İçeriğe atla

Jacques Lacan

Vikipedi, özgür ansiklopedi
16.26, 17 Ocak 2021 tarihinde Sp1dey (mesaj | katkılar) tarafından oluşturulmuş 24678296 numaralı sürüm (Yazım ve noktalama düzenlemeleri)
Jacques Lacan
Doğumu13 Nisan 1901(1901-04-13)
Paris, Fransa
Ölümü9 Eylül 1981 (80 yaşında)
Paris, Fransa
Çağı20. yüzyıl
BölgesiPsikanaliz
OkuluPsikanaliz
Yapısalcılık
Postyapısalcılık
İlgi alanlarıPsikanaliz
Önemli fikirleriAyna evresi
Arzu grafiği

Jacques Marie Émile Lacan (d. 13 Nisan 1901 – ö. 9 Eylül 1981), "Freud'den bu yana en tartışmalı psikanalist"[1] olarak anılan Fransız psikanalist ve psikiyatr.

Yaşamı

Asıl ve tam adı Jacques-Marie Emile Lacan’dır. Jacques Lacan olarak bilinir. 13 Nisan 1901'de Paris’te doğmuş, 9 Eylül 1981 de aynı yerde ölmüştür. Tıp eğitimi aldıktan sonra, 1932'de "Kişilikle İlişkileri Açısından Paranoyak Psikoz" adlı doktora teziyle psikiyatr oldu. Daha sonraki çalışmaları da yine özellikle kuramsal-felsefi alanda yoğunlaşacak ve yeni bir Freud okumasıyla psikanalizi yeniden temellendirmeye yönelecektir.

Lacan’ın genel teorik şeması ve argümanları anlaşılmakla birlikte, genelde sözlerinin oldukça karmaşık, belirsiz ve anlaşılması güç bir niteliğe sahip olduğu bilinir. Dolambaçlı ve çetrefil söz oyunları, eğretilemeler, anlaşılması ve yorumlanması güç göndermeler sürekli olarak bu dile hakimdir. Lacan güç bir yazardır bu bakımdan, ama Lacan’ın yazmaktan çok konuşmuş olduğunu da belirtmek gerekir. Onun yazıları daha çok öğrencileri ve izleyicilerinin tuttuğu notlar ve kayıtlardan oluşur. Konuşmaları, daha doğrusu seminerleriyle ünlüdür. Dönemin Fransız aydınları seminerlerinin sıkı bir takipçisi olmuşlardır. Başlıca çalışması Ecrits (Yazılar) 1966' da yayımlandı. Bu tarihi dönem, yapısalcılığın Fransa’da çok etkili ve güçlü olduğu bir dönemdir. Dolayısıyla Lacan’ın konuşmaları dönemin aydınlarını derinden etkiledi ve sonrasında da sürekli yeniden yorumlandı.

Kuramsal psikanaliz alanındaki çalışmaları Sigmund Freud’un yeniden yorumlanmasıyla yapısalcılık'tan postyapısalcılığa (Yapısalcılık ötesi) uzanan bir yol izler. Dolayısıyla Lacan, yalnızca önemli bir psikoanaliz kuramcısı olarak değil, daha başlangıçta psikanaliz, dil bilim, antropoloji ve felsefe alanındaki geçişkenliği sağlamasıyla ve ardından da geliştirdigi formülasyonların ve kavramların felsefi düzlemde yol açtığı sarsıcı sonuçlarıyla 20. yüzyıl felsefesinin önemli isimleri arasında yerini alır.

Lacan ve psikanaliz

20. yüzyılın en tartışmalı kuramsal alanlarından birisi psikanalizdir. Daha Freud’un ilk çalışmalarından itibaren psikanalizin kuramsal statüsü sürekli sorunsallaştırılmış; psikanalizin bilim olup olmadığı, bilimse bir bilim olarak nasıl temellendirilebileceği yani epistemolojik düzlemde nasıl ortaya konulabileceği her zaman tartışmalı olmuştur. Oysa psikanalizin bilinç ve bilinç dışına dair açıklamaları tüm bir felsefi tartışmanın ve özellikle bilgi üzerine yapılan tartışmaların yönünü değiştirmiştir. Ama bu statü konusu yine de tartışmalı olaya devam etmiş ve Freud'un ardılları psikanalizi bu sorunlardan ziyade daha çok "Benlik Psikolojisi" yönünde geliştirmeye yönelmiştir.

