Malazgirt Meydan Muharebesi: Revizyonlar arasındaki fark

Vikipedi, özgür ansiklopedi
[kontrol edilmemiş revizyon][kontrol edilmemiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Fotoğraf eski haline getirildi.
Hata düzeltildi
Etiketler: Mobil değişiklik Mobil ağ değişikliği
34. satır: 34. satır:
[[Tuti Bey]]<br>
[[Tuti Bey]]<br>
[[Emir Çavlı]]<br>
[[Emir Çavlı]]<br>
|güç1 = 200.000 <small>(en az)</small><ref>Prof. Dr. Osman Turan, Türkiye Selçukluları Tarihi Ansiklopedisi, s.55</ref><ref>Prof. Dr. Osman Turan, Türkiye Selçukluları Tarihi Ansiklopedisi, s.64</ref><br>
|güç1 = 5.000.000<small>(en az)</small><ref>Prof. Dr. Osman Turan, Türkiye Selçukluları Tarihi Ansiklopedisi, s.55</ref><ref>Prof. Dr. Osman Turan, Türkiye Selçukluları Tarihi Ansiklopedisi, s.64</ref><br>
|güç2 = 50.000 <small>(en fazla)</small><ref>Prof. Dr. Osman Turan, Türkiye Selçukluları Tarihi Ansiklopedisi, s.55</ref><br>
|güç2 = 25 delikanlı <small>(en fazla)</small><ref>Prof. Dr. Osman Turan, Türkiye Selçukluları Tarihi Ansiklopedisi, s.55</ref><br>
|kayıp1 = 20.000<ref>Haldon, John (2001). The Byzantine Wars: Battles and Campaigns of the Byzantine Era. Stroud: Tempus. s.180 ISBN 0752417959.</ref>-67.000<ref>Paul Markham: [http://www.deremilitari.org/resources/articles/markham.htm ''The Battle of Manzikert: Military Disaster or Political Failure?'']</ref> ölü<br>
|kayıp1 = 5.000.000<ref>Haldon, John (2001). The Byzantine Wars: Battles and Campaigns of the Byzantine Era. Stroud: Tempus. s.180 ISBN 0752417959.</ref>-67.000<ref>Paul Markham: [http://www.deremilitari.org/resources/articles/markham.htm ''The Battle of Manzikert: Military Disaster or Political Failure?'']</ref> ölü<br>
4.000 esir<ref>Haldon, John (2001). The Byzantine Wars: Battles and Campaigns of the Byzantine Era. Stroud: Tempus. s.180 ISBN 0752417959.</ref><br>
Kurtulan yok<ref>Haldon, John (2001). The Byzantine Wars: Battles and Campaigns of the Byzantine Era. Stroud: Tempus. s.180 ISBN 0752417959.</ref><br>
<small>(Ordunun yarısından fazlası kaçmış)</small><br>
<small>(Ordunun yarısından fazlası kaçmış)</small><br>
|kayıp2 = Bilinmiyor
|kayıp2 = 1 Askerin miğferi düşmüş
}}
}}
{{Bizans-Selçuklu Savaşları}}
{{Bizans-Selçuklu Savaşları}}

Sayfanın 13.24, 17 Ağustos 2015 tarihindeki hâli

Malazgirt Meydan Muharebesi
Bizans-Selçuklu Savaşları
Tarih26 Ağustos 1071
Bölge
Sonuç Kesin Büyük Selçuklu zaferi
Taraflar
Bizans İmparatorluğu Büyük Selçuklu Devleti
Komutanlar ve liderler

Romen Diyojen (esir)
Nikeforos Bryennios[1]
Theodore Alyates

Andronikos Doukas[2]

Sultan Alp Arslan
Afşin Bey
Saltuk Bey
Artuk Bey
Danişmend Ahmed Gazi
Mengücek Gazi
Dilmaçoğlu Mehmet Bey
Porsuk Bey
Sav Tekin
Sa'deddin Gevher-âyîn
Tarankoğlu Bey
Ahmed Şah
Tuti Bey

Emir Çavlı
Güçler
5.000.000(en az)[3][4]
25 delikanlı (en fazla)[5]
Kayıplar

5.000.000[6]-67.000[7] ölü
Kurtulan yok[8]

(Ordunun yarısından fazlası kaçmış)
1 Askerin miğferi düşmüş

Şablon:Bizans-Selçuklu Savaşları Malazgirt Meydan Muharebesi, 26 Ağustos 1071 tarihinde, Büyük Selçuklu sultanı Alp Arslan ile Bizans imparatoru Romen Diyojen emrindeki Selçuklu ve Bizans orduları arasında gerçekleşen büyük bir savaştır. Türkler'in zaferiyle sona eren bu savaş, Anadolu'nun kapılarını Türkler'e açmış ve Anadolu'nun her yeri Türkler'le dolmuş, bölgedeki Bizans egemenliği büyük ölçüde sona ermiştir. Ayrıca İslam dünyasını tehdit eden Bizans tehlikesi de, bu savaşla bertaraf edilmiştir.

Savaş Öncesi Durum

Malazgirt'ten önceki zaman diliminde Müslüman ve Şamani Türkler, çeşitli sebeplerle anayurtları olan Orta Asya'dan büyük dalgalar ve akınlar halde göçmekteydiler. Müslüman Türkler, Hazar Denizi'nin güneyinden geçerek Suriye, Irak, Azerbaycan ve İran'a; Şamani Türkler ise Hazar Denizi'nin kuzeyindeki İtil Nehri ve Volga Nehri'ni aşarak İtil-Volga havzasına, Kafkaslar'a, Karadeniz'in kuzeyine ve daha batı bölgelere yerleşmekteydiler [9].

Bu dönemde yeni kurulmuş olan ve tam bağımsız olmayan, Hazar Denizi'nin güneyinden İslam dünyasına dolan ve Anadolu hudutlarına yığılan Müslüman Türkler'in geçtikleri yolların tam merkezinde bulunan Büyük Selçuklu Devleti; iki büyük sorunla karşı karşıya kalmıştır. Bunlardan birisi, muhaceret içindeki Türkler'e yeni bir yurt bulmak; diğeri de İslam dünyasına sürekli taarruz eden, hatta hilafet merkezi Bağdat'ı dahi tehdit eden Bizans İmparatorluğu'nu durdurmak ve göç eden Türkler'in, yurt bulmak gayesiyle İslam dünyasının beldelerini verebilecekleri zararları önlemekti. Bu yüzden Selçuklular'ın lideri olan Tuğrul Bey ve ordu komutanı olan kardeşi Çağrı Bey, büyük çabalar göstermişlerdir.

Selçuklular, Buhara civarındayken Gazneliler ve Karahanlılar'a karşı zor durumda kalınca 1018 yılında Çağrı Bey, Tuğrul Bey'in müsaadesine alarak 3.000 süvari ile yeni bir yurt bulmak için Anadolu'ya doğru yola çıkmıştır. Çağrı Bey, Azerbaycan'a varınca kendisinden önce buraya ulaşmış bazı Türkmen gruplarıyla karşılaşmış ve bunlarla beraber Doğu Anadolu'ya girerek, Van Gölü havzasında kurulmuş küçük bir Ermeni krallığı olan Vaspuragan'a girmiş (İslam kaynaklarında Başburkan) ve Van Gölü havzasını istila etmiştir. Çağdaş Ermeni müellifi Urfalı Mathieu; "Bugüne kadar asla bir Türk süvarisi görmeyen Ermeniler şaşırmışlardı. Uzun saç örgüleri, ok ve yaydan ibaret silahları olan bu Türk süvarilerini hayretle seyretmişlerdi." diyerek Selçuklular'ın Anadolu'ya yaptıkları ilk akını tasvir etmiştir. Bu muvaffakiyetten sonra Çağrı Bey, Azerbaycan'da rastladığı Türkmenler'i orada bırakarak uzun bozkırları ve Gazneliler'in takibini aşmış, ardından da Buhara çevresine ulaşarak Tuğrul Bey'e kavuşmuştur. Çağrı Bey, bu akından sonra "Bu ülkede bize karşı koyacak bir kimseye rastlamadım." diyerek her taraftan sıkıştırılan ve yurtsuz kalan Selçuklular'a, yeni vatanı keşfettiğini belirterek hepsini ümitlendirmiştir. Büyük Selçuklu kumandanı Çağrı Bey'in bu kanaati daha sonra Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurucusu olacak Süleyman Şah'ın babası olan Kutalmış'ın Aras Nehri vadilerinde yaptığı akınlardan sonra Tuğrul Bey'e ve Malazgirt Meydan Muharebesi'nin kahramanlarından Afşin Bey'in, bu savaşın arefesinde yaptığı akınlardan sonra Alp Arslan'a bildirmesiyle tekrarlanmıştır. Onlar, Bizanslılar'ı "Savaş kabiliyetinden mahrum ve kadınlaşmış insanlar." şeklinde niteleyerek Türkler'in üstünlüklerini ve Anadolu'nun fethinin mümkün olduğunu müjdelemişlerdir [10][11].

