İbradılı İbrahim Hayrettin Ağıldere: Revizyonlar arasındaki fark

Vikipedi, özgür ansiklopedi
[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
F Gulsima Baykal (mesaj | katkılar)
İçerik geliştirme ve bilgi ekleme. Başlıklarla düzenleme. Vikipedi Standartlarına yaklaştırma.
Etiket: tanım değiştirme
F Gulsima Baykal (mesaj | katkılar)
32. satır: 32. satır:
==Mustafa Kemal ve İbradılı İbrahim Hayrettin==
==Mustafa Kemal ve İbradılı İbrahim Hayrettin==


İbrahim Hayrettin, Mustafa Kemal ile cephedeki karşılaşmasından ve daha sonra Mustafa Kemal’in kendisini aramasından mektubunda şu şekilde bahsetmektedir:
İbrahim Hayrettin, Mustafa Kemal ile cephedeki karşılaşmasından ve daha sonra Mustafa Kemal’in kendisini aramasından mektubunda şu şekilde bahsetmektedir:

"..... 19:10’da Conkbayırı’ndaki topçu mevkiine 19. fırka Kumandanı Mustafa Kemal Bey geldi. Kıta ve vaziyeti sordular. Topçu muhafızı olarak bulunduğumu söyledim. 'Gerilerden asker geliyor, topçu muhafızına lüzum yok, ileri hatta cephane alıp siz de iltihak ediniz, taarruza teşdit etsinler, bu akşam düşmana (herhalde) denize dökülmeleri emrini ileri hatta tebliğ ediniz' emrini verdiler. Kuvvetle hareket edip ilk tesadüf ettiğim 57. Alay 12. Bölük Kumandanı’na fırka emrini tebliğ ettim. O da tahriren ileri hatta bildirdi. ... Tekrar taarruza kalkmıştık ki, denizden atılan ağır bir top misketleriyle tepemden yaralanıp harp hattının dışında kaldım. Kocadere köyündeki, sargı mahalline götürülüp, yaram sarıldıktan sonra Maydos’a, Biga ve İstanbul harp hastanelerinde 4 ay tedavimden sonra tekrar kıtama 27. Alaya iltihak ettim. Yaralı olarak iltihakımdan sonra takım neferlerinden yapılan tahkikatta görevimi iyi yaptığım anlaşılmış olmalı ki fevkalade bir rütbe terfii ve göğsüme liyakat madalyasıyla taltif olundum. Yaralı iken alayımın cephesini ziyaret eden Mustafa Kemal Bey her defasında bendenizi sormak ve görmek istemiş olduğunu haber aldım. Kemalyeri’ndeki karargahına birkaç defa gitmiş isem de karşılaşma şerefine mazhar olamadım. İkinci bir yara ile tekrar ayrıldığımdan Çanakkale’ye dönüp düşmanın çekildiklerini görmedim. ...."
"..... 19:10’da Conkbayırı’ndaki topçu mevkiine 19. fırka Kumandanı Mustafa Kemal Bey geldi. Kıta ve vaziyeti sordular. Topçu muhafızı olarak bulunduğumu söyledim. 'Gerilerden asker geliyor, topçu muhafızına lüzum yok, ileri hatta cephane alıp siz de iltihak ediniz, taarruza teşdit etsinler, bu akşam düşmana (herhalde) denize dökülmeleri emrini ileri hatta tebliğ ediniz' emrini verdiler. Kuvvetle hareket edip ilk tesadüf ettiğim 57. Alay 12. Bölük Kumandanı’na fırka emrini tebliğ ettim. O da tahriren ileri hatta bildirdi. ... Tekrar taarruza kalkmıştık ki, denizden atılan ağır bir top misketleriyle tepemden yaralanıp harp hattının dışında kaldım. Kocadere köyündeki, sargı mahalline götürülüp, yaram sarıldıktan sonra Maydos’a, Biga ve İstanbul harp hastanelerinde 4 ay tedavimden sonra tekrar kıtama 27. Alaya iltihak ettim. Yaralı olarak iltihakımdan sonra takım neferlerinden yapılan tahkikatta görevimi iyi yaptığım anlaşılmış olmalı ki fevkalade bir rütbe terfii ve göğsüme liyakat madalyasıyla taltif olundum. Yaralı iken alayımın cephesini ziyaret eden Mustafa Kemal Bey her defasında bendenizi sormak ve görmek istemiş olduğunu haber aldım. Kemalyeri’ndeki karargahına birkaç defa gitmiş isem de karşılaşma şerefine mazhar olamadım. İkinci bir yara ile tekrar ayrıldığımdan Çanakkale’ye dönüp düşmanın çekildiklerini görmedim. ...."



