İzlanda tarihi
İzlanda tarihi, Norveç ve Büyük Britanya'dan gelen Viking yerleşimcilerle başlamıştır.
Eski tarih
İzlanda, jeolojik anlamda, yaklaşık olarak 20 milyon yıl önce başlayan Mid-Atlantik bölgedeki volkanik patlamalarla oluştuğundan genç bir adadır. Adada bulunan en eski taşların tarihleri ancak 16 milyon yıl öncesine kadar gider. İzlanda adasını oluşmasına da neden olan volkanizma hareketi bugün de aktifliğini korumaktadır.
İzlanda, yerleşimin olmadığı son büyük adalardan biri olarak kalmıştır. Piteas tarafından "Thule" olarak adlandırılan adanın İzlanda olduğu önerilmiş olsa da bu olasılık çok düşüktür; çünkü Piteas, adayı tarım bakımından oldukça zengin ve fazla sayıda süt, bal ve meyvenin olduğu bir ada olarak betimlemiştir. İnsanoğlunun bu adaya ayak bastığı ilk tarih bilinmemektedir. Adada 3. yüzyıl Roma madeni paraları bulunmuş olsa da bu paraların adaya o zamanda mı yoksa daha sonra Vikinglerle beraber mi geldiği bilinmemektedir.
Edebiyat bakımından incelendiğinde bazı İrlanda keşişlerinin adaya Norslardan önce ayak bastığı önerilmiştir. Ancak bu tezi savunacak hiçbir arkeolojik kanıt yoktur. 12. yüzyıl bilgini Ari Þorgilsson, kitabı Íslendingabók'ta yazdığına göre, adaya ilk yerleşenler, adada, İrlanda keşişleri tarafından kullanılanlara benzer küçük çanlar bulmuşlardır. Ancak böyle kalıntılar arkeologlar tarafından bulunulamamıştır. Landnámabók adı verilen, İzlandalıların İzlanda'ya yerleşişini anlatan eski yazıtın zamanlarında bazı İrlandalılar, efsanevi kral Kjarvalr Írakonungr'un soyundan geldiğini savunmuştur.
Yerleşim Çağı (874-930)
Landnámabók'a göre, İzlanda, Norveç'ten Faroe Adalarına giden Naddoddr adı verilen İskandinav bir denizci tarafından keşfediliştir. Kitaba göre Naddoddr, seyahatinde yolundan sapmıştır ve de adayı bulmuştur. Adayı keşfettiğinde adaya "Snæland" (Kar Toprakları) adını verdi. İsveçli denizci Garðar Svavarsson da adayı yanlışlıkla keşfetmiştir. Geldiği toprakların bir ada olduğunu fark edince adaya "Garðarshólmi" (Garðar'ın Adası) adını verip kış boyunca Húsavík'te kalmıştır. Adaya bilinçli olarak yelken açan ilk İskandinav denizci Hrafna-Flóki (Kunduz Flóki) olarak da bilinen Flóki Vilgerðarson'dır. Flóki, Barðaströnd'ta bir kış boyunca kalmıştır. Kışın soğuk geçtiğinden akarsu üzerinden oluşmuş buzulları fark edip adaya hala kullanımda olan adını, yani "Ísland"yı (İzlanda) vermiştir.
İzlanda'daki ilk sürekli olarak yaşamış insan Norveç'li şef Ingólfur Arnarson olarak kabul edilir. Rivayete göre, Ingólfur kıyıya yaklaşırken karaya iki yontulmuş taş atıp onların indiği yere yerleşeceğine söz vermiştir. Karaya vardığında ise Reykjanesskagi adı verilen güneybatı yarımadasında taşları bulunca 874 yılında, ailesiyle birlikte İzlanda'ya yerleşmiştir. Bu yerleştiği yere, yerden yükselen jeotermal buharlar nedeniyle Reykjavík (Duman Körfezi) adını vermiştir. Burası bugüne kadar İzlanda'nın başkenti ve en gelişmiş yeri olarak kalmıştır. Ancak Ingólfur Arnarson'un ilk yerleşik yaşama geçen insan olmaması olasıdır. Bu insan, Garðar Svavarsson'un kölesi olan Náttfari olabilir. Náttfari, efendisi İskandinavya'ya dönünce geride kalmıştır.
Yukarda belirtilen tüm bilgilerin çoğu bilginin çelişkileri nedeniyle bir kaynak olarak kullanmayı reddettiği Landnámabók'tan (Yerleşme Kitabı) geldiğini belirtmek gerekir. Ancak yine de bu kitap, bu konudaki tek kaynaktır. Ayrıca arkeolojik buluntular, 870 yıllarında, Reykjavík çevresinde gerçekten de bir yerleşme olduğunu göstermektedir.