Karahanlı ve Gazneli devletlerinin sürekli baskısı altında yaşayan Selçuklu Türkleri zorlandıkça, Anadolu hudutlarını aşmışlar fakat kuvvetli Bizans ordu ve garnizonlarının karşısında geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Anadolu'dan İran ve Azerbaycan'a çekilen Türkler, oralarda da barınamamakta ve daimi bir savaş hayatı sürdürmekteydiler. Büyük Selçuklu Devleti'nin 1040 Dandanakan Savaşı ile bağımsız olmasına kadar Türkler'in Anadolu'ya yapmış oldukları akınlar tarihi bir ehemmiyet taşımamaktadırlar. Fakat Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluşundan Malazgirt'e kadar geçen 30 yıllık zaman zarfında Bizans'a karşı yapılan gazalar; bir yandan Türkmen muhacereti, öte yandan da Selçuklu ordularının himayesi altında olmasından dolayı Anadolu'da gittikçe yayılmıştır. Bunun sonucunda da Bizans'ın Anadolu'daki mukavemeti gittikçe kırılmış ve Anadolu, Türkler'in yeni vatanı olma yolunda iyice hazırlanmıştır. Özellikle Dandanakan Savaşı ile Selçuklu Devleti'nin kurulması ve doğudan gelen Türk göçlerinin önündeki Gazneli ile Karahanlı devletlerinin oluşturduğu setin yıkılması ile Türk göçleri bir sel haline almış, bütün İslam dünyası Türkler'le dolmuştur. Bu göçlerle beraber de Anadolu'ya yapılan akınlarda git gide yoğunlaşmıştır [12].

Büyük Selçuklu Devleti'nin ilk sultanları olan Tuğrul Bey, Alp Arslan ve Melikşah'ı en çok uğraştıran meselelerin başını Büyük Türk Muhacereti çekmektedir. Filhakika bu büyük insanlar İslam'ın sultanı ve hamisi sıfatıyla bir yandan İslam beldelerini ve bu beldelerde yaşayanları göçebe Türkmen akınlarına karşı korumak vazifesiyle, öte yandan da devletlerinin kuruluşunda büyük ıztıraplar çeken ırkdaşları Türkmenler'e yer ve yurt bulmak vazifesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Ayrıca X. asırdan itibaren Bizans'a karşı savunmaya geçen İslam dünyasını koruma görevide Selçuklular'a düşmekteydi. İşte Anadolu'nun fethi ve Türkleşmesi bu zorunluluklar ile ve ilk büyük sultanların bir siyaseti olarak gerçekleşmiştir. Nitekim İslam dünyası, Selçuklular sayesinde yeni bir kudret kazanarak artık taze bir iman ve kanla cihada başlayarak taarruza geçmiş, Bizanslılar'la bir hesaplaşma devri gelmiştir. Buralarda belirtilen tüm hususlar, aşağıda detaylıca anlatılmıştır.

Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluşu sırasında Oğuz boyları, feodal Türk siyasi anlayışına (töre) göre hareket etmişler; kendi geçimlerini sağlamak ve oturacak bir yurt bulmak gayesiyle Müslüman beldelerini istila ve yağma etmişlerdir. Tuğrul Bey ise hem Müslüman ülkeler ile ahalilerini korumak hem de eski Türk kağanları gibi soydaşlarını yurt sahibi kılmak için zorluklarla karşılaşmakta ve Türkmenler'i, Anadolu'ya sevke uğraşmaktaydı. Türkmenler'in İslam memleketlerinde çıkardıkları huzursuzlukların sebebini ve Türk feodalizmini başlangıçta anlayamayan İslam müellifleri ve başta halife, bütün mesuliyetin Tuğrul Bey'e ait ve bütün Türkmenler'in onun emrinde olduğunu sanmışlardır. Nitekim Türkler'in her tarafta yaptıkları istila ve akınlar dolayısıyla yükselen feryatlar üzerine Abbasi halifesi Kaim bi-Emrillah, 1044 yılında meşhur alim Maverdi'yi elçi olarak Tuğrul Bey'e göndermiştir. Mektubunda "Ey Tuğrul Bey! Aldığın memleketler sana kafidir; diğer İslam ülkelerine ve hükümdarlarına dokunma!" diyerek Türkmen istilalarını sultanın emri sanmış ve nüfus hareketlerini kavrayamamıştır. Tuğrul Bey ise "Benim milletim çok kalabalıktır ve memkeletler onlara kafi gelmemektedir." diyerek fikrini elçiye bildirmiştir. Elçi de "Bütün dünyayı alsanız yine size ve milletinize kafi gelmeyecektir." diyerek sultanı doğru harekete davet etmiştir. Bunun üzerine Tuğrul Bey "Doğru hareket etmek için elimden gelen herşeyi yapıyorum. Eğer milletimden aç kalanlar kötülük yapıyorsa, buna karşı ben ne yapabilirim." cevabı ile hem Türkmen muhacirlerinin çokluğunu ve zorunlu ihtiyaçlarının göstermiş; hem de bu göçebe Türk boyları üzerinde olan kontrolünün ne kadar zayıf olduğunu belirtmiştir [13][14][15][16][17][18].

Tuğrul Bey'in Oğuz akınlar karşısında Diyarbakır Mervani emiri Nasruddevle'nin bir şikayeti üzerine verdiği bir cevabı da kayda değerdir. Filhakika Bizanslılar'a bağlı ve onlara haraç veren bir duruma düşmüş Mervani emirine "Kullarımın senin memleketine geldiğini haber aldım. Sen bir Sugur (uç, hudut) emirisin. Onlara mal verip kafirlere (Bizanslılar) karşı kendilerinden faydalanmalısın. Zira onları maksatları Bizans beldeleridir." diyerek hem kendisine zayıf bir bağla bağlı olan soydaşlarını hem Mervani ülkesini himaye etmiş hem de Anadolu'nun fethi lüzumunu belirtmiştir [19][20].

1047 yılında çok kalabalık bir Oğuz halkı, Türkistan'dan Nişabur'a gelerek Büyük Selçuklu Devleti'nin Nişabur beyi İbrahim Yınal'a, yersizlik ve yurtsuzluktan şikayet etmiştir. İbrahim Yınal bu Türkmenler'e: "Memleketim sizin oturmanıza imkan verecek kadar geniş değildir. Bu sebeble doğrusu şudur ki, Anadolu gazasına gidiniz; Allah yolunca cihad yapınız ve ganimet alınız. Ben de arkanızdan gelip size yardım edeceğim." demiştir. İbrahim Yınal ile görüşen bu kalabalık Türk topluluğu, Doğu Anadolu'ya girerek bütün vilayetleri doldurmuştur. İbrahim Yınal, bu Türkler'i takip ederek büyük bir orduyla Anadolu'ya girmiş ve Bizanslılar'ın taarruzuna karşı Pasinler Zaferi'ni kazanmıştır (1048). Bizanslılar'ın kullandıkları dil olan Grekçe'de Pasinler olarak geçen bu yerin ismi, savaş esnasında büyük Türk komutanlardan Hasan Bey'in şehit düşmesinden ötürü Türkler tarafından Hasankale olarak değiştirilmiştir. Dolayısıyla bu savaşın ismi Hasankale Savaşı olarak da geçer. Pasinler Zaferi'ni kazanarak Rumlar'ı müthiş bir yenilgiye uğratan İbrahim Yınal, savaşa müteakip 100.000 esir ve 10.000 araba yükü ganimetle birlikte payitaht (başkent) Rey'e dönerek Tuğrul Bey'e bu zaferi müjdelemiştir. Selçuklu ordusunun bu himayesi sayesinde Türkmenler, Anadolu'da çok ilerleyerek Trabzon'a kadar gelmişlerdir. Hatta bir rivayete göre İbrahim Yınal'ın yeğeni Mehmed Bey'in kumandasında İstanbul Boğazı'na kadar varmışlardır [21][22][23][24][25].

