Ressentiment

Vikipedi, özgür ansiklopedi

19. yüzyıl felsefesinde yer bulmuş ressentiment konsepti Fransızca (/rəˌsɒ̃.tiˈmɒ̃/) anlamıyla içerleme ve düşmanlığın bir tür formudur. Ressentiment konsepti, Friedrich Nietzsche'nin felsefesinde önemli bir yere sahip bir konsept olup, Nietzsche'den önce de bazı filozoflar tarafından kullanılmıştır. Nietzsche, kavramı modernitenin ve nihilizmin eleştirisi açısından kullanmıştır. Ressentiment psikolojisi, bireylerin kendi eksikliklerini ve başarısızlıklarını dış dünyadaki diğer kişilere yansıtma eğilimidir. Nietzsche'ye göre bu duygu, özellikle Hristiyan ahlakı ve dünya görüşünde hayati bir rol oynar; çünkü Hristiyanlık, güçsüzlerin güçlüleri moral açıdan yargılayıp mahkum etmesine olanak tanır.[1]

Max Scheler, ressentiment kavramı üzerine en kapsamlı eseri kaleme almasıyla bilinmektedir. Ressentiment kavramını "Muhtemelen Almancadaki “Groll” [hınç, kin, garez] sözcüğü bu terimin asıl anlamını en iyi yansıtan sözcüktür", “ressentiment, zihnin kendi kendini zehirlemesidir” sözleriyle ifade etmektedir.[2][3] Aynı şekilde İngilizce “resentment” sözcüğü de aynı anlama sahiptir.[4][5][6]

Perspektifler[değiştir | kaynağı değiştir]

Weber'de[değiştir | kaynağı değiştir]

Dönemine büyük ses getirmiş filozof ve sosyolog Max Weber, 1918

Max Weber, Ressentiment kavramını sosyolojik açıdan incelemiştir. Ona göre bu duygu, dezavantajlı ve dışlanmış grupların dünya görüşünü şekillendirmede önemli bir mahiyete sahiptir. Ressentiment, dışlanmış grupların imtiyazlı olanlara karşı kin dolu karşıtlığı olarak tezahür etmektedir. Fakat çileci bir yaşam anlayışının ressentiment'e yol açacağına dair bir kaide yoktur. Örneğin Hinduizm ve Budizm "suçluluk" kavramı bağlamında çileci bir felsefe benimsemesine karşın ressentiment içinde bulunmaz fakat bu durum Yahudilikte tamamen farklı bir yere sahiptir.[7] Mezmurlar kitabında, dünyevi ve güçlü olana karşı meşru bir intikam arayışı görülür. Dışlanmış olanın "teodise" anlayışı, yine dışlanmış olanın kurtuluşu üzerine kuruludur. Fakat Weber bu durumu yani ressentiment'ı Nietzsche'nin aksine, İsa'nın büyük ölçüde bu dünyaya ait problemleri ele almayıp öteki dünyaya dair bir kurtuluşa odaklanması sebebiyle Hristiyanlıkla değil Yahudilikle ilişkilendirir. Hristiyanlığa benzer olarak Budizm'in ressentiment psikolojisine karşı mükemmel bir karşıtlık sergilediğini ifade eder.[8] İslam hakkında fazla fikir belirtmemiş olsa da İslam'ın erken dönem ümmetini bir kabileler federasyonu olarak değerlendirmiştir ve dolayısıyla erken İslam'ın militarizasyon altında bir İslam devleti oluşturmasından yola çıkarak İslam'ın "milliyetçi savaşçı Arap dini" olduğunu, bu sebeple asla bir "kurtuluş dini" olmadığını ifade etmiştir.[9] Özetle, Weber'e göre İslam, imtiyazlı bir savaşçı sınıfın dini olarak gelişmesi ve evrilmesi sebebiyle dışlanmış dinlerin bin yıllık umutlarına bir çare olmaktan da bir o kadar uzaklaşmıştır.[10]

Scheler'da[değiştir | kaynağı değiştir]

Fenomenoloji üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Alman filozof Max Scheler'in fotoğrafı. Ressentiment kavramı üzerine en kapsamlı eseri kaleme almıştır.

