Urgun

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Urgun – Türk, Anadolu ve Altay halk kültüründe Cin. Orgun veya Vurgun da denir. Ateşten yaratılmıştır. Tek ağaçların altında, su kıyılarında yaşar. Hem iyisi hem kötüsü (Esen’i “müslümanı” ve Söven’i “kafiri”) vardır. Müslüman olanı, vurduğunu çabuk affeder. Kafirin affetmesi ise zor olur.[1] Bütün kötü ruhlar gibi karanlık çöktükten sonra harekete geçer. İnsanı karanlık yerde veya sudan geçerken vurur.[2] Vurgun yeme denilen bu cin çarpmasına yakalan kişi bir süre ölü gibi yatar. Veya uzunca bir zaman sağır ve dilsiz dolaşır. Vurgun vurma olarak da adlandırılan bu rahatsızlık çok tehlikelidir. Bir Vurgun Ocağına götürülür. Vücudu kararmış veya bir tokat izi kadar bir yer kapkara olmuştur. Bazen büyüyerek bir kadın kılığına bürünürler. Kısa boyludur. Tersine ayaklıdır. Dalgıçların su altındaki basınç farkını doğru ayarlayamayıp hızlı çıktıklarında vücutlarında meydana gelen hasara da Vurgun denir ki, aslında sualtı ruhlarının verdiği zarar olarak düşünüldüğü için böyle denmiştir.

Halk inancında "Vurgunun güçlü gelsin!" tabiri, en ağır beddualardan sayılır. Anneler çocuklanna sinirlendikleri zaman "Seni vurgun götürsün," veya "Seni vurgun vursun," derler. "Vurgun" motifinin adının "vurulmak" fiilinden geldiği ve bu fiilin aynı zamanda "aşık olmak" demek olduğu göz önüne alındığında "Aşk Perisi"yle ilişkilendirilmesi de olasıdır. (Ancak Celal Beydili'ne göre bu sadece bir söz benzerliğine dayanmaktadır ve yanlış bir yorumdur.)[3] Anadoluda olduğu kadar Azerbaycan Türklerinin inanışlarında da yaygın olan bu vurulma (aşık olma) motifinin anlamı hala tam olarak netleştirilememiştir.

Etimoloji[değiştir | kaynağı değiştir]

(Ur/Vur) kökünden türemiştir. Vurmak anlamı taşır.

Kaynakça[değiştir | kaynağı değiştir]

  1. ^ Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük, Celal Beydili, Yurt Yayınevi (Sayfa-596)
  2. ^ Türk Söylence Sözlüğü, Deniz Karakurt, Türkiye, 2011 (OTRS: CC BY-SA 3.0) 27 Aralık 2019 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  3. ^ Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük, Celal Beydili, Yurt Yayınevi (Sayfa-597)