Bu dönemde Doğu Anadolu'nun Ermeniler'i ve Süryaniler'i ile Orta Anadolu'nun rafizi (hérétique) halkları Bizanslılar'a düşman oldukları için, Türkler'e karşı Bizans İmparatorluğu'nu müdafaa etmemişlerdir. Çünkü Bizans imparatorlarının XI. asır başlarında, Doğu Anadolu'da bulunan Ermeni prensliklerini yıkarak Ermeniler'i büyük bir nüfus kitlesi halinde Orta Anadolu'ya sürmelerinden, Hristiyanlık'ın Ortodoks mezhebini hem Ermeniler'e hem de diğer Hristiyan topluluklara zorla kabul ettirmeye çalışmasından dolayı bu kavimlerin Bizans düşmanlığı çok derin olmuştur. Nitekim Ermeni vekayinamecisi (tarihçi) Urfalı Mathieu: "İktidarsız ve kadınlaşmış iğrenç Rum milleti Ermenistan'ın en cesur evlatlarını yurtlarından koparıp dağıttılar; milletimizi tahrip edip Türkler'in istilasını kolaylaştırdılar." ifadeleriyle Ermeni kavminin düşüncelerini ve Anadolu'nun fethini hazırlayan etkenlerden olan Bizans'ın iç meselelerini meydana koymuştur [26][27]. Süryani alimi tarihçi Mihael de: "Bu devirde Rumlar bizim milletimize ve Ermeniler'e zulüm yapıyorlardı. Çıkarılan bir emir-name ile batıl mezheplerini bize kabul ettirmeye zorluyor; bizi ezmeye uğraşıyorlardı, İstanbul patriği kiliselerde bulunan mukaddes kitapları (yani Ortodoks olmayan Süryaniler'e ait eserleri) yaktırdı." beyanıyla Bizanslılar'ın Rumlaştırma siyaset ve hareketlerini ortaya koymuştur [28][29]. Türkmenler ise Anadolu'ya göçerek her yıl biraz daha ileri gitmişler; Doğu Anadolu'dan Orta Anadolu'ya, oradan da Batı Anadolu'ya kaymışlardır. 1059 yılında büyük bir Türkmen topluluğu ilk defe Sivas'a ulaşıp surları bulunmayan şehri işgal etmiştir. Bu kitlenin bir kısmı da Malatya bölgesine girmiş ve karşılarına hiçbir kuvvet çıkmamıştır. Bazı tarihçilere göre Emir Samuk (Saltuk olacak) kumandasında "Bütün Türk (İran) milleti denizdeki kumlar gibi Hristiyan memleketlerine atıldılar; birçok vilayetleri işgal ettiler. Bunlar gök gürültüsü gibi haykırarak ilerliyorlardı." [30][31][32][33][34]. Profesör Doktor Osman Turan; Ermeni kaynaklarının Samuk ve Arap kaynaklarının da Sanduk olarak kaydedilen bu ismin, Malazgirt Zaferi'ne müteakip Erzurum'da Saltuklu Beyliği'ni kuran Saltuk Bey olduğu kanaatindedir. Ayrıca Bizans kaynakları, Sasani İmparatorluğu devri alışkanlığından dolayı doğudaki Türkler'i bazen Pers (İranlı) ve Şamani Türkler'i (Müslüman Türkler Hazar Denizi'nin güneyinden İslam Dünyası ve Anadolu'ya göç ederken Hazar Denizi'nin kuzeyindeki yoldan göç ederek Karadeniz'in kuzey bölgelerine ve Tuna Nehri kıyılarıa yerleşen, Müslüman olmayan Kıpçak, Peçenek gibi Türk toplulukları) Skit adıyla anar. Hatta Bizans kaynakları, Skit ismini Anadolu'daki Türkler içinde kullanmıştır.

Tuğrul Bey'in 4 Eylül 1063 tarihinde devletin başkenti Rey şehrinde vefat etmesi üzerine kardeşi Çağrı Bey'in oğlu Alp Arslan, yeni Büyük Selçuklu sultanı olmuştur. Çünkü Tuğrul Bey'in ölümü esnasında onun, erkek evladı bulunmamaktaydı.

Sultan Alp Arslan, 1064 yılında Kafkasya ve Doğu Anadolu üzerine bir sefer düzenlemiştir. Ordusunun başında Rey şehrinden hareket edip Merend şehrine ulaşan Alp Arslan'ın huzuruna, kalabalık aşireti ile Anadolu üzerine sık sık gaza eden ve buna alışkın olan Türkmen beyi Tuğ-Tekin çıkmıştır. Tuğ-Tekin, Alp Arslan'a Anadolu yolları hakkında şevklendirici bilgiler vermiş ve onun seferine katılmıştır [35][36][37]. Anadoul'ya akan Türkmen kitleleri ve nüfus hareketi hakkında burada fazla tafsilata girişmeksizin bu misaller umumi bir fikir vermeye kafidir. Türkmenler'in aileleri ve sürüleriyle sıklaşan bu göçleri her yıl biraz daha artmış ve fetih alanları giderek genişlemiştir. 1064 yılında Antakya havalisini işgal eden Türkmenler, oradan kuzeye kıvrılarak Danişmendliler Beyliği tarihinde meşhur olan Komana'ya (Tokat) kadar çıksalar da burada mağlup olarak geri dönmüşlerdir. Türk beyleri arasında, Anadolu fetihleriyle meşhur Afşin Bey, buradaki Bizans taarruzunu durdurmuştur. Orta Anadolu'ya yayılan Türkmenler, 1067 yılında Kızılırmak (Halys) vadisini takiple Kayseri'yi fethetmişlerdir [38][39][40][41][42][43][44][45][46][47][48]. Güzel bir tesadüftürki, Abbasi halifesi Mutasım'ın kurduğu Türk ordusunun başındaki meşhur Afşin, 838 yılında Amuriyye (Amorion) seferini yapmıştı. 1068 yılındaysa Alp Arslan'ın meşhur kumandanlarından ikinci bir Afşin, takriben iki buçuk asır sonra Amuriyye'yi tekrar fethederek Türk vatanı haline getirmiştir. Aslında Afşin Bey'in bu seferi, Alp Arslan'a karşı isyan eden Selçuklu şehzadesi El-basan'ı (veya Er-basgan) ve onunla beraber Anadolu'ya çekilen Yabgulu Türkmenleri'ni tenkil etmek (ortadan kaldırmak) maksadıyla vukubulmuştur. Takip edildiğini öğrenen El-basan, Sivas'a ilerlemiştir [49]. Burada Bizans ordusunu mağlup eden El-basan, böyle bir savaşa girişmek istemediğini ve imparatora iltica maksadıyla geldiğini esirine anlatmıştır. Bu görülmemiş hakikat meydana çıkınca galip ve mağlup, birlikte İstanbul'a varmışlardır. Rivayete göre Afşin Bey, El-basan'ı takip ederek Boğazlar'a kadar ilerlemiş; imparatora sultanın dostluğunu ve onun namına El-basan'ın teslimini istemiş fakat red cevabı almıştır. Bunun üzerine Afşin Bey, Anadolu'ya dönerek istila ve fetihlerini genişletmiştir. Malazgirt Zaferi'ne kadar başlıca Anadolu fetihleri kısaca:

Bu tablo, Malazgirt Zaferi'ne kadar Anadolu'da büyük ölçüde fetihler ve Türkmen yayılışı olduğunu gösterir. Bunlarla beraber Anadolu, Malazgirt Zaferi'nin öncesinde Türkler için, oturulabilecek emniyetli bir memleket olma özelliği taşımamaktaydı. Çünkü kuvvetli Bizans garnizonlarının ve ordularının harekete geçmesi durumunda göçebe Türkmenler'in, onlarla mücadele edebilecek silahları, güçleri ve teçhizatları bulunmamaktaydı. Malazgirt öncesinde Anadolu'da düşürülmemiş birçok müstahkem mevkii ve kalelerin Türkmenler tarafından düşürülemezdi; çünkü Türkmenler'in muhasara silahları yoktu. Büyük Selçuklu orduları da, göçebe Türkmenler'i himaye etmek için sürekli Anadolu'ya gelememekteydi. Bu yüzden muhteşem Malazgirt Zaferi'yle beraber Bizans ordusu ve mukavemetinin çöküşüne kadar gerçekleşen fetihler geçici özellik taşımaktadır.