Scheler, konsepti Nietzsche'nin kullandığı anlamıyla sosyolojiye uygulamıştır.[11] Ona göre, intikama duyulan açlık ressentiment’ın en önemli kaynağıdır.[3] Fakat ressentiment psikolojisinde, normalde olan intikam algısı farklılık göstermektedir.[not 1] Ressentiment söz konusu olduğunda, intikamdan anlaşılması gereken, bir kişinin diğerine karşı, sadece kendisinden daha güçlü veya iyi durumda olduğunu düşünmesinden ötürü duyduğu nefret ve çaresizlik duygularından doğan öç alma arzusu, yani intikamcılıktır. Bu kişi, intikamcı duygularını güçsüzlük psikolojisi sebebiyle dışavurmaz. Aksine bu duyguları içinde büyüterek hiçbir zaman erişemeyeceği bir intikamcılık arzular.[12] Sürü insanı daima trajik insan karşısında varoluşundan kaynaklanan bir acizlik hissedecek ve bu nedenle ona karşı daima kıskançlıkla dolmuş bir intikamcılık besleyecektir. Bu güç yoksunluğundan beslenen kıskanç insan kıskançlığını çalışarak, şiddet kullanarak elde etme arayışında olsa da ressentiment’ın etkisi altına girmeyecektir. Ressentiment ancak bu duygular özellikle güçlüyse ama yine de baş edilemeyeceği duygusuyla – ya fiziksel ya da zihinsel zayıflık ya da korku yüzünden – bastırılmak zorundaysa ortaya çıkabilir.[12]

Ressentiment’ın ikinci temel öğesi haset olarak ele alınabilir. Scheler hasedin günlük dildeki kullanımında içerdiği anlamın, kişinin bir başkasında imrendiği bir şeyi görmesi durumunda hissedeceği iktidarsızlık hissinden (çekememezlik) doğduğunu vurgular.[13][not 2]

Ressentiment’in oluşumunda etkisi olan bir diğer kaynak da kin veya garezdir. Kin “kendisine yapılan bir şeyi hazmedememekten doğan devamlı ve gizli düşmanlık, garez”[14] anlamına gelir. Örneğin bir patron emri altında çalışan işçiyi bilerek küçük düşürürse ve işçi de bunun ardından patrona karşı içten içe düşmanlık beslemeye başlarsa bu kine dönüşecektir. Fakat ressentiment bağlamında vurgulanan durum farklıdır. Trajik insan sürü insanının yaşamına veya varoluşuna olumsuz bir etkide bulunmamasına rağmen, sürü insanı tarafından hazmedilemez ve bundan ötürü kendisine karşı kitlesel bir düşmanlık beslenir.

Nietzsche ve Deleuze'da[değiştir | kaynağı değiştir]

19. yüzyıl felsefesine büyük bir etki bırakmış Alman filozof Friedrich Nietzsche'nin resmi, Edvard Munch

Nietzsche'nin felsefesinde ressentiment "groll" veya "resentment" sözcüklerin münferit ifade ettiği anlamların hepsinden daha karmaşık ve yoğun bir psikolojik durum için kullanılmaktadır.

Ona göre sıradan haset, kıskanılan tavuk bir yumurta yumurtladığında gıdaklamaya başlar: böylelikle rahatlar ve yumuşar. Ancak daha koyu bir haset de vardır: böyle durumlarda ölümcül bir sessizliğe bürünür, şimdi her bir ağza mühür vurulmasını dilemektedir, ve bunun gerçekleşmediğini gördükçe daha da öfkelenir. suskun haset, suskunlukta büyür.[15][not 3]

