Yaban (roman): Revizyonlar arasındaki fark

Vikipedi, özgür ansiklopedi
[kontrol edilmemiş revizyon][kontrol edilmemiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Théoden (mesaj | katkılar)
k 78.185.62.236 tarafından yapılan değişiklikler geri alınarak, Gökhan tarafından değiştirilmiş önceki sürüm geri getirildi.
Değişiklik özeti yok
1. satır: 1. satır:
Oppan gangnam style
{{diğer anlamı|Yaban}}
Gangnam style
[[Dosya:Yaban.jpeg|right]]
'''Yaban''' , [[Türk edebiyatı]]nda aydın-halk arasındaki uçurumu açık ve kaygıdan uzak şekilde ele alan nadir [[roman]]lardan biridir.


Najeneun ttarsaroun inganjeogin yeoja
Yaban, [[Yakup Kadri]]’nin zincir romanları içinde bir yerde düşünülebilir ama farklılığı bu zincir içinde ilk defa Anadolu’dan bir bakışın romana hakim olmasıdır. Roman [[1. Dünya Savaşı]] yıllarından başlayarak [[Sakarya Meydan Muharebesi]]'ne kadar olan zamanı kapsar. [[İç Anadolu Bölgesi]]'nde [[Porsuk Çayı]] civarında bulunan bir köyde yaşanır. Ahmet Celal bir İstanbul çocuğudur ama [[Anadolu]]’nun bambaşka bir gerçeğini anlatır; alabildiğince fakirlik ve bunun verdiği daha büyük bir ruhsuzluk.
Keopi hanjanui yeoyureul
Aneun pumgyeok inneun yeoja
Bami omyeon simjangi
Tteugeowaji neun yeoja
Geureon banjeon inneun yeoja


Naneun sanai
== Konusu ==
Najeneun nemankeum
{{Spoiler}}
Ttasaroun geureon sanai
Roman [[Kurtuluş Savaşı]] döneminde, [[Eskişehir]]’in sınırları içinde Porsuk Çayı’na yakın bir köyünde yaşayan ahaliyle buraya sonradan gelmiş İstanbullu bir “yaban”ı anlatır. Yakup Kadri, romandaki görüşlerini gerek Kurtuluş Savaşı zamanında Anadolu’yu gezerken gerekse Porsuk Çayı kenarındaki bir köyde geçirdiği, kendi deyimiyle, 4-4.5 aylık bir “kabusun” gözlemlerinden ortaya çıkarır. Türk aydını ile Anadolu halkı arasındaki sonsuz ayrılığı mümkün olan her yerde anlatarak okuyucunun daha iyi anlamasını ve Ahmet Celal’in çaresizliğini anlatmak ister. Ayrıca arka planda da güçlü biçimde Kurtuluş Savaşı devrelerini Sakarya Savaşı sonrasına kadar vermeye çalışır.
Keopi sikgido jeone wonsyat
Ttaerineun sanai
Ahmet Celal, bir paşa çocuğu ve bir subay, Birinci Dünya Savaşı’nda kolunu kaybetmiş bir gazidir. İstanbul işgal edildikten sonra kendi askeri Mehmet Ali’nin teklifini kabul ederek İstanbul’daki varlığını satmış ve Mehmet Ali’nin köyüne yerleşmiştir. Romanın bundan sonrası tamamen İstanbul’da yetişmiş bir Türk aydınının Anadolu halkını keşfettikçe içine düştüğü boşluk ve belki bir anlamda da gerçeği buluşunun sorgulanması ve tahlilidir.
Bami amyeon simjangi
Teojyeobeorineun sanai
Geureon sanai


Areumdawo sarangseureowo
Ahmet Celal, savaştan sonra işgal altındaki bir şehirde yaşamaktansa uğruna savaştığı topraklarda yaşamayı tercih eder. Bugüne kadar görmediği ama hayal ettiği ve onun için savaştığı halkının yanına gidecektir. Fakat karşılaştığı manzara karşısında isyan, çaresizlik, yalnızlık, hayal kırıklığı hisseder. Çünkü bu halkın ulusal bir bilinçle alakası yoktur. Zaten bilinç kavramı bile bu insanlar için yabancıdır. Karşısına çıkan bu toprak ve halk karşısında şöyle bir feryat ve isyanda bulunur:
Geurae neo (HEY)
“Beni kim anlar? Kimler derdime deva bulur? Beni bu illetten, beni bu gurbetten kim kurtarabilir? Hangi kardeş? Hangi hemşire? Hangi can yoldaşı? Hey, ana toprak, ne kadar merhametsiz, ne kadar katısın? Benim ıstırabıma ne kadar yabancısın? Ben senin üvey evladın mıyım? Yoksa sen benim üvey anam mısın? Eğer, ben senin üvey evladın isem bu kolu kimin yoluna feda ettim? Niçin şu anda, bu genç yaşımda derenin kenarında insan viranesiyim?”
Geurae baro neo (Hey)