Lacan'ın baslangıç noktası, öncelikle bu teorik statünün değerlendirilmesi ve epistemolojik temel noktaların yeniden değerlendirilmesidir. Freud, çalışmalarının genelinde bu kuramsal sorunları karşılamaya çalışır, özellikle başlangıç çalışmalarında bu yöntemsel arayışı görürüz. Ancak dönemin bilim anlayışı ve felsefe görüşü olarak pozitivizm - ampirizm düzleminden, önemli ayrımlar oluşturmasına rağmen tamamen çıkamaz. Yine de, özellikle epistemolojik anlamda Freud'un bilim olarak psikanalizi kuramsal olarak da temellendirmeye çalıştığını ve bunun için önemli adımlar attığı söylemek gerek. Lacan bu adımların takipçisi ve savunucusudur öncelikle. Lacan'ın, kendisini bir Freud savunucusu olarak ifade ettiği ve bunu özellikle Freud sonrası kuramsal adımlardan vazgeçen ya da onları yadsıyan psikiyatri eğilimine karşı ortaya koyduğu söylenebilir. "Benlik Psikolojisi" Lacan için kabul edilemez bir yöndür.

Lacan İd - Ego - Süperego kuramından uzaktır, diyebiliriz. O, daha cok erken dönem denilebilecek Freud’la yani daha çok bilinç dışının yapısı, oluşumu, yeri ve işleyişi ile uğraşan Freud'la bağlantılıdır. Çünkü Lacan’a göre psikanaliz, bir bilim olarak bilinç dışının bilimi'dir.

Psikanaliz bir bilim olacaksa, öncelikle epistemolojik olarak kendi ayrımını temellendirebilmelidir, yani nesnesini ayrımlayabilmelidir. Bu noktada Lacan pozitivizm-ampirizm sonrası gelişen bilim anlayışını kuramsal olarak temel alır ve Freud'u buna göre yeniden okur. Buna göre, psikanalizin nesnesi (Freud'un da pek çok yerde işaret etmiş oldugu ama tamamen açık kılamadığı haliyle), bilinç dışı'dır. Bunun bir teorik nesne olduğunu belirtmek gerekir, ve burada ayrıca psikanalizi başka bilimlerden ayırmak üzere, bilinçd ışının, özgün bir teorik nesne olduğunu da belirtmek gerekir Lacan'a göre.Althusser'in Lacan üzerine erken yazılardan biri olan yazısında belirttiği gibi, bu Lacan'ın, onu yeni bir düzleme getirmek üzere "Freud'a dönüş hareketi" dir. (Bkz: Freud ve Lacan) Böylece, yani bu dönüş girişimiyle Freud ve dolayısıyla da psikanaliz, doğum zamanının sınırlarından ve sorunlarından çıkarılıp yeniden doğru bir şekilde değerlendirilebilecektir.

Bunun anlamı, söz konusu nesnenin (Bilinç dışının) Biyoloji ya da Sosyoloji temelli yöntemlerle ya da kavramlarla incelenip açıklanamayacağıdır. Psikanaliz, bu noktada kuramsal bir zorunluluk olarak ortaya çıkar ve dolayısıyla da bu noktadan itibaren kuramsal olarak temellendirilmelidir. Lacan'ın Freud'un kuramsal çalışmalarına yönelik kategorik ısrarı ve klasik psikiyatri geleneğini reddetmesi öncelikle bu noktaya ilişkindir. Lacan yapısalcılık üzerinden, özellikle ve belirgin olarak Yapısalcı Dil bilim üzerinden psikanalizi değerlendirmeye yönelir ve bu yönelimin ilk ortaya çıktığı yer psikanalizin bir bilim olarak nasıl anlaşılması gerektigi noktasıdır. Sonrasında nesnesini (bilinç dışını) ele alırken de aynı şekilde bu dil bilim modeli izlenmiştir. Bunun sonucunda, Lacan'ın Freud'u yeniden okuması geleneksel psikiyatriye göre çoğu zaman bir anti-psikiyatri olarak görünür.

