp askerlere maaş borçlarını ödemeyi kabul etseydi, kendi oğlu Mutazz'i kurtarabileceğini söylediği ve Kabiha'nın buna yanıtının Salih'e hakaretler yağdırmak olduğu bildirilmektedir. Kabiha Hicaz'a Mekke'ye sürgüne gönderildi. Kabiha'nın akıbetini duyan halife Muhtedi'nin "Bana cariyeler ve hizmetkarlar satın almak için yüz binlerce masraflar yapacak bir annem yok. Ailem sadece benden ve erkek kardeşlerimden ibaret; bunların mali desteği pek az ama benim için yeterli" dediği belirtilmiştir.[1]

869 yılı başlarında Bağdat'ta yeni bir isyan çıktı. Bağdat valisi İran'da Merv'de başkentleri olan tabi alt-devlet olan Tahiriler tarafından tayin edilmekte ve valinin yakın yönetici maiyeti ve muhafız birlikleri de Tahirilere bağlı idiler. Vali seçimleri Tahiriler tarafında yapılmakta ve onlara verilen maaş ödemeleri Merv'de bulunan Tahiriler hazinesi hesabından yapılmakta idi. Bu sırada Tahiriler sülalesinin en yaşlılarından olan Süleyman Horasan'daki Merv'de kendine aleyhtarlarının devamlı saldırılarından kaçmak için Bağdat valisi olarak tayin edilmişti. Kendinden önceki Bağdat valisi sonra Merv'den gönderilmek üzere iken Bağdat'ta kendine ayrılan finansal avansların hepsini harcamıştı. Yeni valilik rejimi için Bağdat'ta hiç fon bulunmamakta idi. Süleyman; maiyeti ve refakatçi muhafaza birliği maaşları için hiç fon kalmamıştı. Bunun için yeni vali Süleyman Bağdat'ta bulunan Abbasiler devleti hazinesini fon kaynağı olarak kullanıp kendi maiyeti ve askerlerine ödemeler yaptı. Bundan haberdar olan Bağdat halkı gayet aksi olarak etkilendi ve bunu bir hırsızlık olarak kabul etmeye başladılar. Bağdat'ın çoğunluğu Arap asıllı olan halkı,İranlılar, Türkler, Berberler ve Sudanlı Zenciler'den oluşan Bağdat Abbasiler devleti ordusu askerlerine karşı da husumet göstermekte idiler. Bu düşmanlıklar Bağdat halkının ayaklanmasına neden oldu. Bu ayaklanmayı bastırmak için Süleyman'a refakat eden İranlı asıllı askerler birliği ve komutanı Bağdat etrafındaki Mezopotamya'ya yayılıp kendileri için fonlar müsadere etmeye koyulmuşlardı. Halk bunları da talan olarak görmekteydi. Buna karşı koyan Arap asıllı ahalinin direnişi karşısında bu birlikler sonunda Horasan'a doğru çekilmek zorunda kaldılar. Bu merkezleri olan Nehrevan'a çekilme sırasında da yol güzergahında ve hemen yakınlarında olan tüm yerleşkeleri talan ettiler.[1]