Areumdawo sarangseureowo
Her şeye rağmen Ahmet Celal, bu bilinçsizlik içinde Mehmet Ali’nin yine de kendisini anladığını düşünür ta ki Mehmet Ali, şu lafları edinceye kadar: “Beyim, Allah vere de, bizi tekrar askere almasalar” Bu, Ahmet Celal’in köydeki en hüzünlü günüdür çünkü yalnızlığının ve bu köydeki anlaşılmazlığının tescillenmesidir.
Geurae neo (HEY)
Geurae baro neo (Hey)
Jigeumbuteo gal dekkaji gabolkka


Oppan gangnam style (Oh)
Zaten Ahmet Celal’i en çok üzen ve çaresiz bırakan şey, köy halkının ve belki Anadolu’nun Kurtuluş Savaşı’na gösterdiği bu engin umursamazlığı, inançsızlığı ve bunun sonunda O’nun Anadolu halkına karşı hayal kırıklığıdır . Ahmet Celal, yaşadığı köydeki insanların Kurtuluş Savaşı’na karşı kayıtsızlığı, inançsızlığı ve hatta karşıtlığı karşısında ne yapacağını bilemeden ama kabına da sığamadan yaşayıp gider. Örneğin, 1. İnönü Savaşı sonrasında yaptığı gözlemde şöyler der:
“Acaba memleketin neresi donandı? Neresi şenlik etti? Bu büyük olay, gazetelerde alelade bir havadis olarak mı geçti? Hiçbir yerde, Mustafa Kemal’in İsmet Paşa’ya, İsmet Paşa’nın Mustafa Kemal’e çektiği telgraflar, alevden birer satır halinde, gökyüzüne çekildi mi?”


Gangnam style
Aslında Ahmet Celal sadece halktan şikayet etmez. Belki önyargıdan belki de gerçek olarak Anadolu’nun kendini de sevmez ve her fırsatta kötüler. Anadolu coğrafyasını anlattığı zaman olumlu bir dil kullanmaz. Anadolu’yu bir örnekle anlatışını aktarmak gerekirse:
O-o-o-o-oppan gangnam style (Oh)


Gangnam style
“ Ve tepeler... Ve tepeler birer urdur. Ve bütün ufkun çerçevelediği alem, ancak, bu ıstırap m manzarası ile canlı görünür. Boş ve lüzumsuz feza içinde, hiçbir kuşun geçtiğini görmedim. Allah insanları intihaba davet için, o büyük Tufan cezasını tertip zahmetine katlanmamalı idi. Nuh’un ümmetini, böyle bir toprak üzerinde bu çıplak tepelere çevrilmiş yere bırakmalı idi.”
O-o-o-o-oppan gangnam style


Eh~ sexy lady
Halktan ve geleneklerinden o kadar kopuktur ki zıtlığı anlatmak için verdiği örnek çarpıcıdır:
“Ah, ne ağır, ne sıkıntılı ve ne kadar kaba bir düğündü bu düğün! Mutlak, Avrupa’da bir cenaze alayı bundan daha ferahlatıcıdır.”


O-o-o-o-oppan gangnam style
Yazar, romanın çeşitli yerlerinde Türk aydını ile Türk halkının ayrı düşmüşlüğünü anlatmaya çalışır. Bunları bir tespit ve itiraf olarak da aktarır:
“Gün geçtikçe daha iyi anlıyorum: Türk “entelektüel”’i, Türk aydını, Türk ülkesi denilen bu engin ve ıssız dünya içinde bir garip yalnız kişidir... Her memleketin köylüsüyle okumuş yazmış zümresi arasında, aynı derin uçurum var mıdır? Bilmiyorum! Fakat okumuş bir İstanbul çocuğu ile bir Anadolu köylüsü arasındaki fark bir Londralı İngilizle bir Pencaplı Hintli arasındaki farktan daha büyüktür.”