Sayfanın 08.27, 19 Nisan 2017 tarihindeki hâli

İbradılı Gazi İbrahim Hayrettin Ağıldere, Çanakkale Kara Muharebelerinin başladığı gün olan 25 Nisan 1915 sabahı, Arıburnu sahillerini korumakla görevli olan 27. Alay, 2. Tabur, 4. Bölük, 1. Takımın kumandanı olarak, savunmada ilk kurşunu sıkan askerdir. Çanakkale Savaşı boyunca, iki defa gazi ünvanını alan İbradılı İbrahim [1], soyadı kanunu çıktığında, Arıburnu, Balıkçı Damları yakınında, savunmanın yoğun olduğu ve takımıyla birlikte düşmana karşı cesaretle savaştığı bölgenin ismi olan “Ağıldere” soyadını almıştır.

Yaşam Öyküsü ve Aile Geçmişi

1888 yılında, Akseki Kazasının İbradı Nahiyesinde dünyaya gelmiştir.(günümüzde Antalya İline bağlı İbradı İlçesi). Babası, Ağazade Mehmet Sadık Bey, annesi Besime Hanım’dır. Bir kız kardeşi vardır (Şerife Okay Hanım). Annesi Besime Ağıldere’nin mezarı, eşi Mehmet Sadık Bey ve atalarından Kadı Abdurrahman Paşa’nın da mezarlarının bulunduğu tarihi İbradı Mezarlığındadır. [2] İbrahim Hayrettin Ağıldere, 16. Yüzyıl başlarında Anadolu’ya yerleşmiş olan Minkarizade Oruç Ali Efendi ahfadındandır. Eski Türkistan’ın başkenti olan Horasan asıllı Oruç Ali Efendi birinci kuşak olarak sayıldığında, İbrahim Hayrettin Bey, Minkarizade Soy Ağacında 11. kuşakta yer almaktadır [3] .

19. Yüzyıl başında (1803) Karaman Valiliği yapmış olan Kadı Abdurrahman Paşa da aynı ailedendir. İbrahim Hayrettin, İbradı’da lise eğitimini tamamladıktan sonra, İstanbul Hukuk Fakültesine gitmiştir. Son sınıf öğrencisi iken, Birinci Dünya Savaşının patlak vermesiyle, gönüllü olarak askere yazılmış ve üniversiteyi bırakıp, Balkan Savaşlarına katılmıştır. Ardından Çanakkale’ye gönderilmiş ve Kara Muharebelerinde 27. Alay dahilinde savaşta üstün hizmet göstermiştir. 1920’de Fatma Nefise Ağıldere ile evlenmiştir. 1921’de ilk oğlu Yusuf Hayrettin Ağıldere ve 1927’de ikinci oğlu Dumlupınar Ağıldere dünyaya gelmişlerdir. Savaşın bitiminde Anadolu’da meydana gelen karışıklık ve ayaklanmalar, hayatında pek çok olumsuz etkiler bırakmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından sonraki yıllarda, evlenmiş ve baba olmuş olan İbradılı, tekrar üniversiteye dönememiştir. Mersin’de Singer Dikiş Makineleri Bayinin Müdürlüğü görevinde çalışmıştır. Emekli olduktan sonra, Konya’ya yerleşmiştir. Bununla birlikte, İbradı'dan hiçbir zaman tam olarak ayrılmamıştır. Gazi İbrahim Hayrettin Ağıldere, 5 Aralık 1958’de Konya’da vefat etmiştir ve mezarı Konya Musalla Mezarlığındadır.