Bilinç dışı ve dil

Lacan, bilinç dışı dil gibi yapılanmıştır der. Bu formülasyon onun kuramsal çalışmasının ve psikanalizi yeniden yapılandırma girişiminin çok özlü bir ifadesidir. Kastedilen dil, Yapısalcı dil bilim 'in açıkladığı hâliyle dil 'dir. Dolayısıyla burada yapısalcı dil bilimin dili açıklayışına uygun bir yol izlendiği açıktır.Yapısalcı modele göre Dil'i ise kısaca şöyle anlatabiliriz: Dil, anlamları kendi ayrımlarıyla belirleyen ve anlam oluşturan kendine özgü bir yapı ya da sistem 'dir. Buna göre anlam ayrımları yalnızca dil yapısı ya da sistemi içindeki ögelerin dağılımı ve rolleriyle belirlenir. Yani, dil bir göstergeler sistemi'dir ve dışsal bir gönderimi yoktur. Lacan bunu psikanalize uyguladığında vardığı sonuç, Bilinç dışı'nın tıpkı Dil gibi kendine özgü bir yapı ya da sistem olduğudur. Bilinç dışının dış dünya ile özsel bir bağlantısı yoktur, anlam ayrımlarını kendi iç-ögeleri ile belirleyen bir çeşit göstergeler dizgesi söz konusudur burada. Althusser'in belirtmiş olduğu gibi,

"Lacan, dilsel gösterge ile psikanalizin simgesi'ni aynı şeyler olarak düşünmektedir". (Bkz. Althusser'in aşağıda belirtilen yazısı. İtalikler eklendi.)

Dil; toplumsallığı, kültürü ve dolayısıyla da bunları ifade eden yasa ve yasakları taşır. Dolayısıyla dil aracılığıyla, yani simgesel sistem aracılığıyla kültürel düzene dâhil olan insan yavrusu, daha farkında olmadığı ve hiçbir şeye karar veremediği bir evrede, bu düzen (Simgesellik) tarafından biçimlendirilecek, onun en temel değer yargılarını ve unsurlarını içselleştirecek ve bu yolla insan olmaklığa adım atacaktır. Dilin simgesel sistemine geçiş, burada kültürel düzene geçmekle aynı anlama gelmektedir. Biyolojik bir canlı olmaktan düşünebilen bir canlı olmaya doğru bu geçişte, birey-özne kültürel bir kod olarak kodlanmış olur.

Özne, Dil dolayımıyla böylece kendini simgesel düzende bir gösteren olarak işaret edilmiş olarak bulur ve öznelliğini de zaten bu şekilde kazanır. Bu andan itibaren birey-özne bir simge olarak simge düzenin bir parçası ya da ögesidir. Dil, bu bağlamda öznenin gerçeklikle, kendisiyle, ötekilerle ilişkisini düzenler. Dil dolayımıyla Kültür'e giriş, bilinç dışının oluşumunu ve öznelliğin kuruluşunu ifade eder. Bu, Oidipus Karmaşası'dan geçerek mümkün olmaktadır. Lacan’a göre dil ile belirlenme, yani kültüre girişin simgesel kodlarının edinimi Oidipus evresiyle aynı sırada ve düzlemde gerçekleşir.

Bu geçişin gerçekleştiği yer ise aile'dir.Artık bu bağlamda ailenin bir aile olarak düşünülmesi anlamlı olmaz; kültürel yapının taşıyıcısı ve birey düzeyinde oluşturucusudur, yani simgesel düzenin gerçekleşmesi, somutlaşması, maddileşmesi zeminidir. Çocuk, aile aracılığıyla Dil dolayımından geçerek kültürel düzene girer. Şu halde belli başlı kültürel söylemlerin, ideolojik yapıların salt birer düşünsel tasarım ya da projeler olarak değil, dil ile taşınan ve aile aracılığıyla uyarlanan, maddi yapılar olduğunu belirlemek mümkündür. Althusser’in oluşturmaya çalıştığı ideoloji teorisi Lacan’ın bu yönde ki açıklamalarından özellikle beslenir. Çünkü burada anlaşıldığı gibi, dil dolayımında bilinç dışının oluşumunun açıklanması hem bir özne teorisine kapı açmakta hem de bu zeminde ideolojinin yeniden düşünülmesine yeni bir olanak yaratmaktadır.