Oğuz Türkleri'nin, bir millet olarak Ceyhun kıyılarından İslam ülkeleri ile Anadolu'ya doğru göçerken, yurt-geçim ihtiyacıyla yerli halklara zarar vermeleri ve onları yükselen şikayetleri tabii olmuştur. Bununla beraber boy beyleri idaresinde gerçekleşen büyük göçler, sağlam bir denge ve disiplinle sürmüştür. Feodal bağlarla birbirine bağlı bulunan büyük Türkmen kitleleri, Oğuz Han'ın neslinden akraba olarak ve bu şuurla birbirlerine bağlı bulunarak kendi aralarında savaşmamışlar, boyların doğudan batıya doğru ilerleyişi öyle bir disiplin içinde gerçekleşmiştir ki, yurtları değişen fakat milleti sabit kalan seyyar bir devletin mevcudiyeti göze çarpmıştır. Nitekim bu durumu anlatan devrin müellifleri: "Türkler kargaşa ve gürültüye meydan vermeden ilerliyor ve duraklıyorlardı. Zira onlar daima sükut ve nizamı muhafaza eder; uzun nutuklardan hoşlanmazlar." diyerek boy beylerinin tecrübelerini ve teşkilatçılıklarını anlatmışlar, Türk Muhacereti'nin nasıl bir disiplin ve düzen içinde gerçekleştiğini belirtmişlerdir [50]. Kanuni Sultan Süleyman devrinde Türkiye'ye gelen Alman imparatorunun elçisi Busbecq'in: "Bu muazzam kalabalık içinde imrenilecek diğer bir husus da nizam ve sessizlik idi. Hiçbir bağrışma, gürültü ve uğultu yok. Halbuki bizde birkaç kişi bir araya geldi mi gürültüden durulmaz. Burada herkes kendisine ait yerde bir heykel gibi sessiz ve sakin idi." şeklindeki ifadeleri de Türk milletinin değişmeyen karakterini beş asır sonra da aynen meydana koymuştur. Ayrıca Kanuni'nin sadrazamı Pargalı Damat İbrahim Paşa da Fransa, Lehistan, Venedik ve Macar elçilerine: "Türkler az konuşur; fakat çok iş yapar." derken yabancı kaynaklarına uygun olarak Türk karakterini çok güzel bir şekilde belirtmiştir [51][52][53].

Türkler; Malazgirt Zaferi'ne kadar Anadolu'da birçok fetihler yapmışlar ve bölgeye yayılmışlar, bazen muntazam ordular ve muhasara makineleri ile zaptı ancak mümkün olan bazı şehir ve kaleleri dahi düşürmüşlerdir. Lakin Araplar'ın asırlarca uğraştıkları halde bir türlü fethedemedikleri Anadolu'nun göçebe akınlarıyla alınması zor görünmekteydi. Her türlü silahlarla donatılmış Bizans orduları karşısında göçebe Türkler saf halinde savaşa girişememekte ve sıkıştıkça geri çekilmekteydiler. Bu sebeple Anadolu'nun fethi için Türkmen yayılışlarının yanı sıra Selçuklu ordularının düzenleyecekleri seferlerde gerekmekteydi. Aksi takdirde Türkmenler'in Anadolu'da devamlı ve emniyetli bir şekilde ikamet etmeleri mümkün değildi. Bununla beraber Sultan Alp Arslan, bizzat Anadolu'nun fethiyle meşgul olamamış; Selçuklu beyleri ile Türk boylarının yayılışlarını yeterli görmüştür. Çünkü bu dönem içerisinde İslam dünyası için aşırı Şiiler ve onların başı olan Mısır'daki Şii Fâtımîler büyük bir tehlike oluşturmaktaydılar. Bu yüzden Sultan Alp Arslan, Şii meselesini ilk planda tutmuştur. Gerçekten de Sultan Alp Arslan, 1070 yılının Temmuz ayında ordusuyla beraber Fâtımîler üzerine sefere çıkmıştır [54].

Ordusunun başında devletin başkenti Rey şehrinde hareket eden Sultan Alp Arslan; ilk önce Müslümanlar'ın elinde, Selçuklular'ın tabiiyetinde ve Van Gölü kıyısında bulunan, aynı zamanda Türkler'in Anadolu seferlerinde bir üs görevi gören Ahlat şehrine ulaşmıştır. Oradan da amcası Tuğrul Bey'in kuşattığı fakat fethine muvaffak olamadığı Malazgirt'i, amcasının vasiyeti gereği fethetmiştir. Bu fetihten sonra Diyarbakır üzerine hareket eden Alp Arslan, şehrin kapısında ve Dicle Nehri'nin üzerinde ordugahını kurmuştur. Diyarbakır'da Mervani emiri Nizameddin'in, Türkmen beylerini ettiği ihaneti düşünerek onu cezalandırmayı ve ona karşı olarak yerine, Emir Sa'id'i geçirmeyi planlamıştır. Ancak hadiseler bunu fırsat vermemiş ve Alp Arslan, iki tarafı barıştırarak halka ihsanlarda bulunmuş. Ardından Bizanslılar'a ait Siverek ve Telhum kalelerini düşürerek Urfa'yı muhasara etmiştir. Sultan Urfa'yı muhasara ederken kendisini Halep şehrine davet eden Halep emiri Emir Mahmud'a, Urfa'ya gelmesini emretmiştir. Fakat Emir Mahmud sadakatsizlik göstermiş ve bunun üzerine Sultan Alp Arslan, 50.000 dinar karşılığında Urfa muhasarasını kaldırarak Halep üzerine yürümüştür.

Sultan Alp Arslan, 20 Ocak 1071'de Fırat Nehri'ni geçmiştir. Onun alim imamı olan Buharalı Kadı Ebu Ca'fer bu esnada sultana "Efendimiz! Nimetlerinden dolayı Allah'a şükrederim. Zira bu nehri ne eski zamanlarda ve ne de İslam devrinde köleler hariç, Türk hükümdarı olarak ilk defa siz geçiyorsunuz." demiştir. Bu ifadeden hoşlanan sultan, bütün beyleri çağırarak imamın bu sözlerini tekrarlatarak onlara da dinletmiş ve Allah'a şükretmiştir. Halep emiri huzura gelmemekte inat ettiği için Alp Arslan, kendi ismini alan Tell-sultan (Sultan-tepe) üzerinde ordugahını kurarak Halep'i kuşatmıştır. Sultan Alp Arslan; Nisan'ın ilk günlerinde başlayan ve uzun süren kuşatma esnasında Emir Mahmud'un ve şehrin teslimini beklemiş ama hücum etmekten çekinerek "Rumlar (Bizans) karşısında bulunan bu İslam hudut şehrini kılıçla almaktan korkarım." diyerek aynın Diyarbakır'da olduğu gibi burada da İslam'a olan bağlılığını göstermiştir. Nihayet Mayıs ayı ortalarında Emir Mahmud, Oğuz kıyafetinde ve anasıyla beraber şehirden ayrılarak Alp Arslan'ın huzuruna çıkmış, anasının şefaati sayesinde kendini affettirmiştir. Nitekim sultan Halep'i teslim alıp tekrar Emir Mahmud'a bırakmıştır. Sultan Alp Arslan, Halep'i aldıktan sonra Şii Fâtımîler'in merkezi Mısır'ı alarak bu devleti ortadan kaldırmak ve İslam dünyası için büyük bir tehdit oluşturan Şii tehlikesini bertaraf etmek isterken Bizans'tan bir elçinin geldiğini öğrenmiştir. Dönemin Bizans imparatoru Romen Diyojen'in gönderdiği bu elçi; imparatorun ültimatomunu Alp Arslan'a ileterek Ahlat, Erciş ve Menbic şehirlerinin Bizans'a teslim edilmesini istemiş, bu teklifin kabul edilmemesi durumunda imparatorun büyük bir ordu ile Büyük Selçuklular'a taarruz edeceğini bildirmiştir. Alp Arslan, bu elçinin gelmesiyle Bizans'ın taarruz edemeyeceğini anlar gibi olmuş fakat bundan tam emin olamamıştır. Nitekim elçiyle görüştükten az sonra Romen Diyojen'in büyük bir orduyla beraber Erzurum üzerine yürüdüğü haberini almıştır. Bundan dolayı çok telaşlanan sultan, ordusunun bir kısmını Halep'te Fâtımîler'e karşı bıraktıktan sonra hassa kuvvetleriyle beraber Ahlat'a dönmüştür. Alp Arslan'ın bu telaşını gören Bizans elçisi, bunu müjde olarak imparator Diyojen'e söylemiştir. Alp Arslan ise, Ahlat'ta bulunduğu sırada Anadolu seferine ve El-basan'ın takibine memur ettiği Afşin Bey'den bir mektup almıştır. Ahlat'a dönen Afşin Bey, bu mektubunda: "İşte Rum ülkelerini istila edip büyük ganimetlerle geldim. Rumlar bizim ile savaşacak bir kudrette değildir." diyerek zaferlerinin gururunu belirtmiş ve sultanı ümitlendirmiştir [55].