Birinci Dünya Savaşı Yılları

Anadolu’ya yerleşmelerinden itibaren, önce Osmanlı İmparatorluğuna ve kuruluşundan bu yana da Türkiye Cumhuriyetine çok sayıda hukukçu, kamu yöneticisi, doktor ve diğer alanlarda eğitim görmüş evlatlar yetiştirmiş olan, yenilikçi, aydın ve ileri görüşlü bir aileye mensup olan İbradılı İbrahim, çoğu hukukçu olan ailenin, bu geleneğine uygun olarak okumaya başladığı İstanbul Hukuk Fakültesini son sınıfta bırakmış, gönüllü olarak Balkan Savaşlarına katılmıştır. Balkanlardan döndükten sonra, Yedek Asteğmen olarak Çanakkale’ye gönderilmiş, bütün muharebe boyunca gösterdiği başarılar nedeniyle, kendisine Üstün Başarı Madalyası verilmiştir.

25 Nisan 1915

Çanakkale Kara Muharebelerinin başladığı gün olan 25 Nisan 1915 sabahı, Arıburnu sahillerini koruma görevi, 27. Alay, 2. Tabur, 4. Bölüğe verilmiştir. İbrahim Hayrettin, bu bölüğün 1. Takım Komutanıdır. Savaşla ilgili raporunu, komutanı Yarbay Mehmet Şefik Bey’in talebi üzerine 26 Haziran 1934 tarihli bir mektupla kayıt altına almıştır. Bu mektup, Şefik Bey’in 27. Alayla ilgili bir raporunun temelini oluşturmuş, askeri mecmuada yayınlanmıştır. [4] Rapor niteliğindeki mektuptan aşağıdaki alıntılar, 25 Nisan 1915 günü yaşadıklarını saat saat anlatmaktadır:

“……. Arıburnu şark-ı şimalisinde ve Balıkçı damları ve Ağıldere’de 3 km genişlik ve sahil cephesinin tarassud ve muhafazasına 27. Alayın 2. Taburunun 4. Bölük 1. Takım Kumandanı sıfatıyla ve 90 silahlı askerimle memur edilmiştim. Takımın kısm-ı küllisi, Arıburnu’nun 2000 m. Şark-ı şimalinde Ağıldere’deki siperler gerisinde, bir manga Ağıldere’nin 1300 m. Şimalinde Azmak civarında ve diğer manga, siperlerimizin 500 m cenubunda, balıkçı damları civarında bulunuyordu. Ve her iki manga ile de aradaki devriye postalarla irtibat tesis ediliyor, Balıkçı Damları mevkiinde bulunan mangadan çıkarılan devriyeler vasıtasıyla da Arıburnu’ndaki bölüğümüzün takımlarıyla irtibat tesis edilmekteydi. Sahilin tarassudu; gündüz siperlerde bulunduğum kuvvetlerimle gece kapalı havalarda sahile kadar nöbetçi ikamesi ve devriye postalarıyla yapılıyordu. İhraç: 25 Nisan 1915 Pazar günü sabahı 03:00’da düşman askerlerinin Arıburnu istikametinde düşman askerlerinin ilerlediğini gördüm ve takımıma siperleri işgal emri verdim. Düşman gemileri görülüyordu, durumu beklemeye başladık. Arıburnu’nda muharebe şiddetle devam ediyordu. 04:25’te karanlık zail olmaya başlayınca Arıburnu istikametinde yüzlerce sandal, romörkör ve istimbotların çıkması, asker ve zabitanın sahile tekarrup etmekte olduğu görülüyordu. Silah sesleri olanca şiddetiyle devam ediyordu. Mesafenin hala 2000 m uzakta olmasından ateşe iştirak edemiyor ve hava sahasında göremiyorduk. 04:45 toplarımız düşmana ateş açtı. Bu arada sandallardan bir kısmının Arıburnu altındaki koya doğru sokulmaya başladığını görünce 1200 metre nişangah ateş emrini verdim. Denizden bize de makineli tüfek ateşi başladı. Fakat tesirsizdi. Çünkü sahile yanaşan birçok kayıktan hiçbir nefer çıkmıyor hayat eseri de göstermiyordu. Tüfeklerimiz birer makineli gibi işliyordu. Mesafe de 400 m.ye kadar düştüğünden mermilerimizde isabet fazla idi. Bigalı (isimlerini hatırlayamadığım) iki neferin attığı bombalarda düşmana isabet ettiler. Arıburnu’nda muharebe olanca şiddetiyle devam ediyordu. Nihayet 1+1 sandalları yükselmeye başladığında bölüğümüzün düşmanla süngü süngüye geldiğini anladık. Bazı neferler tüfeklerinin ahşap kısmı tutuştuğundan şikayet ediyordu. Sahilimizin kumları düşman askerine mezar oldu. İngiliz cesetleriyle topraklarımız görülmez bir hale gelmiş ve askeri mevcudunun birkaç misli düşman telef etmişti ki, cephanemizde de müdafa-yı nefs etmeyecek miktara düşmüştü. Düşmanın hedefi Conkbayırı ve Kocaçimen tepesini işgal etmesi kavviyen melhuz etti ki, bu esnada Conkbayırı’na karara vermekten başka çare kalmamıştı. Conkbayırı’na çıkma kararı salifül- veche esbab ve durub-ul hadis askeriye üzerine Conkbayırı’na çıkılıp düşmana orayı asla bırakmamayı, taka-ı işgali elzem olduğu kanaati edindikten sonra askere siperleri terk emri verdiğimde, esbabını anladığım siperlerini terke muvafakat etmediklerini kayda mecburum. Cephedeki düşmandan bir lahza görmenize ve münazaran çekilerek kablez- zeval 06: 05’te Conkbayırı’nı işgal ettim. Ve orada Bölük 2 takımından yine birkaç manga kuvvetini takım iltihak etti. Arıburnu ve bölüğün vazifeli neferlerimden aldığım izahattan Yüzbaşı Faik Bey’in ve 2. Takım Kumandanı muvazzaf Mülazımsani Muharrem Efendi’nin yaralandığını, 3. Takım Kumandanı Gelibolu Başçavuş Süleyman Efendi’nin üç yerinden ağır yara aldığını bölük efrat-ı bakiyesinin kamilen şehit düştüklerini anladım. İltihak eden neferler de bu cenaha fazla cephaneyi, neferlerime taksim edip, bölüğün safahat-ı harbini bulunduğum mevkii havi bir raporu Gelibolulu İsmailoğlu Cemil ile gönderip elimdeki kuvvetten iki mangayı bir çavuş kumandasında Ağıldere istikametinden gelen yolları tarassud ve setr etmesi amacıyla sağ cenahım gerisine ve birer