Nietzsche'ye göre sürü insanının trajik insandan hoşlanmamasının nedeni ikisi arasındaki bariz bir eşitsizlikten doğar. Trajik insanın değerler ortaya koyan, yaratıcı olma kapasitesini barındıran varoluş tarzı, sürü insanının bakış açısına göre kendisine karşı doğrudan yapılmış bir saldırıdır. Sürü insanının, Üstinsanın kendisinden açık bir biçimde üstün olduğunu, güçlü olduğunu bilir ve bunun yanı sıra kendisinde bu mertebeye ulaşacak potansiyelin bulunmadığının da farkındadır, bu nedenle farklı olana tahammülü yoktur. Nietzsche bu konuyu, bencil kelimesini farklı anlamda kullanarak "insanın daima diğerlerini gözardı ederek kendi çıkarını düşünmesi olarak anlaşılan olumsuz boyutunun ötesinde, aynı zamanda her yaratıcı insanda da belli ölçüde bulunması gereken bir karakter özelliği"[16] olarak tanımlamıştır. Trajik insanı "Yaratıcı insan egoisttir: o insan olmaktan gurur duyar, olduğu gibi olmakla övünür. Bu gibi insanlar, kendileri gibi olmayanların, onları dinlemelerini, onlara hizmet etmelerini tabii görürler; kendi gibilerini sevmeleri ise, kendi kendilerini sevmelerinin bir yansımasıdır: başkalarında kendilerini severler: bu onların egoismidir."[17] sözleriyle belirterek, kendisine verdiği önemde yatan gücünü vurgulamıştır. Dolayısıyla mutlak özgecilik, insanın kendisini ortaya koymasına yani sahip olduğu potansiyeli saf haliyle kullanabilmesine olanak vermez. Sürü insanının bencilliği bırakıp, çıkarsız olana yönelirmiş gibi görünmesinin sebebi, içinde bulunduğu güçsüzlük durumunun üstünü kapatma kaygısıdır ve bu da décadent bir tavırdır. Bu davranışının temelinde, üstinsanı sadece varlığıyla dahi kendisine karşı bir tehdit olarak algılaması yatar. Ressentiment tarafından ele geçirilmeye başlanan sürü insanı, sonucunda kendisiyle beraber bütün bir dünyayı ve dünyevi yaşamı değersizleşmeye mahkûm eder. Üstinsana duyduğu kinden ötürü, ortaya koyduğu décadent ahlak değerleriyle, Üstinsanın gücünü aldığı bütün bir varoluş alanını, kendisini de asketizme teslim etmeyi göze alarak kör bir intikam güdüsüyle kurban eder. Çünkü ressentiment insanının temel motivasyonu hiçbir zaman kendisini ortaya koymak (yani bencilce hareket etmek), kendisinden olumlu bir şey çıkarmak değil, yaratıcı insanı yani güçlüyü itibarsızlaştırarak kendi güçsüzlüğünü örtbas etmektir: "Nietzsche’ye göre, modern toplumda yetişmiş olan bireylere sistematik olarak güzelliği, zarafeti, cesareti, gücü ve yeteneği kendilerine olan inançları açısından birer tehdit olarak görmeleri öğretilmiştir. Onlar eğer diğerleri kadar güzel, zarif, cesur, güçlü veya yetenekli olmazlarsa, önemlerini kaybedeceklerinden korkarlar. Diğerlerinin talihini içten ve soylu bir şekilde kucaklayarak –böylece kendi güzelliklerini, zarafetlerini, cesaretlerini ve güçlerini ortaya koyarak- bu aşağılık duygularının üstesinden gelmek yerine, onları aşağı çekmeye çalışırlar. Ressentiment zayıf olanın kendisine zararlıdır çünkü o en nihayetinde güçten düşürücü bir psikolojik durumdur: bireyleri, psikolojik enerjilerini öfke, düşmanlık ve hiddete kanalize etmek suretiyle daha da güçsüz kılar".[18]

Hristiyanlık ve Ressentiment İlişkisi[değiştir | kaynağı değiştir]