Anadolu'nun Türkler'le dolduğu ve Afşin Bey'in bu memlekete baştan başa akınlarda bulunduğu dönemde meşhur Bizans kumandanı Romen Diyojen Bizans tahtına çıkmış ve Türkler'i Anadolu'dan uzaklaştırmak için büyük bir ordu hazırlamıştır. Diyojen Bizans tarihinin en büyük ordularından birini ve hatta en büyüğünü meydana getirmiştir. Bu ordu içinde Balkan ve Anadolu milletleri ile Ermeniler'den başka; Slav (Rus), Bulgar, Alman (Got), Frank, Gürcü gibi milletler; Hazar, Peçenek, Uz (Oğuz) ve Kıpçak (Kuman) gibi Şamani Türk milletlerinden ücretli askerler de yer almıştır. İmparatorun seferber ettiği bu ordunun mevcudu İslam ve Hristiyan kaynaklarına göre 200.000 ile 600.000 kişi arasında değişmektedir. Ayrıca 12. yüzyılda yaşamış Ermeni bir tarihçi olan Urfalı Mathieu, Bizans ordusunun mevcudunu 1.000.000 olarak vermiştir [56]. Bu ordunun mancınıkçı, çarkçı, lağımcı, kazmacı, arabacı ve başka teknik mürettebatının 100.000 kişi tuttuğu; kumandan (batrik) ve subay sayısının 30.000'e çıktığı, silah ve malzeme taşıyan arabaların 4.000 olduğu; altun, gümüş ve mücevheratın da sayısız bir dereceye vardığı rivayet edilmektedir. Hafif süvari kuvvetlerinin bir kısmını teşkil eden Uzlar'ın (Şamani Oğuzlar'ın) miktarı 15.000'dir [57]. Ordusunun kuvvet ve azametinden dolayı gururlanan Bizans imparatoru Romen Diyojen; Anadolu'yu Türkler'den kurtarmaktan başka Büyük Selçuklu Devleti'ni tamamen ortadan kaldırarak İran, Horasan, Irak, Suriye gibi bölgelerin tamamını ele geçirmeyi, bizzat halifelik merkezi Bağdat ile Büyük Selçuklular'ın başkenti Rey şehrini işgal etmeyi ve bütün camileri kiliseye tahvil etmeyi de planlamıştır. Ayrıca ele geçirmeyi planladığı vilayetlerin valiliklerini de kumandalarına vaat etmiştir [58].

İmparator Romen Diyojen; bu muazzam ordusuyla beraber, 13 Mart 1071 tarihinde başkent Konstantinopolis'ten (İstanbul) hareket ederek Dorileon'u (Eskişehir) geçmiş ve Halys vadisini (Kızılırmak) takip ederek Sivas'a ulaşmıştır. Geçmişte Bizanslılar tarafından Doğu Anadolu'dan sürülen Ermeniler buraya yerleştirilmişlerdi. Ayrıca Alp Arslan'dan kaçan Selçuklu şehzadesi El-basan'da kendi Yabgulu Türkmenleri ile beraber Bizanslılar'ı Sivas'ta mağlup etmiş, ardından onlarla anlaşarak imparatora iltica etmişti. Romen Diyojen bu şehre varınca Rumlar'ın "Ermeniler bize Türkler'den daha fazla taşkınlık ve merhametsizlik gösterdiler." diye şikayetleriyle karşılaşmıştır. Bu yüzden Romen Diyojen, şehirdeki Ermeni prenslerini sürüp dışarı çıkartmıştır [59].

Romen Diyojen'in yanında bulunan Nikeforos Bryennios ve aslen Türk olan Tarkhaniotes (Tarhan)) gibi mühim kumandanlar Diyojen'e; Sivas'ta veya Erzurum'da kalıp köyleri tahrip ve Türkler'i açlığa mahkum etmek tavsiyelerde bulunmuşlardır. Nitekim, Bizanslılar'ın kendi memleketlerini yağma ve tahripten çekinmediklerini bizzat Rum tarihçileri de kaydetmiştir. Ancak Romen Diyojen, İran'a girmek ve Büyük Selçuklu Devleti'ni ortadan kaldırmaya amaçladığı için bu teklifi kabul etmeyerek Erzurum'a gitmiştir [60][61]. Oradayken doğu kuvvetleri komutanı Ermeni Basil, Alp Arslan'ın korktuğu için Irak'a çekildiği haber vermiştir. Daha sonra imparator, ordusundan 20.000 zırhlı askerini Gürcistan'a göndererek arkasını emniyete almış, Sicilya Adası'nda Araplar'a karşı yaptığı savaşlarda şöhret kazanan Ursel ile Türk kökenli Tarkhaniotes'i 30.000 kişiyle beraber yolları açmaları ve Alp Arslan'ın dönüşünü önlemek maksadıyla tahribat yapmaları için Malazgirt ile Ahlat arasına göndermiştir. Kendisi de büyük ordusuyla beraber arkadan Malazgirt'e doğru ilerlemeye başlamıştır [62].

Sultan Alp Arslan Halep'teyken, Romen Diyojen'in büyük bir orduyla Erzurum'a doğru ilerlemekte olduğunu haber alınca bozguna uğramış gibi süratle doğuya yönelmiştir. Bazı tarihçiler, Alp Arslan'ın Fırat Nehri'ni geçerken hayvanlarının çoğunu kaybettiğini rivayet ederler. Hassa askerleriyle Halep'ten Meyyafarkin'e (Silvan) ulaşan Alp Arslan, imparatorun Erzurum'a geldiğini ve oradan ilerlemekte olduğunu öğrenmiş; başta Malazgirt kadısı olmak üzere kalabalık bir halkın kendisine gelip tehlikenin bertaraf edilmesini ve himaye edilmeyi istemiştir. Bu haber ile talepler karşısında Alp Arslan, Erzen ve Bitlis yoluyla Ahlat'a varmıştır. Kaynaklar Alp Arslan'ın az bir kuvvetle savaşa mecbur olduğunu ve zevcesi ile ağırlıklarını, vezir Nizamülmülk'le Tebriz'e veya Hemedan'a göndermiştir. Şehit olduğu takdirdeyse oğlu Melikşah'ın tahta çıkmasını vasiyet etmiştir. Bununla beraber Alp Arslan'ın, Halep'ten dönüşünde yanında bulunan 15.000 hassa askeriyle savaşa girdiğine dair belgeler eksiktir. Gerçekten de Alp Arslan Ahlat'a vardığında, Anadolu'da mühim akınlar yapan Afşin Bey ve kuvvetleri, kendisini beklemekteydiler. Ayrıca Mervani emiri Nizameddin'in gönderdiği 10.000 kişilik Müslüman ve Kürtler'den oluşan bir kuvvet de kendisine iltihak etmiştir. Anadolu'da gaza yapmış bazı Türkmenler'in de Büyük Selçuklu ordusuna katıldığını tahmin etmek de mümkündür. Hatta Alp Arslan'ın Halep'te Fâtımîler'e karşı bıraktığı Ay-tekin'in de Malazgirt savaşında bulunduğuna dair bir kayıt, onun da bir miktar askerle savaştan önce Sultan'a iltihak ettiğini gösterir. Alp Arslan'ın, ordusunu toplamaya fırsat bulamadan az bir kuvvetle savaşa girmek zorunda kaldığı muhakkaktır ve tüm kaynaklar bu konuda ittifak etmektedir. Nitekim savaş sahasına yakın bulunan ve şahit olan Ermeni Aristakes'in "Sultan'a ait diğer kuvvetlerin birleşmesi mümkün olamamıştır." ifadesi, bütün tereddütleri giderecek niteliktedir. Bu kayıt ve hesaplara dayanarak Türk ordusunun 50.000 kişiyi geçmediğine ve Bizanslılar'ın da 200.000 kişiden az olmadığına hükmetmek mümkündür [63].