Eh~ sexy lady
Bir gün köye bir şeyh gelir. Aslında Yakup Kadri, Anadolu’nun geri kalmışlığındaki faktörleri incelerken din adına hüküm süren insanları da sorgular ve yargılar. Hatta günün birinde köye gelen, köy halkının inanılmaz bir hürmet gösterdiği, şeyh hakkında düşünürken onu düşman askerlerine benzetir: “Benim için, bu bunak Türk Şeyhinin, İstanbul’daki İngiliz subayından farkı nedir? Her ikisinin ruhu ile benim ruhum arasındaki uçurum aynı derecede derin ve karanlıktır. Bu da onun gibi, beni kamçı ile dövecek ya da, beni zindanda çürütmekten zevk duyacak.”
Bazı yerlerde kendi ayrı düşüşünü perçinlemek ve halkı anlatmak için de acımasız yargılamalarda bulunur:
“Bunlar henüz sosyal bir yaratık haline bile girmemiştir. Ta yontulmamış taş devrindeki insanlar gibi yaşıyorlar.”
Hatta bir yerinde bu insanlara karşı hissettiklerini şu şekilde izah eder:
“Bu insanlar, her gün hiçe saydığım, hor gördüğüm, hatta bazen de tiksindiğim kimseler değiş midir?”


O-o-o-o-oppan gangnam style
Ahmet Celal, Anadolu halkını tamamen reddetmez aslında. Karşılaştığı subaylarla konuşurken Onların davranışlarını anlaşılabilirliğini göstermeye çalışır. Onlara uyum sağlamak, onlara anlatma çabası içindedir. Bazı yerlerinde de empati kurmaya çalışır:
“Bu yaratık, çocukluk nedir bilmedi. Başka diyarlardaki çocukların gülüp oynamaktan başka bir şey yapmadıkları mutlu çağda, bu, yirmi yaşında bir delikanlının güç dayanacağı bütün ağır işleri görüyordu. Yük taşıyordu. Çapa çapalıyordu. Diğer taraftan sıtma, küçük böğrünü zehirli tırnaklarıyla oyuyordu. Acaba doğduğu günden beri, bir defa olsun, hiçbir şeye güldü mü?”


O-o-o-o E-e-e-e-e-e
Bütün bunlara rağmen, en sonunda hükmü kendisine keser ve kendisini bu idam cümleleriyle sorgular:
“Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne bıraktıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun."
"Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı, aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir.”


Jeongsukhae boijiman nol
Bütün bu alt ve üst yapının arasına Yakup Kadri, bütün zincir romanlarında yaptığı gibi bir aşk ekler ama bu aşk ne Necdet’in aşkı ne de Hakkı Celis’in aşklarına benzer. Diğer romanlarda aşk, kahramanları şekillendirir. Yaban’da ise kahraman aşkı yaratır.
Ttaen noneun yeoja
{{endspoiler}}
Ittaeda sipeumyeon mukkeotdeon
Meori puneun yeoja
Garyeotjiman wenmanhan
Nochulboda yohan yeoja
Geureon gamgakjeogin yeoja


Naneun sanai
[[Kategori:Yakup Kadri Karaosmanoğlu romanları]]
[[Kategori:100 Temel Eser]]

[[en:Yaban]]

Sayfanın 14.02, 2 Nisan 2013 tarihindeki hâli

Oppan gangnam style Gangnam style

Najeneun ttarsaroun inganjeogin yeoja Keopi hanjanui yeoyureul Aneun pumgyeok inneun yeoja Bami omyeon simjangi Tteugeowaji neun yeoja Geureon banjeon inneun yeoja

Naneun sanai Najeneun nemankeum Ttasaroun geureon sanai Keopi sikgido jeone wonsyat Ttaerineun sanai Bami amyeon simjangi Teojyeobeorineun sanai Geureon sanai

Areumdawo sarangseureowo Geurae neo (HEY) Geurae baro neo (Hey)

Areumdawo sarangseureowo Geurae neo (HEY) Geurae baro neo (Hey) Jigeumbuteo gal dekkaji gabolkka

Oppan gangnam style (Oh)

Gangnam style O-o-o-o-oppan gangnam style (Oh)

Gangnam style O-o-o-o-oppan gangnam style

Eh~ sexy lady

O-o-o-o-oppan gangnam style

Eh~ sexy lady

O-o-o-o-oppan gangnam style

O-o-o-o E-e-e-e-e-e

Jeongsukhae boijiman nol Ttaen noneun yeoja Ittaeda sipeumyeon mukkeotdeon Meori puneun yeoja Garyeotjiman wenmanhan Nochulboda yohan yeoja Geureon gamgakjeogin yeoja

Naneun sanai