Nietzsche’ye göre “Ahlakta kölelerin başkaldırısı ressentiment’in kendisi yaratıcı olduğunda ve değerler doğurduğunda başlar”[19] Buna göre sürü insanının değerlerinin kaynağı, ondaki ressentiment psikolojisinin olabilecek en yoğun hale gelmesidir. Dolayısıyla köle ve efendi arasında orantılı bir ilişki vardır. Efendi insan ne kadar özgür ve güçlüyse, ressentiment o denli büyük bir güçle açığa çıkar. Bu durum, Hristiyanlık inancının değerler meselesinin odak noktasında bulunur. Scheler'in ifade ettiğine göre "Nietzsche Hristiyanlığı başından beri, aslen bir “din” değil, yalnızca dinsel “haklılığa” sığınmış bir “ahlak” olarak yorumlar ve Hristiyan değerleri o değerlerin bilinçli olarak reddettiği bir ölçüye vurur: Hayatın azami niceliği ölçüsü. Doğal olarak vardığı sonuç da, hayatı aşan ve hayata göre belirlenmeyen bir varlık ve değer düzeyi iddiasının bir çürüme ahlakı olması gerektiğidir".[20] Nietzscheci evetlemeye karşın alternatif bir öteki dünya fikri, bu dünyada yaşayan insan için décadence’in ve çürümenin en büyük nedenidir. Hıristiyanlığın ve bütün semavi dinlerin yaptığı şey “yapmacık olarak kurulmuş “hakiki, değerli” bir dünyanın karşısına, bozulmuş dünyanın konulmasıdır”.[21] Hiçbir somut temele dayanmadan tasarlanan bir “hakiki” dünya fikri, güçsüz insanı kontrol altına alma yolunda kusursuz bir araçtır. Çünkü bu kavram bilinmezliği içerir ve zayıf yani sürü insanının, tipik karakteristiklerinden birisi de bilinemez olana karşı duyulan korkudur. Sürü insanı bu dünyadaki bilinebilecek şeylere bile temkinli yaklaşıp bilgiden kaçarken, nesnel koşullar altında aklıyla kavrayabilmesi bakımından asla bilme imkânı olmayan fakat mutlaklığına ve varlığına kendisini kesin olarak inandırdığı başka bir dünya düşüncesine dört elle sarılır. Çünkü böyle yaparak işin kolayına kaçmanın ve kendince, trajik insana karşı bir koz sahibi olmanın yolunu bulmuş olur. Zira Trajik insan'ın yaptığı gibi yaşamı kucaklamak salt fizyolojik hazlara veya fizyolojik acılara kucak açmayı değil, aynı zamanda bilginin peşinden koşmayı, bilmeyi arzulamayı da içerir. Sürü insanının sahip olamadığı bu özellikler onun, olana karşı ressentiment duygusuyla yanıp tutuşmasına neden olur. Bundan ötürü Hristiyanlığın hakiki dünyası veya benzer mitleri, bilinemez olaması sebebiyle sürü insanı için inanması kolay ve avantajlı şeylerdir. Bilinemez olması bir avantaj sağlayarak, dinsel söylemin inananlar tarafından doğası gereği mutlak olduğunu düşünerek meşrulaştırması sonucunda inanan kimselerin trajik insanlar gibi sorgulayan kişilere mutlak hakikati tuttukları ve bildikleri iddiasıyla saldırmalarına şans tanır. "Nietzsche’ye göre modern hastalığın çekirdeğinde Hıristiyanlık vardır. Çünkü Hristiyanlık, öte dünyanın lehine bu dünyanın sistematik bir değersizleştirilmesi vasıtasıyla yanlış bir tinselliğe götürmüştür. En önemlisi Hristiyanlık, kendisininkiler de dâhil, tüm moral değerleri yıkıp yok eden değerleri cisimleştirir".[22] Nietzsche her ne kadar Hıristiyanlığa karşı dursa da, bunu gözleri kapalı bir biçimde, sorgulamaksızın yapmaz. Örneğin “öldürmeyeceksin” emri iyi bir değeri ifade eder. Lâkin Hristiyanlık özellikle Kilise anlayışıyla tam da içerdiği buyruklardan bir tanesini bizzat ihlal eder. Engizisyon zindanlarında çürütülen insanlar veya düşünceleri yüzünden mahkûm edilen bilim insanları bu tavrın tipik örnekleridir. Dolayısıyla bu yıkıcı eğilim ressentiment ile bağıntılıdır.

20. yüzyıl felsefesinde önemli bir yere sahip Fransız filozof Deleuze'nin fotoğrafı. Nietzsche'de dahil olmak üzere birçok ünlü filozofun monografisini kaleme almıştır.

"Hınç: Bu senin hatan, bu senin hatan… Yansıtıcı suçlama ve yakınma. Eğer zayıf ve mutsuzsam, bu senin hatan. Tepkisel yaşam etkin kuvvetlerden kaçar, tepki “etkilenmeyi” bırakır. Tepki içten duyulan bir şeye, etkin olan her şeyin aleyhine işleyen “hınç”a dönüşür. Eylem “utandırılır”: Yaşamın kendisi suçlanır, gücünden, yapabileceği şeyden koparılır. Kuzu şöyle der: Kartalın yapabileceklerinin hepsini ben de yapabilirim, ama kendimi bundan alıkoyuyorum, kartal benim gibi yapsın".[23]