Ingólfur'dan sonra birçok Nors şefi onu takip etmiştir. Bu şefler, adaya, aileleri ve köleleriyle gelmişlerdir. Birçok kaynağa göre bu insanların çoğu Norveçli, İrlandalı ve İskoç'tur. İrlanda ve İskoçluların çoğu ise adaya Norveçli şeflerin köle ve uşakları olarak gelmiştir. Norveç'ten bu göç genellikle, Norveç kralı Haraldur Harfagri'nin (Güzel Saçlı Harald), Norveç'teki küçük krallıkları birleştirirken uyguladığı yıkımla açıklanır. Aynı zamanda Norveç'in batıdaki bölgelerin çok kalabalık olması da bu göçün sebepleri arasında sayılmıştır. İzlanda'ya yerleşim detaylarla Landnámabók'ta açıklanmıştır. Ancak bunun 12. yüzyılda, yani bu dönemden en azından 200 yıl sonra yazıya geçirildiği göz önünde bulundurulmalıdır. Ari Þorgilsson'un Íslendingabók'ı genellikle daha güvenilir olarak kabul edilse de buradaki detaylar daha azdır. Bu kitaba göre İzlanda'nın yerleşimi 60 yılda tamamlanmıştır ve bu bilgi büyük bir olasılıkla İzlanda'nın bu süre zarfında tüm bölgelerinin alındığını gösteriyor.
İzlanda Birliği (930-1262)
930 yılında, şefler, "Alþingi" (İngilizce: the Althing) adı verilen bir birlik kurmuşlardır. Bu topluluk, her yaz, Þingvellir'de toplanıp hem yasaları hem de adli bazı konuları tartışmışlardır. Ancak kanunlar yazılmamış, bunun yerine bir "lögsögumaður" (kanun sözcüsü) seçmişlerdir. Bu birlik, bazen dünyanın en eski parlamentosu olarak da gösterilir. En önemlisi, bu toplantılarda tek bir kuvvet yoktu ve bu nedenle de yasalar ancak halk tarafından koyuluyordu. Böylesi bir durum birçok kan davasına yol açıyordu. Bu tip olaylar da dönemin saga yazarlarına birçok konu vermiştir.
İzlanda, genellikle bozulmamış gelişmesini bu birlik dönemine borçludur. Bu döneme ait yerleşimler güneybatı Grönland ve doğu Kanada'da dahi bulunmuştur. Eiríks saga Rauða ve Grænlendinga saga bu genişlemelerden bahsetmektedir.
İzlanda yerleşenleri genellikle pagandı ve 1000 yılında Hristiyanlıka dönmeden önce Odin, Thor ve Frejya gibi tanrılara tapıyorlardı. 1000 yılında, Alþing, şeflerden biri olan Þorgeirr Ljósvetningagoði'i İzlanda'nın yeni dine geçip geçmemelerine karar verilmesi için seçildi. Seçilen şef, İzlanda'nın ismen Hristiyan olmasına ancak isteyenlerin pagan ritüellerine devam edebileceğine karar vermiştir. İlk İzlandalı peder, Ísleifr Gizurarson, 1056 yılında Bremen'li Adalbert tarafından kutsanmıştır.
İç Savaş ve Birlik Dönemi'nin sonu
11. ve 12. yüzyıla gelindiğinde güç Birlik yasalarının elinden az sayıdaki ailelerin ve onların liderlerinin eline geçmiştir. Yaklaşık olarak 1200-1262 arası, "Sturlungaöld" (Sturlunglar Çağı) olarak bilinir. Bu isim, Sturla Þórðarson ve onların çocukları Þórður, Sighvatur ve Snorri'den gelmektedir. Bu aile, İzlanda'daki güç için savaşan iki büyük klandan biridir. Bu savaş sırasında, klanların destekçileri olan çiftçiler liderleri için savaşmaya gittiklerinde tarım yapılamamış ve bu büyük bir zarar neden olmuştur. 1220'de Snorri Sturluson, Norveç kralı Hákon'un bir beyi olmasının ardından, onun yeğeni, Sturla Sighvatsson da 1235'te Norveç kralına bağlandı. Strula, Strunlungar ailesini, güç ve etkisiyle İzlanda'nın diğer klanlarına karşı savaşmaya ikna etti.
İzlanda Birliği 1262'ye kadar, yani Strunlungar Çağı'nın sonuna kadar, bağımsız kalmıştır. Ancak bunun ardından, Gamli sáttmáli (Eski Anlaşma) adı verilen bir anlaşmayı imzalayarak Norveç monarşisiyle birlikte bir birlik oluşturdu.
