Kullanıcı:Eneshasdemir

Vikipedi, özgür ansiklopedi

      İMARETHANELERİN (AŞEVLERİ) KLASİK  [değiştir | kaynağı değiştir]

                            OSMANLI KENTLERİNE (1300-1600)[değiştir | kaynağı değiştir]

                      KATKILARI VE GELİŞMESİNDEKİ ROLÜ[değiştir | kaynağı değiştir]

Giriş:

Fakirlik ve yoksulluk her devletin içinde var olan temel sorunlardan biridir. Devletler ve İmparatorluklar bu sorunlara farklı yönlerden bakmışlar ve farklı çözüm yolları sunmuşlardır. Günümüz şartlarında objektif bir açıyla baktığımız zaman, bu çözüm yolları arasında fakir ve yoksul kimselere en iyi hizmeti sunan Osmanlı İmparatorluğu olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu gerek yoksul kimselere gerek yabancı insanlara gerekse de farklı meslek dalları ile uğraşan insanlara önemli ölçüde katkı sağlamıştır. Bu yolda yapmış olduğu imarethaneler gösterilebilecek en iyi örnekler arasındadır. Osmanlı kentlerinde kurulan bu imarethaneler, önceliği fakir ve yoksul halk olmakla birlikte, dışarıdan gelen misafirlere de büyük olanak sağlamaktaydı. Büyük bir hayır kurumu olan bu oluşumlar, Osmanlı İmparatorluğunun insana olan saygısını ve hoşgörüsünü göstermekteydi. Bizler bugün asırlarca var olmuş bir İmparatorluğun temel yapısında bulunan ve önceliği insana saygı ile yardım olan imarethanelerin amacını ve Osmanlı kentlerine, nüfusuna sunmuş olduğu değerleri ayırca katkılarını inceleyeceğiz.



1) İmarethane Nedir ve Ne Zaman Kurulmuştur ? :

a-1.1) İmarethane Nedir ? : İmarethaneler Osmanlı İmparatorluğu ve diğer sayılı Türk-İslâm devletlerinde kurulan insani yardım vakıflardır. Bu vakıfların öncelikli amacı fakir ve yoksul insanları gözetmek ayrıca ihtiyaçlarını gidermektir. İmarethanelerin diğer bir özelliği ise, dışarıdan gelen ticaret veya diğer farklı işlerle uğraşan insanları barındırmak ve onlara yardım etmektir. Artı olarak imarethanler Osmanlı'da farklı mesleklerle uğraşan insanlara (İmamlar,bekçiler,öğretmenler,öğrenciler vb.) da yardım etmekteydi.

  Osmanlı'nın kuruluş devirlerini de (Beylikler Dönemi) imarethaneler önceleri devlet gözetiminde bulunurken sonrasında bu kurumlar vakıflara devredilmiştir.

İmarethanler ve bünyesinde toplumsal hizmeti barındıran bir çok şey vakıf nizamnamelerine göre yönetilmekteydi. İmarethanelerin giderleri, imareti yapanın kurduğu vakfın gelirleriyle karşılanırdı.

a-1.2) İmaretlerde Çıkan Yemekler :  Söz konusu vakfiye'ye göre imarette her gün sabah akşam iki defa yemek verilmekte olup bunlar genellikle sabahları pirinç çorbası, akşamları buğday aşı idi.

Her gün imaret için alınan 350 okka et ise bu yemeklerin yanında et de verildiğini göstermektedir.

Bunlardan başka imarete giren diğer günlük malzeme sabahları verilen pirinç çorbası için maydanoz, 15 okka soğan, 100 dirhem kimyon, 40 dirhem biber, yarım kile nohut, kabak mevsiminde 60 okka kabak, mevsimine göre 50 okka yoğurt, 30 kile pirinç, 10 okka badem, 10 okka incir, 87 okka sade yağ, 140 okka bal idi.[1]

 

2- İmarethanlerin Kentlerin Gelişmesine Sunmuş Olduğu Katkıları :

Osmanlıların klasik dönemine (1300-1600) mercek tutuğumuz zaman insanların algılarının şu yönde olduğu gözümüze çarpmaktadır, Her insan bütün insanlığın meselelerini kendi meselesi gibi hissetmeli, bunun için gücü nispetinde çalışıp üretmeli ve kendi ihtiyacından fazlasını kendi hür iradesiyle diğer insanların ihtiyaçlarını gidermek, sıkıntılarını çözmek için harcamalıydı.[2] Bu anlayışın ortaya konulmasını sağlayan en temel unsur imarethanelerdi. Çünkü imarethaneler bulunduğu bölgelerde sosyo-kültürel bir bütünleşme ve yakınlaşma sağlamaktaydı. Yapılan bu yardımlaşma sayesinde insanlar arasında ki hoşgörü ve mutluluk seviyesi de doğru oranda artmaktaydı, bunun neticesinde de imarethanelerin bulunduğu kentlerde refah seviyesi de artmaktaydı. Buradan şöyle bir çıkarım yapmak mümkündür, imarethanelerin olduğu yerlerde kentlerin hem manevi yönde hem de maddi yönde gelişmeleri sağlanmaktaydı. Buda bize imarethanelerin kent gelişiminde ki rolünü açıkça ortaya koymaktadır.