Deleuze’ün ifade ettiği bu ruh hali tipik bir ressentiment psikolojisi olmasının yanında, tipik bir Hristiyan tavrını da betimlemektedir. Hristiyanlığın, insanı a priori günahkâr bir varlık ilan etmesinden bile yaşamsal itkileri bastırma gayesi taşıdığını görmek mümkündür. Bu kısıtlama, dünyanın değersizleştirilmesiyle aynı paralelde gider. Çünkü sözde hakikatin karşısında dünyanın değersizleştirilmesi, ona tabi olan her şeyin de değerini yitirmesini ifade eder. İnsanoğlu bu dünyada yaşayan, mevcudiyetini sürdüren bir varlık olarak bu varoluş düzlemine tabidir, dolayısıyla Hristiyan bakış açısına göre aşağı seviyededir. Fakat asıl tehlikeli olan, "kuzuların", yani Hıristiyan sürüsünün, kartallara, yani trajik insana karşı duyduğu ressentiment duygusunun en sonunda yıkıcı noktaya ulaşıp bir veba salgını edasıyla bütün değerleri yıkmaya uzanmasıdır. Tehlikenin kaynağı, sürüde bulunan ve “ben onların yaptığını yapabilirim ama yapmıyorum[24] tavrıdır. Gerçekte, yaratıcı insanın seviyesine asla ulaşamayacağını bildikleri halde, kendini aldatmacayla ressentiment’in saf haliyle tezahür etmesidir. Bu bağlamda Hristiyanlık büyük kitlelere ulaşmaya muvaffak olmuştur. Çünkü Hristiyanlık tam da bu tipte bir manipülasyon için ideal altyapıya sahip bir dindir: Mutlak bir hakiki dünya, Tanrıyla doğrudan ilişkisi olan bir kurtarıcı ve bütün bunların uyumlu bir şekilde üzerine oturtulabileceği bir varlık şeması. Çok sayıda insana yayılmayı başarmış olan Hristiyanlığın, yaşam karşıtı nitelikleri de ressentimenti büyük bir özenle destekler. Çünkü sürü insanı gücünü sayısından alır. Sürünün, trajik insanla mukayese edilemeyecek derecede sayıca fazla olması, iki insan tipi arasındaki farkı belki ancak dengelemeye yeterken, nihayetinde yine onun avantajınadır.

"Çok uzun süre hak verildi onlara, bu küçük insanlara; böylece güç de verildi sonunda onlara – şimdi öğretiyorlar ki: ‘Küçük insanlar neye iyi derlerse, odur iyi sadece [...] Ve onların arasından çıkan o vaizin, o tuhaf ermişin, o küçük insanların savunucusunun, ‘Ben – hakikatim,’ diyerek kendi kendine tanıklık edenin söylediklerine ‘hakikat’ deniyor günümüzde".[25]

Zerdüşt’ün bu sözleri Avrupa’da hüküm süren Hristiyanlık etkisine işaret eder. Küçük insanlar, yani Hristiyan toplumunun oluşturduğu sürü, yüzyıllar boyunca Avrupa’da Kilise’nin otoritesi tarafından kontrol altında tutulmuş, fakat öte yandan mensup olduğu dinin kendisine sağladığı inanç dokunulmazlığını, sayısının da fazla olması nedeniyle avantaja çevirmiş, Hristiyan toplumunun İyi’si tek iyi olarak kabul edilmek zorunda kalınmıştır. Bu durum ressentiment’in değerler doğurmasının mükemmel bir örneğidir. İsa’nın vazettiği hakikat, bu dünyadaki olanaklar dâhilinde hiçbir şekilde sorgulanmaya ihtiyaç duyulmaksızın mutlak hakikat olarak kabul edilir ve hayatın mutlak amacı, kendisine göre endekslendiği değer olarak kabul edilir. Oysa Nietzsche’ye göre hayat, "gerçek tek değer"di.[26] Hristiyanlık ise Nietzsche’nin en önemli değer olarak ortaya koyduğu hayatı aşağı çekip, yozlaştırması bakımından, onun mutlak olarak karşı durduğu bir din olmuştur. Hristiyan ahlakının bu anlamdaki tavrı Ecce Homo’da apaçık bir şekilde ifade edilmiştir:

"Yaşamın en başta gelen içgüdülerini küçümsemeyi öğretmeleri; bedeni haklamak için bir “ruh” bir “tin” uydurmaları; yaşamın temel koşulunu, cinselliği ayıp bir şey olarak duymayı öğretmeleri; serpilip gelişmek için en derinden zorunlu olan şeyi, o katı bencilliği -sözcüğün kendisi bile kara çalıcı- kötülük ilkesi saymaları; tersine, çöküşün, içgüdü çelişmesinin örnek belirtilerinde, “çıkar gözetmezlik”te, denge yitiminde, “kişiliksizleşme”de, “yakınını sevmek”te (-yakınına düşkünlükte) daha yüksek değerleri –ne daha yükseği!– gerçek değerleri görmeleri!..."[27]