Bir Norveç-Danimarka derebeyliği olarak İzlanda
Anlaşmanın yapılmasının ardından geçen yıllar boyunca çok az şey değişti. Norveç'in yönetme gücünün yüksek olmasının yanında Alþingi yönetme ve yargılama gücünü kendi elinde tutmaya çalıştı. Ancak, İzlanda'nın Skálholt ve Hólaryine'deki iki papazı adada yerler almaya başlayınca, güç yavaşçana kilisenin eline geçmeye başladı. Norveç ve Danimarka 14. yüyzılın sonunda birleşince İzlanda'nın hakimiyeti Norveç-Danimarka'ya geçti. İki ülke 1814'te Kiel Antlaşması'yla ayrılınca, Danimarka adayı kendi elinde tuttu. İzlanda, coğrafi olarak Avrupa'dan dışlanmış gibi görünse de, İzlanda hiçbir zaman izole kalmamıştır. Belki Christopher Columbus'un bile geldiği bu adada, Orta Çağ ve erken modern dönem boyunca ticaret canlı bir şekilde yapılmıştır.
18. ve 19. yüyzıl ile 20. yüzyılın başı
1783'te, İzlanda'daki Laki volkanının patlamasıyla, adada üç mil küp kadar lav yayıldı. Seller, küller ve tütmeler 9,000 kişinin ve de depolanan erzakların %80'inin sonunu getirdi. Bunun sonucunda oluşan açlıkla da İzlanda nüfusunun çeyreği öldü. 1
19. yüzyılda görülen adadaki iklim değişikliği nüfusun durumunu daha da kötüye götürdü ve özellikle de Manitaba, Kanada'ya toplu göçler gerçekleşti. Ancak bunun başka bir sonucu olarak da Avrupa'daki 18. yüzyıl romantizm ve milliyetçiliğinden etkilenen yeni bir milliyetçilik anlayışı ortaya çıktı. Jón Sigurðsson'un liderliğinden bir özgürlük savaşı başladı. Alþingi, yüzyıllar boyunca bir yargı organı olarak kaldı ancak 1800 yılında, sonunda sona erdirildi. 1843'te aynı adda başka bir birlik kuruldu ve bazıları bunun eski birliğin devamı niteliğinde olduğunu savunmuştur. İzlanda'daki ilk yerleşimden 1000 yıl sonra, 1874'te, Danimarka, İzlanda'ya iç işlerinde serbestlik tanıdı. Bu hak 1904'te daha da genişletildi. 1874'te yazılan anayasa ise 1903'te geliştirildi ve Reykjavík'ta kurulan İzlanda İç İşleri Alþingi'den sorumlu tutuldu. Danimarka'yla 1 Aralık, 1918'de imzalanan Birleşme Yasası'na göre, İzlanda, Danimarka'yla birlikte, aynı kral altında yönetilen özerk bir devlet olarak tanındı. İzlanda, bununla birlikte kendi bayrağını yarattı ve Danimarka'dan dış işleri ve savunma konularında İzlanda'yı temsil etmesini istedi. Yasa 1940'a kadar geçerli olucaktı ve anlaşmazlık durumunda üç yıl içerisinde fesh edilebilecekti.
İkinci Dünya Savaşı'nda İzlanda
9 Nisan 1940'ta Danimarka'nın Almanlar tarafından işgaliyle birlikte İzlanda ve Danimarka arasındaki ilişkiler gerginleşti. Bunun sonucunda 10 Nisan'da İzlanda Parlamentosu, Alþingi, daha sonra İzlanda'nın ilk başbakanı olacak Sveinn Björnsson'u, görevli seçerek dış işlerini kendi eline almaya karar verdi. Savaşın ilk yılında İzlanda, hem İngiliz hem de Alman kuvvetlerine karşı gelerek, nötrlük politikası izlemiştir. 10 Mayıs 1940'ta İngiliz ordusu, Reykjavík limanına Barışçıl Kuvvetler tarafından yürütülen istilayı gerçekleşmek için gelince, hükûmet protesto kararını yayınladı. Ancak herhangi bir karşı saldırı düşüncesi ülkenin polislerinin çoğunun başkentten uzak bir kampta eğitim görmesinden dolayı ortadan kalktı. İstilanın ilk gününde, başbakan Hermann Jónasson bir radyo duyurusu yaparak İzlandalılara yabancıları konuklarıymış gibi karşılamaları konusunda çağrı yaptı. Hükûmet, kısa bir sürede, Danimarka'nınkine benzer bir işbirliği yasası çıkardı.
Adanın istilalasının en kuvvetli olduğu noktada İzlanda'da 25,000 İngiliz askeri bulunuyordu. Bu durum, özellikle de Reykjavík çevresindeki işsizlik sorununu ortadan kaldırdı. 1941'in Temmuz'unda, İzlanda'nın savunma sorumluluğu, bir İzlanda-ABD savunma anlaşmasıyla Amerika Birleşik Devletleri'ne geçti. İngiltere toplayabildiği tüm askerlerini kendi topraklarına daha yakın yerlerde tutmaya çalışdığı için, Alþingi'yi bir Amerikan himayesine ikna etmeye çalıştı. Bu zamanda İzlanda'da, 40,000 asker vardı.