Mutazz halife iken Türk komutanlar arasında Boğa el-Kebîr'in oğlu Mûsâ bin Boğa çok sivrilmişti. Mutazz'in hükûmet döneminin sonlarında Mûsâ bin Boğa Daylam'da[3] kurulmuş olan bir Şiiler devletinin Abbasilere karşı tehdit edici olduğu gözükmeye başlayınca onların üstüne doğru gitmek için Bağdat'tan ayrılmıştı. Tam bu sırada hazine tamtakır olduğu için asker maaşlarını ödeyememesi dolayısıyla Halife Mutazz'ın yönetimi büyük sarsıntıda bulunmakta idi. Bağdat'ta bulanan Mutazz'ın annesi Kabiha oğluna destek vermesi için Daylam'daki Mûsâ bin Boğa'dan yardım istedi. Fakat Daylam çok uzakta olduğu için ve Mûsâ bin Boğa Rey'e vardığında Samarra'daki isyanda Halife Mutazz'ın öldürüldüğü haberini aldı. Mûsâ bin Boğa, danışmanlarına uyarak, önce Bağdat'a ve sonra Samarra'ya dönmeye koyuldu. Samarra'da yeni halife olan Muhtedi reformlarına başlamıştı. Geri dönmek yolunda iken Mûsâ bin Boğa, Samarra'daki Türk askerlerinin komutanı olan Salih'in alınan reform tedbirleri sırasında kendi zimmetine büyük bir servet geçirmeye başladığı haberlerini aldı. Mûsâ bin Boğa'nın ordusunun subayları, belki de bu vurgundan kendileri de pay almak istedikleri için, dönüşün daha hızla yapılmasını istedikleri anlaşıldı. Mûsâ bin Boğa Samarra'ya vardığında doğrudan doğruya halife Muhtadi'nin sarayına gitti. Onu bir mahkemede bir davaya yargıç olarak bakarken buldu. Mûsâ bin Boğa Muhtedi'yi hemen bir ata bindirip kendi ordugahına götürdü. Saraya gelmiş olan Mûsâ bin Boğa'nın maiyet birliği sarayı soymaya talana başladı. Muhtedi ordugahta Mûsâ bin Boğa ile yaptığı müzakere ve konuşmalardan sonra Mûsâ bin Boğa ile anlaştı. Mûsâ bin Boğa ve ordusunun yüksek subayları Halife Muhtedi'ye biat ettiler. Fakat bu biat şartlı idi. Salih'in Mutazz'ın tahttan indirilmesinden itibaren işlemiş olduğu her türlü suç cezalandırılacak ve kendi ve yakınlarının zimmetine geçirdiği tüm fonlar ve mal ve mülk geri alınacaktı.[1]

Aralık 569'da Salih kendine eskiden yakın olan Mûsâ bin Boğa ve diğer Türk asıllı askerler tarafından yalnız bırakıldığını hissederek Samarra'da kaçıp gizlendi. Gizlendiği yerden halife Muhtedi'ye bir mektup göndererek ona kayıtsız şartsız biat ettiğini ve eğer halife isterse müsadere ettiği ve eline geçirdiği her türlü para, mal ve mülkü geri vermeye hazır olduğunu ifade etti. Muhtedi bu mektubu gayet iyi karşıladı. Fakat diğer Türk asıllı askerler ve bu arada Mûsâ bin Boğa halifenin bu tutumundan gayet kuşkulandılar. Halifenin Salih'in nerede saklanmış olduğunu bildiğinden ve onun hazinesini kendi zimmetine geçirmek istediğinden şüphelendiler. Mûsâ bin Boğa ve komutanları Muhtedi'yi tahttan indirmek için prensip kararı aldılar. Samarra halkı gayet iyi ve pozitif tutumlu bir halifenin sırf kendi menfaatlerini gözeten yabancı asıllı Türk askerler tarafından tahtından edilebileceğinden korkmaya başladılar.[1]

Mûsâ bin Boğa ve askerlerinden bur heyet Muhtedi ile müzakereye geçti. Halife bu grubu kınından çekilmiş yalın kılıcı elinde olarak karşıladı. Salih'in nerede saklı olduğunu şahsen bilmediğini açıkça bildirdi ve ertesi gün öğle namazından sonra açık bir kamu toplantısı yapıp saklanma yerinin öğrenilmesine araştırma yapacağına söz verdi. Bu sırada Mûsâ bin Boğa'nın tutumu ve kararından haberdar olan Bağdat şehir halkı şehrin sokaklarına yayılarak sevilen, sayılan ve derin inançlı halife Muhtedi'ye halk desteğini göstermek ve onun yabancı asıllı askerler tarafından sırf kendi menfaatlerini gözeterek halifelik tahtından indirilmesini önlemek ve buna protesto etmek için halkı bir namaza çağırdılar. Bu halifeye destek sağlayan halk kitlesine yabancı asıllı askerlerden oluşan birkaç askerî birlik de katıldı. Halife Muhtedi bir beyanname yayınladı ve bu beyannamede devleti ve yöneticileri yenileştirip reform yapmaya devam edeceğini; her türlü devlet vergilerinin adaletli olarak toplanacağını, Salih'in adalet yetkilileri önüne getirileceğini ve hatta Mûsâ bin Boğa'nın bile kendini savunması gerektiğini bildirdi. Salih'in saklandığı yerde bulunması için şehirde aramalar devem etti. Bu aramaların başarısız olması halifenin siyasi durumunu tehdit etmeye devam etti.[1]

