Nâsır-ı Hüsrev: Revizyonlar arasındaki fark

Vikipedi, özgür ansiklopedi
[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Nushirevan11 (mesaj | katkılar)
Değişiklik özeti yok
Nushirevan11 (mesaj | katkılar)
4. satır: 4. satır:


== Yaşamı ve fikirleri ==
== Yaşamı ve fikirleri ==
1004 senesinde [[Belh]] şehrinin bugün [[Tacikistan]] sınırları içerisinde yer alan Kubâdiyan kasabasında dünyaya geldi. Hayatı hakkında pek çok efsane oluşturulmuş, düzmece otobiyografi olan Risâletü’n-nedâme fî zâdil-kıyâme adlı eser kaleme alınmıştır. Kaleme aldığı Sefernâme'sinde anlattığı 1045-1052 yıllarını kapsayan yedi yıllık dönemi ve diğer eserlerinde yer alan hayatına dair ipuçları dışında hayatı hakkında bilgi yoktur. Yirmili yaşlarında [[Gazneli Mahmud]] ve sonrasında oğlu Mesud'un hizmetinde katip olarak görev yaptı. 1040 yılından itibaren [[Selçuklular]]'ın hizmetine girerek sarayda içki meclislerinde yer aldığını söyler. Saraydaki içki aleminden gördüğü bir rüya üzerine tiksinerek istifa eder ve Aralık 1045 yılında hacca gitmek üzere yola çıkar. Yaklaşık yedi yıl sürecek olan bu seyahatinde sırasıyla [[Nişabur]], [[Damgan]], [[Simnan]], [[Kazvin]], [[Şemiranat|Şemiran]], [[Tebriz]], [[Hoy]], [[Ahlat]], [[Bitlis]], [[Silvan]], [[Diyarbakır]] şehirlerini dolaşarak [[Harran]]'a gitti. [[Suriye]] ve [[Filistin]]'i de ziyaret ettikten sonra hacca gitti. Hac dönüşü [[Fâtımî Devleti]]'nin başkenti olan [[Kahire]]'ye gitti. [[Kahire]]'de İsmâilî [[dâî]]si el-Müeyyed eş-Şirazî'nin aracılığıyla [[İsmaililik|İsmailî]] mezhebine bağlandı.
1004 senesinde [[Belh]] şehrinin bugün [[Tacikistan]] sınırları içerisinde yer alan Kubâdiyan kasabasında dünyaya geldi. Hayatı hakkında pek çok efsane oluşturulmuş, düzmece otobiyografi olan Risâletü’n-nedâme fî zâdil-kıyâme adlı eser kaleme alınmıştır.<ref name=":0">TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 32,  sayfa: 395</ref> Kaleme aldığı Sefernâme'sinde anlattığı 1045-1052 yıllarını kapsayan yedi yıllık dönemi ve diğer eserlerinde yer alan hayatına dair ipuçları dışında hayatı hakkında bilgi yoktur. Yirmili yaşlarında [[Gazneli Mahmud]] ve sonrasında oğlu Mesud'un hizmetinde katip olarak görev yaptı. 1040 yılından itibaren [[Selçuklular]]'ın hizmetine girerek sarayda içki meclislerinde yer aldığını söyler. Saraydaki içki aleminden gördüğü bir rüya üzerine tiksinerek istifa eder ve Aralık 1045 yılında hacca gitmek üzere yola çıkar.<ref name=":0" /> Yaklaşık yedi yıl sürecek olan bu seyahatinde sırasıyla [[Nişabur]], [[Damgan]], [[Simnan]], [[Kazvin]], [[Şemiranat|Şemiran]], [[Tebriz]], [[Hoy]], [[Ahlat]], [[Bitlis]], [[Silvan]], [[Diyarbakır]] şehirlerini dolaşarak [[Harran]]'a gitti. [[Suriye]] ve [[Filistin]]'i de ziyaret ettikten sonra hacca gitti. Hac dönüşü [[Fâtımî Devleti]]'nin başkenti olan [[Kahire]]'ye gitti. [[Kahire]]'de İsmâilî [[dâî]]si el-Müeyyed eş-Şirazî'nin aracılığıyla [[İsmaililik|İsmailî]] mezhebine bağlandı.