Sultan Alp Arslan, Türk üssü Ahlat'a ulaştığı zaman Ursel ile Tarkhaniotes kumandasındaki Bizans öncü kuvvetleri, Anadolu gazalarında üs olarak kullanılan şöhreti büyük bu şehri almayı ve buradaki Türk askerlerini imha etmek üzere ilerlemiştir. Anadolu akınlarında zaferleriyle tanınmış bulunan Sanduk (veya doğrusu Saltuk) Bizans öncülerine baskın yaparak onları bozguna uğratmıştır. Bizanslılar, Malatya istikametinde kaçarken ellerinde taşıdıkları büyük haç Türkler tarafından ele geçirilmiş ve Nizamülmülk'e, onun vasıtasıyla da Halife'ye gönderilmiştir. Sultan'ın henüz gelmediğini sanan imparator ise durumu öğrenmek için kumandan Ermeni Basil'i (Basilakis) Ahlat üzerine göndermiştir. Fakat Ahlat garnizonu bu kıtayı da esir ve katletmek suretiyle ortadan kaldırmıştır. Öyleki bu birlikten geriye, imparatora haber verecek biri dahi kalmamıştır [64].

Bizans imparatoru Romen Diyojen; Malazgirt'i zapt ve halkını katlederken Sultan Alp Arslan, Ahlat'tan kuzeye, ardından da Sübhan Dağı'nın eteklerini takip ederek doğuya doğru ilerlemiştir. Daha sonra Malazgirt'in karşısında, kaynakların Rahva Ovası adını verdiği düzlüğün güneyinde, sırtını dağa yaslayarak ordusunu yerleştirmiş ve hazırlamıştır. Savaşın öncesinde her iki tarafın askerleri de birbirlerini görebilmekte ve Murad Suyu'nun kolu, iki tarafı ayırmaktaydı.

Alp Arslan'ın yanında Sav-tekin, Sa'deddin Gevher-âyîn, Afşin, Saltuk Bey (Arap kaynaklarında Sanduk), Tarankoğlu, Ahmed Şah, Dilmaçoğlu, Artuk ve Tuti gibi çok mühim kumandanlar veya Anadolu gazalarında tecrübe görmüş, zafer kazanmış Türkmen beyleri bulunmaktaydı. Anadolu fetihlerinde tanınmış ve bir takım fetihler de bulunmuş Kutalmışoğlu Süleyman Şah ile kardeşleri, Danişmend Ahmed Gazi, Mengücek Gazi, Emir Çavlı ve Porsuk Beyler'in de Malazgirt'te bulunduğunu bazı müellifler yazsa da bu husus, çağdaş tarihçiler tarafından teyid edilmemiştir. Bu münasebetle, Türkiye Selçuklu Devleti'nin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman Şah ve kardeşlerinin bu savaşta bulunmadığı kesinlikle belirtilmelidir. Çünkü Süleyman Şah'ın ve kardeşlerinin babaları Kutalmış, Tuğrul Bey'in ölümünden sonra sultan olan Alp Arslan'a karşı, aynen Tuğrul Bey döneminde olduğu gibi bir taht kavgası vermiş ancak mağlup olarak ölmüştür. Süleyman Şah ve kardeşleriyse Alp Arslan'a esir düşmüştür. Alp Arslan, onları öldürmek isterken veziri Nizamülmülk'ün; "Öldürülmeleri hanedana huzursuzluk getirir." sözüyle bundan vazgeçmiş ve onları hapsetmiştir. Alp Arslan'ın ardından sultan olan Melikşah'da Kutalmışoğulları'nı ortadan kaldırmak istemiştir. Ancak Nizamülmülk, yeniden araya girerek böyle bir şeyin halk arasında büyük bir tepkiye neden olacağını söylemiştir. Bu yüzden Melikşah, Kutalmışoğulları'nı serbest bırakarak Anadolu üzerine göndermiştir. Çünkü hem Melikşah hem de Nizamülmülk; Anadolu'ya giden Kutalmışoğulları'nı, Bizans'ın ortadan kaldıracağını düşünmüşlerdir. Ancak Süleyman Şah ve kardeşlerinden özellikle de Mansur, Bizans'ın başkenti Konstantinopolis'in yakınlarındaki ve Hristiyan aleminin kutsal mekanlarından olan (özellikle de meşhur İznik Konsili ile) İznik'i fethederek burayı başkent yapmışlar ve Türkiye Selçuklu Devleti'ni kurmuşlardır. Dolayısıyla, Malazgirt Meydan Muharebesi esnasında Süleyman Şah ve kardeşlerinin hapis hayatı sürdüğünü düşünüldüğünde onların, bu savaşta yer almaları mümkün değildir.

Meydan Muharebesi

Giovanni Boccacio'nun De Casibus Virorum Illustrium adlı eserinin çevirisinden, Malazgirt Zaferi'ni gösteren bir alıntı

26 Ağustos Cuma sabahı çadırından çıkan Alp Arslan Malazgirt'le Ahlat arasındaki Malazgirt ovasında, kendi ordugahının 7–8 km uzağında, ovaya yayılmış durumdaki düşman birliklerini gördü. Savaşı önlemek için imparatora elçiler göndererek Sultan barış teklifinde bulundu. İmparator, Sultanın bu önerisini ordusunun büyüklüğü karşısında bir korkaklık olarak yorumladı ve teklifi reddetti. Gelen elçileri soydaşlarını Hristiyan topluluğuna geçmelerine ikna etmek üzere ellerine birer haç tutuşturarak geri yolladı.[61][65]

Düşman ordusunun kendi ordusundan daha büyük olduğunu gören Sultan Alp Arslan savaştan sağ çıkma ihtimalinin düşük olduğunu sezdi. Askerlerinin de hasımlarının sayı fazlalığı karşısında tedirginliğe düştüğünü fark eden Sultan bir Türk-İslam adeti olarak kefene benzeyen beyaz kıyafetler giydi. Atının da kuyruğunu bağlattı. Yanındakilere Şehit olduğu taktirde vurulduğu yere gömülmesini vasiyet etti. Komutanlarının savaş alanından kaçmayacağını anlayan askerlerin maneviyatı arttı. Askerlerinin Cuma namazına İmamlık eden Sultan atına binip ordusunun önüne çıkıp moral yükseltici ve maneviyat artırıcı kısa ve etkili bir konuşma yaptı. Allah'ın Kur'an'da zafer vaat ettiği ayetleri okudu. Şehitlik ve Gazilik makamlarına erişileceğini söyledi. Tamamı Müslüman olan ve büyük çoğunluğu Türklerden oluşan Selçuklu ordusu savaş pozisyonuna geçti.

Bu sırada Bizans ordusunda dinsel ayinler yapılmakta ve Papazlar askerleri kutsamaktaydı. Romen Diyojen, savaşı kazanması durumunda (ki buna inancı tamdı) ününün ve saygınlığının artacağından emindi. Bizans'ın eski ihtişamlı günlerine döneceğini hayal ediyordu. En ihtişamlı zırhını giydi ve inci beyazı atına bindi. Ordusuna zafer durumunda büyük vaatlerde bulundu. Tanrı tarafından şeref, şan, onur ve kutsal savaş sevapları verileceğini duyurdu. Alp Arslan, savaşı kaybetmesi durumunda her şeyini ve atalarından miras kalan Selçuklu devletini de kaybedeceğini çok iyi biliyordu. Romen Diyojen ise savaşı kaybetmesi halinde devletinin çok büyük güç, prestij ve toprak kaybedeceğini biliyordu. Her iki komutan da kaybetmeleri durumunda öleceklerinden emindi.