manga kuvveti de sol cenahım ve Kabatepe istikametine gönderildikten sonra kalan mevcutla Arıburnu’nda bulunan düşmana taarruz gösterisi yapıp birkaç yüz metre ilerledikten sonra 800 metreden düşmana ateş açtım ve Conkbayırı istikametine ilerlemek isteyen düşmanı tevkif ettik. Bir müddet düşmanı bu suretle meşgul ettikten sonra Kabatepe gerilerinden 27. Alayın ihtiyat taburlarının peyderpey seri adımlarla ilerlediğini gördük. Az müddet zarfında taburlar cepheye yerleşti ve sol cenahımdan Kanlısırt istikametine düşmana taarruz etti. Şiddetli muharebeler başladı. Düşman çekilmeye, müdafaaya ve vaziyet almaya mecbur oldu. Ben de elimdeki kuvvetle düşmanı meşgul ediyor ve Conkbayırı yolunu kapatmakla müdafaada kalıyordum. Muharebe bu suretle birkaç saat devam etti. Ve bu esnada arkamıza bir cebel topumuzun geldiğini üzerimizden aşırdığı mermilerden anladık. Bu dakikaya kadar yalnız düşmana top siperleri ateşliyor ve bunlara dört saat kadar tüfeklerimiz süngülerle mukabele ediyorduk. Topumuzun gelmesi diğer ihtiyat kuvvetlerinin de gelmesini teşyid ettiğinden maneviyatımızı bir kat daha arttırdı. Bu esnada harbin başladığından 4 saat sonra 57. Alay 3. Taburu yetişti ve avcı hattımızı takviye etti. 1. Bölüğün nişangahını verdim, mevcudumu ve cephanemin azlığını bölük kumandanına malumat verdim. Geride bu taburu ikmal etmemi tesviye ettiler, cephane için müracaat ettiğim taburun levazım kumandanı benden senet istediler. Senedi yazmak üzere iken Conkbayırı’na çıktığımda, kendisiyle rapor gönderdiğim nefer Cemil avdetle raporunu 27. Alayı Kumandanına (Zat-i Alinize) verdiğimi ve cephanenizden ve mevkii muhafaza etmeyi istemiş emir buyrulduğunu tebellüğ etti. 57. Alayın 1. Taburundan cephane almamıza lüzum kalmadığından, getirilen cephaneyi askerlere tevzii ettim. 57. Alay Kumandanı’ndan aldığım bir emirle takımımla, topçu muhafızı olarak bırakıldım. Mezkur alayın 3. Taburu bütün mevcuduyla harbe girdi ve taarruza başladı. Düşmanın denizden ağır topları ve karaya çıkardığı makineli tüfekleri mütemadiyen işliyordu ve her tarafta kanlı muharebeler saatlerce devam ediyordu. Adım adım askerlerimiz ilerlemekte idi. 19:10’da Conkbayırı’ndaki topçu mevkiine 19. fırka Kumandanı Mustafa Kemal Bey geldi. Kıta ve vaziyeti sordular. Topçu muhafızı olarak bulunduğumu söyledim. 'Gerilerden asker geliyor, topçu muhafızına lüzum yok, ileri hatta cephane alıp siz de iltihak ediniz, taarruza teşdit etsinler, bu akşam düşmana (herhalde) denize dökülmeleri emrini ileri hatta tebliğ ediniz' emrini verdiler. Kuvvetle hareket edip ilk tesadüf ettiğim 57. Alay 12. Bölük Kumandanı’na fırka emrini tebliğ ettim. O da tahriren ileri hatta bildirdi. Taarruza teşdit ettik. İngiliz cesetleriyle dolu birkaç avcı hattı geçtik. Düşmanın karaya çıkardığı fazla miktardaki makineli tüfekleri, denizden gemi topları ile avcı hattını parçalamıştı. Hayli telefat vermemize rağmen yine ilerliyorduk. Ve düşmanın denize dökülmesine bir şey kalmamıştı bir taraftan arızalı ve fundalıklı mıntıkaya girmemiz, diğer taraftan gecenin başladığından beri her iki taraf muharebelerde bulundukları yerde kalmaya mecbur oldu. Fakat düşman gece ya sağımızdan korktuğundan tüfekle ve makineli tüfeklerini sabaha kadar ateşledi. Ateş bazen pek şiddetli ve bütün cepheye sirayet ediyor, saatlerce boş yere cephane sarf ediliyordu. Bu minval üzere geçirdikten sonra sabah yine taarruza başladık. İltihak ettiğim 57. Alay 12. Bölük’ün bütün zabitanı yaralanmıştı. 3. Tabur kumandanının emriyle bölüğümün kumandasını deruhte ettim. Tekrar taarruz etmeye başladık. Fakat yine taarruza halel gelmiyordu. Tekrar taarruza kalkmıştık ki, denizden atılan ağır bir top misketleriyle tepemden yaralanıp harp hattının dışında kaldım …….”