Bu bağlamlarda yapısalcı antropoloji'nin yerine de işaret edilebilir: Levi-Strauss'un, en basit biçimleri akrabalık ilişkileri olan kültürel yapıları açıklarken göstermiş oldugu gibi, kültürel ögelerin, dilsel ögelerin birbirleriyle ilişkileri çerçevesinde belirlenmesine tam anlamıyla uyan bir yapısı vardır. Ayrıca, bu kültürel ögeler de dilin düzeninde (Dil'de) tanımlanmıştır ve bir kültür eski kuşaklardan yenilerine bu yolla taşınır. Demek ki, simgenin düzenine girmekle birey kendi kültürel konumunu, her şeyden önce kültürel bir kurum olan ailenin yapısı içindeki konumunu da kazanmış olur. Böylece birey kültürün düzeni içinde ayrımlaşmış bir özne hâlini alır. Söylemin belirleyici boyutu buradan ileri gelmektedir. Su halde dil'e giriş kültüre giriştir ve aynı zamanda, bu süreç, Lacan'ın analizinde, bilinç dışının oluşumunun ve işlevinin açıklanmasını verir.

Oidipus karmaşası ya da Baba'nın Adı

Lacan'ın Freud'un çalışmasından ısrarla aldığı ve kendi kuramında merkezi bir yere koyduğu formülasyonlardan birisidir Oidipus Karmaşası ya da başka bir isimle Oidipus Kompleksi. Bu Lacanci psikanaliz teorisinde Oidipus Yasası olarak belirir.

Oidipus karmaşası, kültüre ve dolayısıyla insan olmaya giden zorunlu bir süreçtir; Oidipus’suz kültür ya da uygarlık olamaz Lacan’a göre. Ancak bu doğal bir karmaşa değil, simgesel bir karmaşadır. Simgesel yapının devreye girmesiyle insan yavrusunun simgesel sisteme geçişini ve bu geçişte oluşan evreleri açıklar.Örnegin; burada da gerçek bir babadan söz edilip edilmediği önemli değildir, önemli olan Oidipus yasasını geçerli kılmak üzere simgesel baba işlevidir, ki bunun tanımı Babanın Adı olarak belirtilir. Böylece simgesel düzene giren çocuk, kendi kültürel konumunu bu simgesel adı tanımakla edinmeye başlar. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Oidipal Yasa'nın özünde simgesel bir yasa olmasıdır.

Oidipus aracılığıyla simgesel sisteme geçiş öznenin kuruluş sürecidir. İnsan yavrusu, böylece kendi bütünsel gerçekliğinden koparılarak simgesel gerçekliğin alanı içinde insan olma yoluna girer. Bu sırada, Oidipus yasası gerçek gerçeklik ile kişinin kendi arasında ve daha da öte kişinin kendi gerçekliği ile gerceklik düşüncesi arasında bir yarılmaya/bölünmeye yol açar. Çünkü kendini Kültürel Düzenin simgeleriyle düşünen özne, bu anda kendine yabancılaşmakta, kendine ve çevresine dair bakışı dolayımlanarak mesafelenmektedir. Simgenin anlamı burada açıktır; dolayımsız ikili ilişkinin (anne-çocuk) arasına giren üçüncü bir ögedir burada simge.

İnsan yavrusu, bu simgeyi kullanmakla kendini ötekinden ayırma imkânı edinir, ancak bu imkânın kendisi, kendini bir zorunluluk olarak kabul ettirir. Yani bir Yasa olarak. İşte, bu noktada simgesel düzenin başlıca yasasını Babanın Adı olarak ortaya çıkar. Baba, burada simgesel olarak Fallus’a sahip olan yetkeyi temsil eder. Fallus, cinsel organ anlamında değil simgesel yasanın yetkesini temsil etme anlamındadır.Fallus’a sahip olan Babanın Adı’dır ve çocuk bu adı tanıyarak kültürün ve dilin dünyasına girer ve özne olarak o dünyaya tâbi olur. Açıktır ki Hadım Edilme Korkusu denilen süreçte aynı şekilde simgesel bir süreçtir.

Lacan’a göre, Oidipus karmaşasıyla simgesel düzene dâhil olmak, daha önce, Dil dolayımıyla belirtilmiş olan iki temel noktanın geçekleştirilmesi anlamına gelir.

  • Bilinç dışının kuruluşu,
  • ve böylece birey-öznenin kuruluşu.