Assisili Francesco’nun özellikle Allah’ın Garibi eserinde ifade ettiği, yoksulluğu yücelten ve dünyevi yaşamı aşağılayan Hristiyan pratiği bu ifadeye mükemmel bir örnektir. Dini perhizler, bedensel isteklerin bastırılması gibi eylemler dinsel pratiğin karakterini ortaya koyar. Fakat Nietzsche de insanın doyumsuz hazlara yönelmesine karşı çıkar. Ona göre insanın kendisini salt bedensel hazlara teslim edip onların kölesi olması da sapkınlıktır. Burada ifade edilen, Hristiyanlığın bunun tam karşıtı olarak, bedensel ve doğal içgüdüleri bir hakikat öğretisini kullanarak küçümsemesi ve Nietzsche’nin ifade ettiği anlamıyla trajik insanın bencilliğini, dolayısıyla kendi varlığına ve varoluş tarzına karşı duyduğu sevgiyi karalamasıdır. Bu hastalıklı tavır kitlesel ressentiment boyutuna ulaştığında ise Avrupa toplumu en sonunda “koyu hıristiyan, “öte dünyacı”, “bitkin insan[28] tipinin boyunduruğu altına girmiştir. “Hıristiyanlık, temelden hastalıklı olanların rancune’unu [Fr. hınç, garez kin][29][30] , sağlıklılara karşı, sağlıklılığa karşı yönlendirmiştir. Nasipli, gururlu, yürekli ne varsa, her şeyden önce de güzelliği, işitmek, görmek, ona acı veriyordu”.[31] Sürü insanı temelden hastalıklıdır ve naturası gereği ressentiment’a tabi olduğu için, Hristiyanlık onun rancune’unun sistematik ve toplumsal bir seviyeye ulaşarak, güçlü insana karşı yönelmesini sağlamıştır. Bu ressentiment duygusundan sebebiyle, "gururlu ve yürekli olan trajik insanın yalnızca varlığı bile Hristiyana hasetten doğan bir azap vermesine yeter".

Dolayısıyla Hristiyan ressentimentı ile ilgili olarak dikkate alınması gereken en temel detaylardan birisi, onun toplumsal karakteridir. Ressentiment bireysel boyutu ve Hristiyanlıkta olduğu gibi kitlesel boyutu ile var olan bir fenomendir. Sürü insanının baki psikolojisi ressentiment ögelerinin senteziyle oluşur. Sürü insanı doğası gereği köle ruhlu, güçsüz insan olduğu için ruhunda bu duyguların filizlenmesi son derece anlaşılır bir durumdur. Diğer yanda bu derecede güçlü ve yoğun bir duygunun milyonlarca insanın oluşturduğu kolektif zihinde büyümesi ve Hristiyan toplumundaki gibi bir numune teşkil etmesi oldukça sıra dışı bir durumdur.

Ressentiment, “kötü” olan “iyi” görününceye kadar tercih kurallarını saptırarak, bütün olarak bir “ahlak anlayışını” belirler hale geldiğinde en önemli başarısını kazanır. Eğer Avrupa tarihine bakacak olursak, ahlak anlayışları oluşumunda ressentiment’ın muazzam etkisi karşısında hayrete düşeriz”.[32]

Nietzsche’ye göre, kötü olan, yani güçsüzlük, acizlik, acıma, atalet gibi şeyler yaşam, beden, itkiler vs. kavramların değersizleştirilmesi yoluyla, Scheler’in ifade ettiği anlamda saptırılmış ve bu tavır yüzyıllar içerisinde bir ahlak sistemine dönüşmüştür. Ayrıca sırtını medeniyet tarihinin en büyük üç kutsal dininden bir tanesine dayayan bir ahlak anlayışının karşılaşacağı itirazlar veya muhalif görüşler doğal olarak bir tehlike arz etmekten çok uzak olacaktır. Hristiyan ressentiment’ı Avrupa toplumuna o kadar yerleşmiştir ki, "tarih boyunca Avrupa’daki ahlak anlayışlarının çoğunda bu duygunun arka planda olduğunu gözlemlemek mümkündür".[32]

Kierkegaard'da[değiştir | kaynağı değiştir]

Kierkegaard, ressentiment kavramını ele alırken bireyin kendisi ve Tanrı ile arasındaki ilişkiye odaklanır. Ona göre ressentiment, bireyin kendi eksiklikleri ve yetersizlikleri ile yüzleşememesi sonucunda ortaya çıkan bir durum olarak gözlemlenmektedir.[33] Tezahür eden bu negatif duygular, bireyin kendisini sürekli olarak başkalarıyla kıyaslaması ve kıyaslamalarının sonucunda kendisini değersiz hissetmesi ile birlikte daha da derinleşir. Kierkegaard bu durumu, bireyin kendi varoluşsal sorumluluklarından kaçışı olarak yorumlar. Ressentiment, bireyin kendi içsel dünyasında yaşadığı bir çatışmanın dışavurumu olup, kişinin kendi varoluşsal sorumluluklarını yerine getirememesi ve Tanrı'ya olan inancındaki zayıflıklarla ilişkilidir.[34]