Romen Diyojen, ordusunu geleneksel Bizans askerî kaidelerine göre düzenlemişti. Ortada birkaç sıra derinlikte çoğu zırhlı, piyade birlikleri ve bunların sağ ve sol kollarında süvari birlikleri yerleştirilmişti. Romen Diyojen merkeze; General Bryennios sol kanada ve Kapadokyalı General Alyattes sağ kanada komuta ediyordu. Bizans ordusunun gerisinde büyük bir rezerv bulunuyordu ve bu özellikle taşra eyaletlerinde nüfuzlu kişilerin özel ordularının mensuplarından oluşuyordu. Geri rezerv ordusunun komutanı olarak genç Andronikos Doukas seçilmişti. Romen Diyojen'in bu tercihi biraz şaşırtıcı idi; çünkü bu genç komutan eski imparatorun yeğeni ve Caesar Yannis Doukas'ın oğluydu ve bu kişiler açıkça Romen Diyojen'in imparator olmasına karşıydılar.[61]

Savaş öğle saatlerinde Türk atlılarının toplu ok saldırısına geçmesiyle başladı. Türk ordusunun çok büyük bir çoğunluğu atlı birliklerden oluştuğundan ve neredeyse hepsinde de ok olduğundan bu saldırı Bizanslılarda önemli miktarda asker kaybına neden olmuştu. Ama yine de Bizans Ordusu saflarını korudu. Bunun üzerine ordusuna yanıltıcı bir çekilme buyruğu veren Alp Arslan gerilerde gizlediği küçük birliklerinin tarafına doğru çekilmeye başladı. Bu gizlediği birlikler az miktarda organize olmuş askerlerden oluşuyordu. Türk ordusunun arka saflarında bir Hilal biçiminde yayılmışlardı. Türklerin hızlıca çekildiğini gören Romen Diyojen Türklerin saldırı gücünü yitirdiğini ve sayıca fazla olan Bizans ordusundan korktukları için kaçtıklarını düşündü. En baştan beri Türkleri yeneceğine inanmış imparator bu bozkır taktiğine kanıp kaçan Türkleri yakalamak için ordusuna Saldır buyruğu verdi. Zırhları hafif olduğu için hızlıca geri çekilebilen Türkler, zırh yığınına dönmüş Bizans süvarileri tarafından yakalanamayacak kadar hızlıydı. Ancak buna rağmen Bizans ordusu Türkleri kovalamaya başladı. Yan geçitlerde pusu kurmuş Türk okçuları tarafından ustaca vurulan ama buna aldırmayan Bizans ordusu saldırıya devam etti. Türkleri iyice kovalayıp yakalayamayan, üstüne bir de çok yorulan (üstlerindeki ağır zırhların etkisi büyüktü) Bizans ordusu, durma noktasına geldi. Türkleri büyük bir hırsla kovalayan ve ordusunun yorulduğunu anlayamayan Romen Diyojen yine de takip etmeye çalıştı. Ancak bulundukları mevziden çok ileri gittiklerini ve çevreden saldıran Türk okçularını görüp kuşatıldığını çok geç zamanda anlayan Diyojen geri çekilme buyruğu verme ikilemindeydi. Geri çekilen Türk süvarilerinin Bizans ordusu üzerine hücuma kalkmaları ve geri çekilme yollarının da Türkler tarafından kapatılması sonucu, Diyojen paniğe kapılarak 'Çekil' buyruğu verdi. Ancak ordusu çevrelerindeki Türk hatlarını yarıncaya kadar yetişen Türk ordusunun ana kuvvetleri Bizans ordusunda tam bir panik başlattı. Kaçmaya kalkan generalleri görüp daha da paniğe kapılan Bizans askerleri en büyük savunma güçleri olan zırhlarını da atıp kaçmaya çalıştı. Bu sefer de ustaca kılıç kullanan Türk kuvvetleriyle eşit duruma düşüp büyük çoğunluğu yok oldu.

Türk Soyundan gelen Uzlar, Peçenekler ve Kıpçaklar; Afşin Bey, Artuk Bey, Kutalmışoğlu Süleyman Şah gibi Selçuklu komutanları tarafından verilen Türkçe emirlerden etkilenen bu süvari birlikleri de soydaşlarının yanına katılınca Bizans ordusu süvari gücünün önemli bir kısmını kaybetti. Sivas'ta soydaşlarına yaptıklarının acısını çıkartmak isteyen Ermeni askerleri her şeylerini bırakıp savaş alanından kaçınca Bizans ordusu için durumun vahameti arttı.

Ordusunu komuta etme olanağının kalmadığını gören Romen Diyojen yakın birlikleriyle kaçmaya kalktıysa da artık bunun imkânsız olduğunu gördü. Sonuçta tam bir bozgun havasına giren Bizans ordusunun büyük bölümü akşam hava kararıncaya kadar yok edildi. Kaçamayıp sağ kalanlar teslim oldular. İmparator omzundan yaralı olarak ele geçirildi.

Tüm dünya tarihi için büyük bir dönüm noktası niteliğinde olan bu savaş zafer kazanan komutan Alp Arslan'ın yenik İmparator IV. Romen Diyojen'le antlaşma yapmasıyla son buldu. İmparatoru bağışlayan ve ona iyi davranan Sultan antlaşmaya göre İmparatoru serbest bıraktı. Antlaşmaya göre imparator kendi fidyesi için 1.500.000 denarius, vergi olarak da her yıl 360.000 denarius ödeyecek; ayrıca Antakya, Urfa, Ahlat ve Malazgirt'i de Selçukluya bırakacaktı. Tokat'a kadar kendisine verilen Türk birliği eşliğinde Konstantinopolis'e doğru yola çıkan imparator Tokat'ta toplayabildiği 200.000 kadar denariusu kendisiyle birlikte gelen Türk birliğine verip Sultan'a doğru yola çıkardı. Tahta kendi yerine VII. Mikhail Dukas'ın çıktığını öğrendi.

Romen Diyojen ise geri dönmekte iken Anadolu'ya dağılmış ordunun kalanlarından derme çatma bir ordu düzenlemiş ve kendisini tahttan indirenlerin ordularına karşı iki çatışma yapmıştır. Her iki muharebede yenilerek Kilikya'da bir küçük bir kaleye çekildi. Orada teslim oldu; keşiş yapıldı; katır üzerinde Anadolu'dan geçirildi; gözlerine mil çekildi; Proti (Kinalıada)'daki manastıra kapatıldı ve orada birkaç gün içinde yaraları ve enfeksiyon nedeni ile öldü.

Romen Diyojen'in Esareti

İmparator IV. Romanos (Romen Diyojen) Alp Arslan'ın huzuruna çıkarılınca, Alp Arslan ile aralarında şu diyalog gerçekleşmiştir:

Alp Arslan: "Eğer ben senin önüne esir olarak getirilseydim ne yapardın?" Romanos: "Ya öldürürdüm ya da zincire vurup Konstantinopolis sokaklarında gezdirtirdim." Alp Arslan: "Benim vereceğim ceza çok daha ağır. Seni affediyorum, ve serbest bırakıyorum."

Alp Arslan ona makul bir naziklikle muamele etti ve ona savaştan önce de yaptığı gibi barış antlaşması önerdi.