Çok geçmeden Salih saklandığı yerde bulundu. Salih kaçmaya başladı ama kalabalık bir halk grubu tarafından kovalandı ve yakalandı. Salih halk tarafından Mûsâ bin Boğa'nın adamlarına teslim edildi. Ocak 870'te Salih kafası kesilerek idam edildi ve kesik kellesi askeri kışlalarda askerlere gösterildi. Kafasını kesen cellatın "Sahibini öldürenin kısmeti budur." dediği belirtilmiştir.[1]

Bu idamdan sonra olaylar birkaç ay durulur gibi oldu. Ama Samarra'ya yeni gelmiş olan Türk askerler garnizonu geçmişte ödenmemiş olan maaşlarının hemen ödenmesini istediler. Devlet hazinesi tamtakırdı. Yeni gelen vergi hasılatı Mûsâ bin Boğa'nın kardeşi ve yakınlarının istedikleri harcamalar için kullanılmakta idi. Musa ve Baykibal, Musul'da Musavir ayaklanmaları ile uğraşmakta idiler. Halife Muhtedi Samarra'daki askerlerin bu imkânsız isteklerini karşılamak ve iktidarda kalabilmek için kurnazca bir çare uygulamaya karar verdi. Önce Mûsâ bin Boğa'nın kardeşlerine bir Türk haberci göndererek onların hayatını garanti ederek, yaptıkları harcamaları yakından birlikte incelemek için onları yanına çağırdı. Onlar saraya gelince yaptıkları yüksek meblağda olan gereksiz harcamalar için hesap veremediler ve bunun için onların mal ve mülklerine el koydurdu. Bu kardeşlerden biri öldürüldü ve cesedi bir kuyuya atıldı. Diğerleri Baykibal ile birlikte Musul'da isyan bastırmakta olan Mûsâ bin Boğa yanına gittiler.

Bundan sonra halife Muhtedi Mûsâ bin Boğa'ya bir buyruk göndererek Musul'daki ordusunu Baykibal emrine vermesini ve acil olarak Samarra'ya dönmesini emretti. Aynı zamanda gizli olarak Baykibal'a bir buyruk da gönderdi ve bir sürpriz olarak Mûsâ bin Boğa'yı yakalayıp öldürmesini istediğini bildirdi. Fakat Muhtedi'nin bu emrinin uygulanıp Mûsâ bin Boğa'nın elemine edilmesi Baykibal'in kendine sadık kalmasına bağlı bulunmaktaydı. Fakat Baykibal Muhtedi'nin beklediğini yapmadı ve kendine gelen buyruğu Musa'ay gösterdi. Baykibal ve Musa birlikte bir plan yaptılar. Mûsâ bin Boğa ve Baykibal Samarra'ya döndüler ve halifeyi elemine etmek için zaman kollamaya başladılar. Halife Muhtedi onların ne yapmak istediklerini tahmin etti. Baykibal'ı yakalattı. Emrinde toplayabileceği askerî güçlere Mûsâ bin Boğa'nın getireceği orduya direnmeye karar verdi.[1]

Haziran toplayabildiği ordu yaklaşık 6000 asker oldu ve bunlar çoğunlukla Arap ve Mağribi asıllı askerlerden oluşmaktaydı. Fakat bunlar arasında 1000 kadar asker eskiden Salih komutasında olan Türk asıllı idiler. Mûsâ bin Boğa bu güce karşı geldiği zaman iki misli büyük bir orduya komuta etmekteydi. Karşı ordunun saldırıya hazırlanması sırasında Halife Muhtedi Baykibal'ın öldürülmesine ve kesik başının Mûsâ bin Boğa ordusu saflarına atılmasını emir verdi. Baykibal'ın kesik başı düşman saflarına atılırken halifenin "İşte bu müminler ordusunun komutanı; İslam halifesini kurtarmaya gidiyor" dediği belirtilir. Fakat bu karşı orduya hiç tesir etmedi ve saldırı başladı. Tam bu sırada Halife saflarında bulanan eski Salih ordusunun Türk asıllı mensupları halife ordusu saflarını terk ettiler. Halife geri çekilmek zorunda kaldı. Bu geri çekilişte şehrin ana hapishanesi önünden geçmekte iken bu hapishanenin kapılarını açtırdı ve hapisten kurtulanların kendi yanında Mûsâ ordusuna bir direniş göstereceklerini beklemekte idi; ama bu da gerçekleşmedi.[1]