Kierkegaard'ın felsefesinde etik ve dini yaşam, bireyin varoluşsal sorumluluklarını yerine getirmesi ve Tanrı ile arasındaki ilişkiyi derinleştirmesi ile doğrudan ilişkilidir; ressentiment bu süreçte önemli bir engel yaratır.[33] Kierkegaard, bu durumu şu şekilde ifade eder: "birey, kendi eksikliklerini ve yetersizliklerini kabul edemediğinde, başkalarını suçlama eğilimine girer ve bu eğilim ressentiment duygularının içten içe büyümesine sebep olur. Bu durum, bireyin etik ve dini yaşamında bir gerilemeye yol açar. Birey, kendi varoluşsal sorumluluklarını yerine getirebilmek için bu negatif duygulardan arınmalı ve kendisiyle dürüst bir şekilde yüzleşmelidir.[35]

Kierkegaard ve Nietzsche, ressentiment kavramını oldukça benzer şekilde incelemiştir lakin aralarında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Her ikisi de ressentiment'ın bireyin içsel dünyasında negatif duyguların birikimi sonucu ortaya çıktığını ve bu durumun bireyin etik ve ruhsal gelişimini engellediğini ifade eder. Ancak Kierkegaard bu durumu daha ziyade bireyin Tanrı ile olan ilişkisi bakımından ele alırken Nietzsche, zayıf kimselerin güçlülere karşı duyduğu kıskançlık ve nefretin bir sonucu olarak tanımlar.[34]

Girard'da[değiştir | kaynağı değiştir]

René Girard ressentiment kavramını, Nietzsche'nin irdelediği ahlaki ve psikolojik anlamdan farklı olarak, mimetik kavramı bağlamında ele alır. Ona göre, insan arzuları doğası gereği mukallittir ve insanlar başkalarının arzularını taklit etme eğilimi gösterirler. Bu taklidin eseri olarak insanlar aynı şeyleri arzulamaya başlarlar ve bu durum, sonucunda çatışmayı ve rekabeti meydana getirir. Ressentiment, mahut rekabetin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Başkalarının sahip olduklarına ulaşamamanın getirdiği hayal kırıklığı ve kıskançlık duygusunun eseri olarak, bireyde derin bir hınç ve kin duygusuna neden olur. Bu durum bireyleri, başkalarını suçlamaya ve günah keçisi arayışına sürükler.[36][37]

Kaynakça[değiştir | kaynağı değiştir]