Ekim 1052 yılında [[Hicaz]], [[Irak]] ve [[İran]] üzerinden [[Belh]]'e dönerek [[İsmaililik|İsmailî]]ği bir [[dâî]] olarak yaymaya başladı. [[Ehl-i Sünnet]] ulemaya hakaretler ederek doğru yolda olmadıklarını ve hak dinden uzaklaşılmasına, ilmin azalmasına Selçuklular ve Gaznelilerin sebep olduğunu söylemesi üzerine [[Çağrı Bey]] tarafından takibata uğratılınca [[Belh]]'i terketti. [[Taberistan]]'a giderek faaliyetlerine devam etti ve bu bölgede pek çok kişiyi [[İsmaililik|İsmailî]] mezhebine kazandırdı. [[Belh]]'e geri döndüğünde [[Sünni]] ulema tarafından [[İlhad|mülhid]]likle suçlandı ve evi yakıldı. Bu yüzden Şii veya İsmailî olan Emîr tarafından yönetilen [[Bedehşan]]'a kaçarak [[Yemgan]] vadisine sığındı. Burada geçmişte yaşadığı güzel günleri yad ederek ve kendisini memleketinden çıkaran mutaassıplardan şikayet ederek duyduğu üzüntüyü işleyen şiirler yazarak geçirdi. [[Bedehşan]]'da [[Yemgan]]’da öldü. Ölüm tarihi bilinmemektedir.
Ekim 1052 yılında [[Hicaz]], [[Irak]] ve [[İran]] üzerinden [[Belh]]'e dönerek [[İsmaililik|İsmailî]]ği bir [[dâî]] olarak yaymaya başladı. [[Ehl-i Sünnet]] ulemaya hakaretler ederek doğru yolda olmadıklarını ve hak dinden uzaklaşılmasına, ilmin azalmasına Selçuklular ve Gaznelilerin sebep olduğunu söylemesi üzerine [[Çağrı Bey]] tarafından takibata uğratılınca [[Belh]]'i terketti. [[Taberistan]]'a giderek faaliyetlerine devam etti ve bu bölgede pek çok kişiyi [[İsmaililik|İsmailî]] mezhebine kazandırdı. [[Belh]]'e geri döndüğünde [[Sünni]] ulema tarafından [[İlhad|mülhid]]likle suçlandı ve evi yakıldı. Bu yüzden Şii veya İsmailî olan Emîr tarafından yönetilen [[Bedehşan]]'a kaçarak [[Yemgan]] vadisine sığındı. Burada geçmişte yaşadığı güzel günleri yad ederek ve kendisini memleketinden çıkaran mutaassıplardan şikayet ederek duyduğu üzüntüyü işleyen şiirler yazarak geçirdi. [[Bedehşan]]'da [[Yemgan]]’da öldü. Ölüm tarihi bilinmemektedir.<ref name=":1">TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 32,  sayfa: 396</ref>


Küçük bir tepe üzerine inşa edilen türbesi bugün [[Afganistan]] sınırları içinde yer alan [[Bedehşan]]'ın [[Yemgan]] ilçesinde Hazretiseyyid köyündedir. Köy halkının Nasır'ı Sünni bir mutasavvıf olarak kabul ettiği ve türbenin [[İsmaililik|İsmailî]]lerce ziyaret edilmesinin engellendiği söylenmektedir.
Küçük bir tepe üzerine inşa edilen türbesi bugün [[Afganistan]] sınırları içinde yer alan [[Bedehşan]]'ın [[Yemgan]] ilçesinde Hazretiseyyid köyündedir. Köy halkının Nasır'ı Sünni bir mutasavvıf olarak kabul ettiği ve türbenin [[İsmaililik|İsmailî]]lerce ziyaret edilmesinin engellendiği söylenmektedir.<ref name=":1" />


=== Nâsır Hüsrev’in savunduğu bâtınî âkideler ===
=== Nâsır Hüsrev’in savunduğu bâtınî âkideler ===

Sayfanın 15.26, 30 Nisan 2017 tarihindeki hâli

Nâsır Hüsrev, tam adı Ebu Muîn Nâsır b. Hüsrev b. Hâris el-Kubâdiyânî el-Mervezî (d. 1004, Kubadiyan, Belh - ö. (?), Yemgan), İsmailî şair, filozof, seyyah.