21 Haziran 870'te Halife, saray muhafızları komutanının evine kaçtı. Ama oradan bir katıra bindirilerek bir Mûsâ bin Boğa ordusu komutanının evine taşındı. Burada halife Muhtedi'ye tahttan feragat etmesi için çeşitli baskılar yapıldı ama Muhtedi halifelikten feragat etmekten kaçınarak bunları kabul etmedi. Sonunda bir askeri yargıçlar heyeti önüne getirildi. Muhtedi'ye Mûsâ bin Boğa'ya vermiş olduğu; ona karşı hiçbir ihanet yapmayacağını garanti eden ve eğer Halife Mûsâ'ya ihanet ederse Mûsâ bin Boğa'nın ona tabiyetini ve biatının hiçe ineceğini kabul eden bir Halife fermanı belgesi gösterdiler. Bu belgeye göre Halifenin Baykibal'a Mûsâ'yı öldürme emri vermesi Mûsâ'ya bir ihanet olmakta idi. Yargıçlar böylece hukuki olarak Halife'nin suçlu olduğuna karar verip onun öldürmesi cezasını verdiler. Bundan hemen sonra askerler kendini apar topar bir hapis odasına götürdüler. Halife Muhtedi, kuzeni Mutazz'a benzer bir şekilde aç ve susuz bırakıldı ve ölümü açlıktan oldu. Abbasi hukuk kaidelerine göre cesedi şahitlere gösterildi ve ceset üzerinde hiçbir yara bere ve darbe izi bulunmadığı için halifenin kendi eceli ile ölmüş olduğu kararı verildi.[1]

Eğer Muhtedi Abbasi halifelerinin güçlü olduğu dönemlerde halifelik yapsa idi, belki de çok ünlü bir halife olarak tarihe geçebileceği yazılmıştır. Ancak 9. yüzyıl sonunda Abbasiler başkenti Samarra'da Türk asıllı askerler ve onların Türk asıllı komutanları iktidar dizginlerini tutmakta ve kendi aralarında entrikalar ve mücadelelerle uğraşmakta idiler. Muhtedi bu komutanların bazıları ile anlaşabildi ve diğerleri ile uyuşmazlığa girdi. Bu komutanların klik mücadeleleri sırasına 21 Haziran 870'te 38 yaşında iken daha tam bir yıl bile halifelik yapmadan kendinin tutmadığı bir grup Türk askeri tarafından öldürüldü.

Yerine kuzeni halife Mütevekkil'in oğlu Mu'temid yine Türk askerleri desteğiyle halife olmuştur.

Arap tarih yazarları tarafından adaleti ve dini kaidelere yakından uyduğu için çok övülmüştür.

Ayrıca bakınız

[değiştir | kaynağı değiştir]
  1. ^ a b c d e f g h i j k l Muir, Wiiliam (1924), The Caliphate, its rise, decline and fall, Edinburgh:John Grant [1] 26 Eylül 2007 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. Chapter LXIX Al-Muntasir and three following caliphs (İngilizce) (Erişim:21.9.2014)
  2. ^ Tabari, (Fr. çev.Hermann Zotenberg) (2001) La chronique: histoire des prophètes et des rois, Cilt.2 , Actes-Sud say.200 ISBN 2-7427-3318-3 Bölüm: "L'âge d'or des Abbassides" (Fransızca)
  3. ^ Daylam İran'ın kuzeyinde ve Hazer Denizi'nin güney kıyısında bir bölgedir.

Dış bağlantılar

[değiştir | kaynağı değiştir]
  • Hitti, Philip H. (çev. Salih Tuğ), (1968) Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi (IV Cilt), İstanbul:Boğaziçi Yayınları.
  • Üçok, Bahriye (1979) İslam Tarihi Emeviler-Abbasiler, Devlet Kitapları, Ankara: Milli Eğitim Basımevi (1. Basım: 1968)
  • Muir, Wiiliam (1924), The Caliphate, its rise, decline and fall, Edinburgh:John Grant [2]26 Eylül 2007 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. Chapter LXIX Al-Muntasir and three following caliphs (İngilizce) (Erişim:21.9.2010)
Mühtedî
Doğumu:  ? Ölümü: 870
Sünni İslam unvanları
Önce gelen
Mutazz
Abbâsî Halifesi
869 - 870
Sonra gelen
Mutemid