  1. ^ Thiele LP (1990) Friedrich Nietzsche and the Politics of the Soul: A Study of Heroic Individualism. Princeton, NJ: Princeton University Press
  2. ^ Scheler, M. (2004) Hınç Ressentiment, çev. Abdullah Yılmaz, İstanbul: Kanat Kitap, s.3
  3. ^ a b Scheler, 2004:7
  4. ^ "Cambridge Dictionary, English: resentment". Erişim tarihi: 18 Mayıs 2024. 
  5. ^ "Definition of RESENTMENT". www.merriam-webster.com (İngilizce). 14 Mayıs 2024. Erişim tarihi: 17 Mayıs 2024. 
  6. ^ "Collins Dictionary, Definition of 'resentment'". Erişim tarihi: 18 Mayıs 2024. 
  7. ^ Weber M (1966) The Sociology of Religion. London: Methuen. s.111
  8. ^ Weber M (1966) The Sociology of Religion. London: Methuen. s.116
  9. ^ Weber M (1978) Economy and Society: An Outline of Interpretive Sociology, 2 vols. Berkeley: University of California Press. s.462
  10. ^ Turner BS (1996) For Weber: Essays in the Sociology of Fate.
  11. ^ Scheler M., Ressentiment, Marquette University press, 1994
  12. ^ a b Scheler, 2004:9
  13. ^ Scheler, 2004:13
  14. ^ Ayverdi, İ. (2011) Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul: Kubbealtı Lugatı., s.681
  15. ^ Nietzsche, F. (2004a) İnsanca Pek İnsanca 2, çev. Mustafa Tüzel, İstanbul: İthaki Yayınları. 
  16. ^ Nietzsche, F. (2005b) Putların Batışı Ya Da Çekiçle Nasıl Felsefe Yapılır, çev. Mustafa Tüzel, İstanbul: İthaki Yayınları. s. 86. 
  17. ^ Kuçuradi, İ. (2009) Nietzsche ve İnsan, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu
  18. ^ Jonas, M.E., (2013) Gratitude, Ressentiment and Citizenship Education, s.11-12
  19. ^ Nietzsche, F. (2008c) On The Genealogy of Morality, çev. Carol Diethe, United Kingdom: Cambridge University Press. s.20
  20. ^ Scheler, 2004: 65
  21. ^ Kuçuradi, 2009: 54
  22. ^ MacIntyre, A. (2001) Ethik’in Kısa Tarihi, çev. Hakkı Hünler & Solmaz Zelyüt Hünler, s.253
  23. ^ Deleuze, G. (2010a) Nietzsche, çev. İlke Karadağ, İstanbul: Otonom Yayıncılık. s.36-37
  24. ^ Deleuze, G. (2010), Nietzsche
  25. ^ Nietzsche, F. (2008a) Böyle Söyledi Zerdüşt, çev. Mustafa Tüzel, s.302
  26. ^ Delacampagne, C. (2010) 20. Yüzyıl Felsefe Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. s.177
  27. ^ Nietzsche, F. (2003) Ecce Homo, İthaki Yayınları., s.120
  28. ^ Kuçuradi, İ. (2009): 98
  29. ^ "rancune - traduction - Dictionnaire Français-Anglais WordReference.com". www.wordreference.com (Fransızca). Erişim tarihi: 18 Mayıs 2024. 
  30. ^ ""Rancune" tanımı, Fransızca Sözlük,- Türkçe Sözlük". www.fransizcasozluk.net. Erişim tarihi: 18 Mayıs 2024. 
  31. ^ Nietzsche, F. (2008b) Deccal, İthaki Yayınları. s.76
  32. ^ a b Scheler 2004: 41
  33. ^ a b Alexandra Kosorukova (December 2017). "Moral Choice as the Basis for Understanding Morality". RUDN Journal of Philosophy 19(3):323-329 (İngilizce). Erişim tarihi: 31 Mayıs 2024. 
  34. ^ a b Conway, Daniel (2015-08-23). ""The Happiness of 'Slight Superiority'": Kierkegaard and Nietzsche on Resentment". Konturen (İngilizce). 7: 126–160. doi:10.5399/uo/konturen.7.0.3655. ISSN 1947-3796. 
  35. ^ Schneider, Kirk J. (2015). "My Journey With Kierkegaard: From the Paradoxical Self to the Polarized Mind". Journal of Humanistic Psychology (İngilizce). 55 (4): 404–411. doi:10.1177/0022167814537889. ISSN 0022-1678. 
  36. ^ Migotti, Mark (14 Mart 2018). "Review of Nietzsche's Psychology of Ressentiment: Revenge and Justice in On the Geneaology of Morals" (İngilizce). ISSN 1538-1617. 
  37. ^ Girard, René. Şiddet ve Kutsal, Kanat Kitap. Alpay, Necmiye tarafından çevrildi. 
Notlar
  1. ^ Scheler'in ifadesiyle "intikamcılık karşılık verme ya da kendini savunma yönündeki dürtülerden kesin olarak ayrılmalıdır. Eğer bir hayvan kendisine saldıranı ısırırsa, buna “intikam” denemez. Burna yenen bir yumruğa hemen karşılık vermek de öyle. İntikamcılık iki ana özelliğiyle ayrılır: Birincisi, öfke ve kızgınlık duygularıyla birlikte gelen ani tepki gelip geçicidir ya da en azından hemen kontrol altına alınıp dizginlenir ve sonunda karşılık iyi bir fırsat bulmak üzere ertelenir (“sen görürsün gününü”). Bu engellemenin nedeni, anında gösterilecek bir tepkinin yenilgiyle sonuçlanacağı düşüncesi ve bunun verdiği “acizlik” ve “iktidarsızlık” hissidir. Dolayısıyla, bir iktidarsızlık deneyimi üzerine temellenmiş olması açısından, intikamın alınması bile her zaman aslen bir açıdan “zayıf” olana ilişkin bir meseledir". (Scheler, 2004: 7-8)
  2. ^ "En iktidarsız haset aynı zamanda en kötüsüdür. Bu yüzden, başkasının bizatihi doğasına yönelik olan varoluşsal haset, ressentiment’ın en güçlü kaynağıdır. Haset durmaksızın fısıldar gibidir: “her şeyi bağışlayabilirim ama seni –seni sen yapan şeyi- sende olanın bende olmamasını – aslında sen olmamamı asla” (Scheler, 2004: 13-14).
  3. ^ Tıpkı intikamda olduğu gibi, buradaki durumda da, haset Nietzsche’nin tabiriyle gıdaklar, yani açığa çıkar ve kendini belli eder ise bu durum zihinde biriken zehrin bir ölçüde boşaltılmasını sağlayacaktır. Daha koyu olan ve ressentiment’in ortaya çıkışında önemli bir rolü olan haset, kişinin içinde hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir intikam arzusu ve nefretle beslenerek sürekli büyür.