Dosya:SafarNamehNaserKhosrou.jpg
Sefer-Nâme-i Nâsır Hüsrev

Yaşamı ve fikirleri

1004 senesinde Belh şehrinin bugün Tacikistan sınırları içerisinde yer alan Kubâdiyan kasabasında dünyaya geldi. Hayatı hakkında pek çok efsane oluşturulmuş, düzmece otobiyografi olan Risâletü’n-nedâme fî zâdil-kıyâme adlı eser kaleme alınmıştır.[1] Kaleme aldığı Sefernâme'sinde anlattığı 1045-1052 yıllarını kapsayan yedi yıllık dönemi ve diğer eserlerinde yer alan hayatına dair ipuçları dışında hayatı hakkında bilgi yoktur. Yirmili yaşlarında Gazneli Mahmud ve sonrasında oğlu Mesud'un hizmetinde katip olarak görev yaptı. 1040 yılından itibaren Selçuklular'ın hizmetine girerek sarayda içki meclislerinde yer aldığını söyler. Saraydaki içki aleminden gördüğü bir rüya üzerine tiksinerek istifa eder ve Aralık 1045 yılında hacca gitmek üzere yola çıkar.[1] Yaklaşık yedi yıl sürecek olan bu seyahatinde sırasıyla Nişabur, Damgan, Simnan, Kazvin, Şemiran, Tebriz, Hoy, Ahlat, Bitlis, Silvan, Diyarbakır şehirlerini dolaşarak Harran'a gitti. Suriye ve Filistin'i de ziyaret ettikten sonra hacca gitti. Hac dönüşü Fâtımî Devleti'nin başkenti olan Kahire'ye gitti. Kahire'de İsmâilî dâîsi el-Müeyyed eş-Şirazî'nin aracılığıyla İsmailî mezhebine bağlandı.

Ekim 1052 yılında Hicaz, Irak ve İran üzerinden Belh'e dönerek İsmailîği bir dâî olarak yaymaya başladı. Ehl-i Sünnet ulemaya hakaretler ederek doğru yolda olmadıklarını ve hak dinden uzaklaşılmasına, ilmin azalmasına Selçuklular ve Gaznelilerin sebep olduğunu söylemesi üzerine Çağrı Bey tarafından takibata uğratılınca Belh'i terketti. Taberistan'a giderek faaliyetlerine devam etti ve bu bölgede pek çok kişiyi İsmailî mezhebine kazandırdı. Belh'e geri döndüğünde Sünni ulema tarafından mülhidlikle suçlandı ve evi yakıldı. Bu yüzden Şii veya İsmailî olan Emîr tarafından yönetilen Bedehşan'a kaçarak Yemgan vadisine sığındı. Burada geçmişte yaşadığı güzel günleri yad ederek ve kendisini memleketinden çıkaran mutaassıplardan şikayet ederek duyduğu üzüntüyü işleyen şiirler yazarak geçirdi. Bedehşan'da Yemgan’da öldü. Ölüm tarihi bilinmemektedir.[2]

Küçük bir tepe üzerine inşa edilen türbesi bugün Afganistan sınırları içinde yer alan Bedehşan'ın Yemgan ilçesinde Hazretiseyyid köyündedir. Köy halkının Nasır'ı Sünni bir mutasavvıf olarak kabul ettiği ve türbenin İsmailîlerce ziyaret edilmesinin engellendiği söylenmektedir.[2]

Nâsır Hüsrev’in savunduğu bâtınî âkideler

Nâsır-ı Hüsrev’in yaydığı ve telkin ettiği bâtınî akideler içerdiği onca te’vilâta rağmen nass’ın zâhir hükümlerinin göz ardı edilmesine kesinlikle karşı çıkması ve şer’in amelî tekliflerini kabul etmesi nedeniyle Bâtıni Suriye Nusayrîler’i ile Elemût Bâtınîliği’nden ayrılmaktadır. Nâsır Hüsrev, yalnız bâtının “tek göz” ve yalnız zâhirin de “tek göz” olduğunu söylemekte ve hakikâti kavrayabilmek için “çift göze” gereksinim olduğunu savunmaktadır. “Zâd-ûl Müsâfirîn” adlı eserinin girişinde bu konudaki görüşlerini anlatmaktadır. Bâtınîliğe kendi şahsi kanaatlerini ekleyerek bir hususiyet kazandırmağa çalışan Nâsır-ı Hüsrev, bilumum Bâtınîlerce esas olan te’vil yolunu daha ziyâde tevsi’ ederek o zamana kadar gidilmiş olan yoldan farklılaşan yeni bir çığır açmıştır.