Oidipus karmaşası olarak belirtilen karmaşa ya da Yasa, anne ile çocuğun doğal ilişkisinin yasaklanması ve bu yasakla doğan bilinç dışı arzunun Babanın Adı'yla yeni imgesel biçimlerle ikame edilmesiyle çözülür. İnsan yavrusu böylece toplumsal biçimleri edinir ve birey-özne olur.Özetle, kültürel düzene girişin anahtarı bu kökensel bastırmayla söz konusu olmaktadır.

İmgesel, Simgesel, Gerçeklik

Lacan’ın teorik psikanalizinin ana kavramlarından başlıcaları İmgesel, Simgesel ve Gerçeklik olarak belirtilebilir. Biyolojik bir varlık olan insan yavrusunun insan olmaklığa, yani kültürel bir özne olmaya giden yolu açıklarken Lacan bu kavramları değerlendirir.

Ego ve onun yaşam dünyası başlangıçta İmgesel alana aittir. Daha doğal olandan kopulmamış olunan bir evredir bu. Daha sonra Babanın Adı'nın devreye girmesiyle, yani Simgesel yapı ile imgesel olan bastırılır. Simgesel burada, Kültürel Düzen'in simge sistemini ifade eder. Bilinç dışı bunun sonucu oluşur. Gerçeklik ( "gerçek gerçeklik" bu anlamda, simgeselin kurduğu gerçeklikten ayrı olarak Simgeselin ötesinde kalır. Gerçeklik, Simgesel bastırmanın sonucunda Uçurum'un ötesinde kalmış olan eksiklik yeri/ya da noktası olarak ifade edilir. Bu bağlamda Simgesel’den Gerçeklik’e bir köprü ya da bağlantı noktası yoktur. Gerçeklik, Bilinç dışı Arzu'nun ötesinde kalmıştır. Gerçeklik’e asla ulaşamayacak olunması nedeniyle Bilinç dışı Arzunun doyurulması olanaklı olamaz. Arzu, bu anlamda asla ulaşılamayacak ve tamamlanamayacak olan kökensel bastırmadan kaynaklanan eksiklik yeri'dir.

İçgüdüler, Lacan'ın anladğı anlamda, doğuştan gelen biyolojik ihtiyaçlardır. Bunlar anne tarafından doyurulur, ancak bu dolaysız doyum ilişkisine belli bir noktada Simgesel Yasa ile müdahale edilir ve doğal içgüdülere bu andan itibaren Cinsel Kimlik anlamı verilmiş olunur. Simgesel sistemin devreye girmesi, yani Babanın Yasası'nın ortaya çıkmasıdır söz konusu olan. Cinsel Yasak’ın işletilmesiyle, kendinde hiçbir anlamı olmayan biyolojik bir içgüdü cinsellik adını alır ve böylece biyolojik içgüdüler cinsellik olarak anlaşılmaya başlanır. Böylece içgüdüler bilinç dışı arzular olarak yerleşir. Bu, Lacan’ın değisiyle, insanlaştırıcı kastrasyondur. (Kastrasyon: Hadamet, hadım etme.)İnsan yavrusunu biyolojik bir canlı olmaktan kültürel bir özne olmaya dönüştüren bu kastrasyon'dur.

Diğer bilgiler

Lacan Gustave Courbet'in kışkırtıcı tablosu L'Origine du monde (Dünyanın Kökeni) isimli tablosunun son sahibidir. Üvey kardeşine, ressam André Masson, tablonun sürrealist bir varyantını yaptırtmıştır. Tablo Lacan'ın ölümünden sonra mirasçıları tarafından, Lacan'ın büyük miktarda vergi borcu nedeniyle, Fransız Devletine verilmiştir. Tablo şu anda Musée d'Orsay'dedir.

Kaynakça

  1. Freud'dan Lacan'a Psikanaliz, Saffet Mura Tura, Ayrıntı yay. Genişletilmiş yeniden basım. (Bu maddenin yazımı bu kitaptaki yazılara dayanmaktadir ve onların degerlendirilmesi ile yapılmıştır)
  2. Şeyh ve Arzu, S.Murat Tura, Defter dergisi, Yaz 1995, sayı:24
  3. Fallusun Anlamı, J.Lacan, Afa.

Dipnotlar

  1. ^ David Macey, "Introduction", Jacques Lacan, The Four Fundamental Concepts of Psycho-Analysis (Londra 1994) s. xiv

Ayrıca