Özellikle Osmanlılar feth ettikleri bölgelere imarethaneler inşa ederlerdi. Bunun sebebi tabii ki de hem orada ki nüfusun bütünleşmesini sağlamak ve bu bütünleşme sağlandığı andan itibaren zaten kendiliğinden kent gelişmesi de sağlanmaktaydı. Çünkü bütünleşmiş bir nüfus, kentlerin gelişmesinde ki en büyük rolü oynamaktaydı. Örnek olarak 1453 yılında feth edilen İstanbul harabe bir kentti. İstanbul'un o eski ihtişamı maalesef yoktu. 4. Haçlı seferinden sonra (1202-1204) İstanbul Latinler tarafından harab edilmişti. Bizans bu tahribatı düzeltebilecek güçte bir İmparatorluk olmaktan çıkmış ve zayıflamıştı. Fatih bu şehri ele geçirdiğinde kentte hemen bir imar politikası gütmeye başladı.  Fetihten sonra kurmaylarıyla görüşen Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un îmâr edilmesini; hangi ırk ve dinden olursa olsun şehirden kaçanların geri getirilmesini, hatta ülkenin diğer bölgelerinden de buraya nüfus aktarılmasını ve bunlar için bir takım teşvik tedbirleri alınmasını kararlaştırmıştır. İstanbul’da yaşayan ve iskân ettirilen insanların önemli bir takım ihtiyaçlarının bir an önce karşılanabilmesi gayesiyle altyapı çalışmalarına hız verdirmiş ve bu çerçevede kendi vakfı, diğer bir ifadeyle hayrâtı olan Fatih İmaret Sitesi /Fatih Külliyesi’nin inşasını başlatmıştır.[3] Yapılan bu külliye sayesinde İstanbul halkı sosyo-kültürel bir bütünleşme ve yardımlaşma duygusuyla kaplanmıştır. Bu sayede harab İstanbul, çağının ve ileri ki zamanların vazgeçilmez şehirleri arasına girmiştir. Buradan da görüyoruz ki kent gelişimi, külliyeler ve içinde bulunan imarethanelerle bir doğru orantıya sahiptir.

3- İmarethanelerin Kent Nüfusuna Katkıları :

   Yapılan bu külliye/imarethaneler sayesinde kentlere önemli ölçülerde nüfus artışı da sağlanmaktaydı. Özellikle burada yukarıda vermiş olduğumuz gibi İstanbul örneğini vermek daha açıklayıcı olacaktır. İstanbul feth edildiği zaman yerli halkın büyük çoğunluğu şehri terk etmişti. Fatih giden bu nüfusu geri getirmek için önemli tedbirler almaya başladı. Öncelikle giden bu nüfusun geri getirilmesi için dine ve milliyete bakılmayacağını söyledi. Bu şehirde dostluk ve kardeşlik duygusuyla yaşanmasını istedi. Sonrasında yukarıda da dediğimiz gibi kendi adıyla bir külliye açtı. Dine, milliyete ve özgürlüklerine dokunulmayacağını anlayan yerli halk şehre tekrardan yavaş yavaş gelmeye başladı. Çıkarımlarımız doğrultusunda açılan bu külliyeler gelen bu nüfusun şehirde kalmasını sağlayan en büyük etkenlerden biri olmuştur. Nasıl mı şöyle ki,

Bakacak olursak Fatih bu insanların hayat tarzlarına maddi ve manevi yönlerine hiçbir türlü karışmayacaktı. Bunun neticesinde nüfusun büyük çoğunluğu şehirde kalmıştır. Açıkçası sadece bu tedbir şehirdeki yerli nüfusu tutmak için yeterli değildi.  Burada ki asıl gizli kahraman, külliye ve imarethanelerdir. Fatih'in yaptırmış olduğu külliyeler/imarethaneler yerli nüfusun diğer Anadolu'dan gelen nüfusla kaynaşmasını ve yardımlaşmasını sağlamaktaydı. Bu sayede yerli nüfus tam manada şehire tekrardan adapte olmuş ve şehri eskisi gibi benimsemişlerdi.

Görüldüğü üzere bu konuyu ele alan ve yüzeysel bakan birisi yerli nüfusun şehirde kalmasının tek sebebinin din ve milliyete bakılmaksızın insanların yaşamasına izin vermek olduğunu söyleyebilir. Ama bu konunun detayına inen birisi nüfusun şehirde kalmasını ve nüfusun artmasını sağlayan en büyük etkenin görünmez bir kahraman olan, külliye ve imarethanelerin olduğunu  görmektedir.


Sonuç :

Yukarıda ki verilerden ve varmış olduğumuz çıkarımlardan da açıkça görülmektedir ki, imarethaneler sadece yardım kuruluşları değil, ayrıca halkın bütünleşmesini ve hoşgörü duygusunun artmasını sağlayan önemli yapılardır. İmarethanler asırlarca kozmopolit bir yapıya sahip olan Osmanlı İmparatorluğunun nasıl bu kadar uzun süre bu topraklarda hakimiyet sürdüğünün bir cevabı niteliğindedir.

Son olarak ta resme düz bakan  bir okuyucu şunu söyleyebilir, sadece yemek ve barınma ihtiyacı gideren bir yapı nasıl oluyor da Osmanlı teşkilatının ayakta kalmasını sağlıyor. Buna bir cevap olarak ta İngiliz yazar John Boynton Priestley'nin sözünü konumuza göre sentezleyelim, "İmaretlerin sadece yemek ve barınmadan ibaret olduğunu söylemek, kemanın tel ve yaydan, Hamlet'in kağıt ve mürekkepten ibaret olduğunu söylemekle aynı şeydir. İşte burada asıl önemli olan büyük resmi görmektir.


Okuduğunuz için teşekkürler

Sevgi ve saygılarımla...

Enes Hasdemir

  1. ^ 1- A. Süheyl ÜNVER, İstanbul Risaleleri, Cilt-1, s.280-282
  2. ^ 2- Prof. Dr. Arzu Tozduman TERZİ, Osmanlı Sosyal Tarihi, s.85
  3. ^ 3-Prof. Dr. Arzu Tozduman TERZİ , Osmanlı Sosyal Tarihi, s.86-87.