Nâsır Hüsrev’in Hurûfîliği

Doğu Hurûfîliği’nin bir atlama basamağı konumunda bulunan hurûfun anlamları Nâsır’ın öğretilerinde çok önemli bir yer tutmaktadır. Şîʿa-i Bâtın’îyye’nin Kur'an-ı Kerîm hakkında çıkardığı hükümlerle Hurûf-u Mukattaa’nın izahatına yönelik yapmış olduğu te’vil ve tevcihler hususundaki üstün zekâsını ustaca kullanabilme yeteneği Nâsır-ı Hüsrev’i diğer “Âba-i Bâtınî’yye” arasında çok farklı bir üst seviyeye taşımaktadır. Nâsır’a göre “Lâ ilâhe il-l’Allâh” cümlesinin ihtivâ ettiği harfler hıfz’edildikten sonra geriye “İ – L – H” harflerinden ibaret olan üç harf kalır. Bu üç harf din âleminde “Ced–Feth–Hayâl” ifâde eden “Eb’âd-ı Selâse’yi iş’ar” eder. Diğer Hurûfîler tarafından kullanılan çeşitli “taklib” şekilleri ise Nâsır Hüsrev’de gittikçe inceleşmektedir.

Eserleri

  • Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev’in en önemli eseri fıkıh kitabını andıran ve Türkistan Bâtınîleri ile Pamir Alevîleri tarafından mezhepte “Düstur-û Amel” olarak bilinen “Veçh-î Dîn” adındaki eseridir. Günümüzde kadar korunabilmiş olan bu eser "BâtınîPamir Alevîliği" i’tikadının ana hatlarını kayıt altında tutabilmiş olan en ciddî belge niteliğindedir.
  • Nâsır-ı Hüsrev'in en ünlü düzyazı yapıtı, 1045-1052 yılları arasında Merv’den başlayarak Nişabur, Rey gibi İran kentlerini ve Anadolu topraklarından geçerek, Suriye ve Mısır’a yaptığı yaklaşık 18000 km yol aldığı yedi yıllık seyahatini içeren Sefer-Nâme (Seyâhat-Nâme) adlı eseridir.[3] İlk kez Fransızca çevirisiyle birlikte 1881'de yayımlanan yapıtın Türkçe çevirisi 1950'de basılmıştır.
  • Nâsır Hüsrev’in felsefî görüşlerini içeren en değerli ise "Zâd-ûl Misafirîn" adını taşır. Bu kitap Yunan feylesoflarının meslekleri ve İslâm hükemâsının, özellikle de Muhammed bin Zekerriya’nın kuramlarına karşı şiddetli eleştiri ve tartışmaları ihtiva eder. Nâsır Hüsrev’in bu eserinde, felsefî mes’eleler ile Kur'an-ı Kerîm’in ayetleri arasında karşılıklı ilişkiler kurulması hususunda Nâsır’ın konulara olan hâkimiyeti şaşırtıcı derecede kuvvetlidir.
  • Ayrıca Nâsır-ı Hüsrev’in bâtınîlerin mezheplerinin ana ilkelerini içeren önemli bir tefsiri ile, “Kitâb-ı Musbah”, “Botan-ûl Ukûl”, “Eksir-î Â’zâm”, “Kanûn-û Â’zâm”, “El-Müstevfî”, “Düstur-û Â’zâm” ve “Kenz-ül Hâkayık” isimlerindeki eserlerinin de tercümeleri mevcuttur.[4]
  • Nâsır-ı Hüsrev'in felsefi şiirlerinin en önemlilerinden biri de Rüşenâ-î Nâme adlı eseridir. (1928). Saâdet-Nâme 'de (1950) yöneticilere ağır eleştiriler yönelten Nasır-ı Hüsrev, Cami'ûl-Hikmeteyn adlı yapıtında İsmâilî ilâhiyatı ile Yunan felsefesini bağdaştırmaya çalışır. Büyük bir teknik ustalığa dayanan üslubu düz ve canlıdır.
  • Diğer eserlerinden Havan-ûl İhvân[5] adlı bir divânı da zamanımıza kadar gelmiştir.

Dış bağlantılar

Kaynakça

  1. ^ a b TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 32,  sayfa: 395
  2. ^ a b TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 32,  sayfa: 396
  3. ^ İran Seyyahları ve Farsça Seyahatnameler
  4. ^ Profesör M. Şerafeddin, Nâsır-ı Hüsrev, İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, Sayı: 5 ve 6, Yıl: 1927.
  5. ^ Ayasofya kütüphanesinde tek el yazma nüshası mevcut olan bu eser İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi profesörlerinden M. Şerafeddin tarafından bulunmuştur.