Ayrıca, bir radyo programı için kendisine müracaat etmiş olan Feridun Fazıl Tülbentçi’ye yazmış olduğu bir mektupta da aklında kalan anılarını özetlemektedir.[5][6]

Mustafa Kemal ve İbradılı İbrahim Hayrettin

İbrahim Hayrettin, Mustafa Kemal ile cephedeki karşılaşmasından ve daha sonra Mustafa Kemal’in kendisini aramasından mektubunda şu şekilde bahsetmektedir:

"..... 19:10’da Conkbayırı’ndaki topçu mevkiine 19. fırka Kumandanı Mustafa Kemal Bey geldi. Kıta ve vaziyeti sordular. Topçu muhafızı olarak bulunduğumu söyledim. 'Gerilerden asker geliyor, topçu muhafızına lüzum yok, ileri hatta cephane alıp siz de iltihak ediniz, taarruza teşdit etsinler, bu akşam düşmana (herhalde) denize dökülmeleri emrini ileri hatta tebliğ ediniz' emrini verdiler. Kuvvetle hareket edip ilk tesadüf ettiğim 57. Alay 12. Bölük Kumandanı’na fırka emrini tebliğ ettim. O da tahriren ileri hatta bildirdi. ... Tekrar taarruza kalkmıştık ki, denizden atılan ağır bir top misketleriyle tepemden yaralanıp harp hattının dışında kaldım. Kocadere köyündeki, sargı mahalline götürülüp, yaram sarıldıktan sonra Maydos’a, Biga ve İstanbul harp hastanelerinde 4 ay tedavimden sonra tekrar kıtama 27. Alaya iltihak ettim. Yaralı olarak iltihakımdan sonra takım neferlerinden yapılan tahkikatta görevimi iyi yaptığım anlaşılmış olmalı ki fevkalade bir rütbe terfii ve göğsüme liyakat madalyasıyla taltif olundum. Yaralı iken alayımın cephesini ziyaret eden Mustafa Kemal Bey her defasında bendenizi sormak ve görmek istemiş olduğunu haber aldım. Kemalyeri’ndeki karargahına birkaç defa gitmiş isem de karşılaşma şerefine mazhar olamadım. İkinci bir yara ile tekrar ayrıldığımdan Çanakkale’ye dönüp düşmanın çekildiklerini görmedim. ...."

İstiklal Mahkemeleri

Çanakkale Zaferinden sonraki yıllarda, Doğu (ya da Güney) cephesinde savaştıktan sonra İbradı’ya dönerken, Konya Ayaklanması (Delibaş İsyanı) [7] sırasında yapılan tutuklamalarda ayaklanmacılardan olduğu sanılarak Konya Hapishanesinde tutulmuştur. Bunun bir haksızlık olduğunu, Balkanlarda, Çanakkale’de ve Güney Cephesinde savaşarak vatanını savunduğunu, bu nedenle Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından kendisine liyakat madalyası verilmeye layık görüldüğünü, vatanı için çarpışarak iki kere gazi olduğunu anlatabilmesi ve bunun doğrulanması süreci aylar almıştır. Sonunda, yapılan yanlışlık anlaşılarak serbest bırakılmıştır. Eşinin (Nefise Hanım) ve büyük oğlunun (Yusuf Hayrettin Ağıldere) hayattayken anlattıklarından bildiğimize göre, Konya Hapishanesinde geçirdiği bu aylar ve kendisine yapılan bu haksızlıktan sonra içine kapanmıştır. Cumhuriyete olan bağlılığını kanıtlamak istercesine, 10 Kasım 1956 tarihinde doğan ilk torununa “Mustafa Kemal” adını vermiş, soyadı kanunu çıktığında “Ağıldere” soyadını almış ve 30 Ağustos tarihinde dünyaya gelen ikinci oğlunun adını “Dumlupınar” koymuştur.