Bir halk oylamasıyla, İzlanda, 17 Haziran 1944'te yasal olarak bağımsız bir ülke oldu. Danimarkalılar, bu olayın Danimarka'nın Nazi istilası altında olduğu bir zamanda olmasından rahatsız olmalarına rağmen, Danimarka kralı, Christian X, İzlandalılara bir kutlama mesajı yollamıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası İzlanda
İzlanda, savaş esnasında, yabancı bankaların hesaplarında hatırı sayılır miktarda para biriktirdi. Alışılmadık bir biçimde, bir üç-partili çoğunluk kabinesiyle yönetilen hükûmet, muhafazakârlar (Sjálfstæðisflokkurinn), sosyal demokratlar (Alþýðuflokkurinn) ve sosyalistlerden (Sósíalistaflokkurinn) oluşmaktaydı. Bu hükûmet, biriktirilen paranın balıkçılık ve tarımda yapılacak olan yeniliklere yatırılmasında karar kıldı. Bu kararlar İzlanda'nın savaş zamanında sahip olduğu iyi yaşam şartlarını sürdürmek için alınmıştı. Hükûmetin Keynesiyan ekonomik politikaları, ülkeyi gelişmiş bir endüstri ülkesi hâline getirmeyi amaçlıyordu. Kurla oynama gibi yollarla, işsizliğin en düşük seviyede olması ve balıkçılık gibi ihracatların artmasının şart olduğu düşünülüyordu. Hem düzenli olmayan balık avlarına hem de balık ürünlerine dış ülkelerinin ilgisine bağlı olan İzlanda ekonomisi, 1990'ların başına kadar oldukça belirsiz kaldı.
1946'nın Ekim'inde, İzlanda ve ABD hükûmeti, İzlanda'nın savunma hakkının İzlanda'ya geri verilmesine karar verdi. Ancak, ABD, herhangi bir savaşın kızışması durumunda ordu kurma gibi haklarını, Keflavík'te korudu.
İzlanda Parlamento Binası'nın önündeki ayaklanma ve iç tartışmalara rağmen, İzlanda 30 Mart 1940'ta NATO üyesi oldu. Ancak yaptığı anlaşmaya göre, ülke, hiçbir saldırgan harekette yer almayacaktı. 1950'de, Kore'deki anlaşmazlıklar ve NATO'nun isteklerinin etkisiyle, Alþingi ve ABD, Birleşik Devletler'in tekrar İzlanda'nın savunmasını ele alması gerektiğine karar verdi. 5 Mart 1951'de imzalanan anlaşma, 2006'ya kadar süren Amerikan ordusunun İzlanda'daki varlığının kaynağı oldu.
Soğuk Savaş sonrası İzlanda
1991'de Özgürlük Partisi'nin başkanı Davíð Oddsson, sosyal demokratlarla birleşip bir koalisyon hükûmeti kurdu. Bu hükûmet, liberal market poliçelerini uygulayarak bazı küçük ve bazı büyük şirketleri özelleştirdiler. Bu zaman zarfında ekonomik sabitlilik artarken kronik enflasyon da büyük ölçüde düşürüldü. 1994'te de ise İzlanda Avrupa Ekonomik Alanı'nın bir üyesi oldu.
1995'te Davíð Oddsson Kalkınma Partisi'yle bir kualisyon hükûmeti kurdu. Bu hükûmet ise serbest piyasa stratejilerini uygulamaya sokarak iki ticari bankayı ve hükûmetin Siminn şirketini özelleştirdi. Bu hükûmet zamanında ekonomik ilerleme büyük ölçüde devam etti.
2004'te, Davíð Oddsson, 13 yıl görev yaptıktan sonra başbakanlığı bıraktı ve Kalkınma Partisi lideri Halldór Ásgrímsson bu görevi 2004 ile 2006 arasında yaptı. Onun ardından da Geir H. Haarde başbakanlığa getirildi.
2006 Mart'ında, ABD, İzlanda Savundma Kuvvetleri'nin büyük bir bölümünü çekmeye karar verdiğini açıkladı. 12 Ağustos, 2006'da son dört F-15 uçağı İzlanda hava sahasını terk etti. ABD, aynı yılın Eylül'ünde Keflavík üssünü kapayacağını resmi olarak açıkladı.
İzlanda, kendi ordusu olmayan tek NATO ülkesidir. Ancak yine de özel silahlar ünitesi, ufak bir filosu olan sahil güvenliği ve barış kuvvetleri olan bir polis kuvveti ülkede mevcuttur.