Romanos bir hafta boyunca Sultan'ın esiri olarak kaldı. Cezası sırasında, Sultan şu diyarların teslim olması karşılığında Romanos'a Sultan'ın masasında yemek yeme izni verdi: Antakya, Urfa, Hierapolis (Ceyhan yakınlarında bir kent) ve Malazgirt.[66] Bu antlaşma hayatî önem taşıyan Anadolu'yu sağlama alacaktı. Alp Arslan Romanos'un hürriyeti için 1.5 milyon altın istedi, fakat Bizans bir mektupla bunun çok fazla olduğunu belirtti. Sultan da 1.5 milyon istemek yerine her yıl toplam 360.000 altın isteyerek kısa-vadeli harcamalarını kesmiş oldu.[66] Sonunda, Alp Arslan Romanos'un kızlarından birisiyle evlendi. Sonra Sultan Romanos'a bir sürü hediyeler verdi ve Konstantinopolis yolunda onun yanına eşli etmek üzere 2 komutan ve 100 Memlük askeri verdi. İmparator planlarını yeniden kurmaya başladıktan sonra, otoritesinin sarsılmış olduğunu gördü. Özel muhafızlarına zam vermesine karşın Doukas ailesine karşı savaşlarında üç kez yenildi ve tahttan indirilip, gözleri çıkartılıp Proti adasına sürüldü; az bir vakit sonra gözleri kör edilirken bulaşan bir enfeksiyon sonucu öldü. Romanos savunmak için çok çaba sarf ettiği Anadolu'ya son ayak bastığında yüzü yara bere içindeyken eşeğe bindirilip gezdirilmişti.

Sonuç

VII. Mikhail Dukas, Romanos Diyojen'in imzaladığı antlaşmanın geçersiz olduğunu ilan etti. Bunu haber alan Alparslan da ordusuna ve Türk Beylerine Anadolu'nun fethi emrini verdi. Bu emir doğrultusunda Türkler Anadolu'yu fethe başladılar. Bu saldırılarda sonu Haçlı Seferleri ve Osmanlı İmparatorluğu'na varacak bir tarihi süreci başlamıştır.

Bu savaş, Anadolu'nun Türklerin tam olarak eline geçmesi için, savaşçı olan Türklerin, eski Cihad Akınlarını tekrar başlatacağını gösteriyordu. Abbasiler döneminde biten bu akınlar, Avrupayı İslam tehdidinden kurtarmıştı. Ancak Anadolu'yu ele geçiren ve Hristiyan Avrupa ile Müslüman Ortadoğu arasında tampon bölge oluşturan Bizans devletinin çok büyük bir güç ve toprak kaybına neden olan Türkler, aradaki bu bölgeyi ele geçirerek Avrupa'ya başlayacak yeni akınların habercisi oluyordu. Ayrıca İslam dünyasında büyük bir birlik sağlamış olan Türkler bu birlikteliği Hristiyan Avrupa'ya karşı kullanacaktı. Bütün İslam dünyasının Türklerin önderliğinde Avrupa'ya akın başlatmalarını önceden gören Papa, önlem olarak Haçlı Seferlerini başlatacak ve bu da kısmi olarak işe yarayacaktı. Ancak yine de Türklerin Avrupa'ya yaptığı akınları durduramayacaktı. Malazgirt savaşı, Türklere Anadolu'nun kapılarını açan ilk savaş olarak kayıtlara geçti.

Notlar

Kaynakça

  1. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Türkiye Selçukluları Tarihi Ansiklopedisi, s.54
  2. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Türkiye Selçukluları Tarihi Ansiklopedisi, s.60
  3. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Türkiye Selçukluları Tarihi Ansiklopedisi, s.55
  4. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Türkiye Selçukluları Tarihi Ansiklopedisi, s.64
  5. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Türkiye Selçukluları Tarihi Ansiklopedisi, s.55
  6. ^ Haldon, John (2001). The Byzantine Wars: Battles and Campaigns of the Byzantine Era. Stroud: Tempus. s.180 ISBN 0752417959.
  7. ^ Paul Markham: The Battle of Manzikert: Military Disaster or Political Failure?
  8. ^ Haldon, John (2001). The Byzantine Wars: Battles and Campaigns of the Byzantine Era. Stroud: Tempus. s.180 ISBN 0752417959.
  9. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.45
  10. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Tarihi, s.48
  11. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.45-46
  12. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.46
  13. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.46-48
  14. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Tarihi, s.69-70
  15. ^ Ebu'l Ferec, Chronography, trc. W. Budge, London 1932, s.203-204
  16. ^ İbn ül-Cevzi, el-Muntazam, Haydarabad 1358, VIII, s.113, 116, 233
  17. ^ İbn ül-Esir, IX, s.180
  18. ^ Sıbt İbn ül-Cevzi, s.1020
  19. ^ Baybars Mansuri, Zubdet ül-Fikre, Feyzullah Ef. (Millet) kütüphanesi 1453, s.59b
  20. ^ İbn ül-Esir, IX, s.136
  21. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.48-49
  22. ^ İbn ül-Esir, IX, s.188
  23. ^ İbn ul-Cevzi, VIII, s.137
  24. ^ Sibt (Köprülü), s.555
  25. ^ İbn Şeddad, A'lak ul-Hatira, Brit. Mus. Add. 2334, s.81b, 106a
  26. ^ Chronique, s.113
  27. ^ Keşiş Grégoire, s.356 (Mathieu'nun zeyli)
  28. ^ Chroniques, trc. Chabot, III, s.166
  29. ^ J. Laurent, Byzance et les Turcs Seldjoucides, Nancy 1913, s.71-75
  30. ^ Prof Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.49
  31. ^ Urfalı Mathieu, s.111-114
  32. ^ Süryani Mihael, III, s.165
  33. ^ Le Beau, Historie du Bas-Empire, Paris 1824, XIV, s.436-444
  34. ^ M. H. Yınanç, Anadolu'nun Fethi, s.33-54
  35. ^ İbn ül-Esir, X, s.15
  36. ^ El-Huseyni, Ahbar ud-devlet is-Selçukiyye, nşr. M. Iqbal, Lahore 1933, s.35-36
  37. ^ Baybars Mansuri, s.169b
  38. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.50
  39. ^ İbn ul-'Adim, Bugya s.63b-64a, 81b-82a
  40. ^ İbn ul-'Adim, Tarih Haleb, I, s.294-297
  41. ^ İbn ul-'Adim, Tarih Haleb, II, s.9-12
  42. ^ İbn ül-Esir, IX, s.144, 217
  43. ^ İbn Şeddad, A'lak, s.95a-95b
  44. ^ İbn Kalanisi, s.92
  45. ^ 'Azimi, s.180a
  46. ^ Urfalı Mathieu, s.156
  47. ^ Süryani Mihael, III, s.162-165
  48. ^ Ebu'l Ferec, s.217
  49. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Tarihi, s.120-123
  50. ^ Süryani Mihael, III, s.153
  51. ^ Türk mektupları, Ankara 1953, s.42
  52. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.51
  53. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti, II, s.94
  54. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.52
  55. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.52-53
  56. ^ figure of 1 million according to Matthew of Edessa
  57. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.54
  58. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.53-54
  59. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.54
  60. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.54
  61. ^ a b c Norwich, John Julius (1999), Byzantium, the Apogee, Londra: Penguin, say.346-348 Kaynak hatası: Geçersiz <ref> etiketi: "norwich" adı farklı içerikte birden fazla tanımlanmış (Bkz: Kaynak gösterme)
  62. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.54
  63. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.55
  64. ^ Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.55-56
  65. ^ Jorge, Nicolae (1908-1913). Osmanlı İmparatorluğu Tarihi ISBN 9756480181, sayfa 84
  66. ^ a b Norwich, John Julius (1997). A Short History of Byzantium. New York: Vintage Books. say. 241

Bibliyografya

  • Haldon, John (2001). The Byzantine Wars. Tempus ISBN 0-7524-1777-0.
  • Treadgold, Warren (1997) A History of the Byzantine State and Society. Stanford University Press, ISBN 0-8047-2630-2.
  • Runciman, Steven, A History of the Crusades - Volume 1: The First Crusade and the Foundation of the Kingdom of Jerusalem. Cambridge University Press ISBN 978-0-521-34770-9.
  • Hikmet Temel Akarsu - Özgürlerin Kaderi Nefti Yayıncılık, 2008
  • Dirimtekin, F. (1936), Malazgirt meydan muharebesi İstanbul.
  • Perk, K. (1947), Alparslan ve Malazgirt meydan muharebesi , İstanbul.
  • Eyice, S. (1971) Malazgirt savaşını kaybeden 4.Romanos Diogenes 1068-1071 , Ankara.
  • Cahen, C. (çeviren Z.Kerman) (1972), "İslam kaynaklarına göre Malazgirt savaşı", Türkiyat Mecmuası C... Say.... ,İstanbul.