"Ağıldere" Soyadı

1935 yılında yılında soyadı kanununun yürürlüğe girmesiyle, Arıburnu’nda savunduğu mevki olan “Ağıldere” ismini soyadı olarak almıştır. Annesi Besime Hanım da oğlunun soyadını almıştır.

İbradı'daki Evi

Tüm atalarının yaptıkları gibi, dinlenmek için ailesiyle İbradı’ya gelir ve İbradı'da kaldığı zamanlarda, bugün İbradı ilçe merkezinde boş bir arsa olarak kalan yerde, tipik bir İbradı mimarisiyle inşa edilmiş olan evinde yaşardı.[8] İçinde Gazi İbrahim Hayrettin Ağıldere'ye ait büyük bir kitaplık bulunan bu ev, 1970'li yılların sonuna doğru iklim koşullarına dayanamayarak yıkılmıştır. Evin su sarnıcı ve evin arkasında yer alan bademlik, hala orada bulunmaktadır.


Kaynaklar

  1. ^ Çanakkale Gazileri, Ahmet Uslu, ÜÇ S Basım, 2015
  2. ^ Tarihi bir Osmanlı Mezarlığı olan İbradı Mezarlığında bulunan Mezar Taşlarındaki yazılar, 2011 yılında İbradı Belediyesinin girişimiyle, tarihçi Serkan Gedik tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Mezarlığın ölçümü, Süleyman Baykal ve F. Gülsima Baykal tarafından yapılmış ve haritası çıkarılmıştır. Bilgileri derleyen Serkan Gedik'in kitabı, Antalya Kent Müzesi ve Antalya Belediyesi yayınları içindedir. Serkan Gedik, Antalya Kent Müzesi ve Antalya Belediyesi Yayınları, 2014.
  3. ^ Minkarizade Soy Ağacının ilk yazılan orijinali, Osmanlıca olarak Beyazıt Kütüphanesinde bulunmaktadır. Aynı soy ağacından olan Gülriz Sururi'nin "Kıldan İnce Kılıçtan Keskin" adlı kitabı ile yine Minkarizadelerden olan Prof. Dr .Tarik Minkari'nin "Bir Cerrahın Anıları" adlı kitabında da, bu soy ağacının Türkçe olarak hazırlanmış çizimine ve diğer bazı ilave bilgilere yer verilmiştir.
  4. ^ Ahmet Uslu, Çanakkale 1915, 2007 (1. baskı), 2015 (2. baskı), Seddülbahir 1915 Özel Müzesi Yayınları (Bahsi geçen mektubun metni bu kitapta Türkçe olarak yer almaktadır).
  5. ^ Arıburnu 1915, Haluk Oral, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2012
  6. ^ Çanakkale 1915, Haluk Oral, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2015
  7. ^ Aile içinde anlatılanlara göre Konya İsyanıdır (Kaynak: F Gülsima Baykal).  Fakat bazı tarih kitaplarında Demirci Efe İsyanı olabileceği ifade edilmiştir.
  8. ^ Taş ve sedir ağaçlarından yapılmış olan evin girişinde, sağda büyük bir kiler vardı. Bu kilerin içine girilince bir kayaya dayalı dururdu. Birkaç basamaklı merdivenden çıkılınca, solda "ayazlık" denilen küçük bir balkon ve hemen ayazlığa çıkmadan da bir tuvalet vardı. Bu ara kattan üst kata çıkıldığnda, ortada büyük bir salon ve merdiven boşluğunun arka tarafında mutfak yer alıyordu. Salonun köşeleri sayılabilecek noktalara açılan kapıları bulunan dört oda vardı. İşte bunlardan mutfak tarafındakilerden kuzey cephesinde bulunan çok büyük bir kitaplık odasıydı ve dört duvarı da kitaplarla dolu olan kitap dolaplarıyla kaplıydı. (F. Gülsima Baykal)