Delhi Sultanlığı: Revizyonlar arasındaki fark

Vikipedi, özgür ansiklopedi
[kontrol edilmemiş revizyon][kontrol edilmemiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Subutay1000 (mesaj | katkılar)
Değişiklik özeti yok
Subutay1000 (mesaj | katkılar)
Değişiklik özeti yok
200. satır: 200. satır:


'''Kölemenler Hanedanı'''
'''Kölemenler Hanedanı'''

Memlük (Kölemen) Hanedanlığı veya Gulam Hanedanlığı 1206'dan 1290 senesine kadar Delhi Sultanlığı vazifesini gören devlettir Devletin kurucusu Kutbeddin Aybek, Afgan kökenli Gurlar Devletinin hükümdarı Muhammed Guri'nin Hindistan'da ki topraklarını yöneten ve ordularını
Memlük (Kölemen) Hanedanlığı veya Gulam Hanedanlığı 1206'dan 1290 senesine kadar Delhi Sultanlığı vazifesini gören devlettir Devletin kurucusu Kutbeddin Aybek, Afgan kökenli Gurlar Devletinin hükümdarı Muhammed Guri'nin Hindistan'da ki topraklarını yöneten ve ordularını
kumanda eden eski bir köle olan Türk kökenli birisidir
kumanda eden eski bir köle olan Türk kökenli birisidir
210. satır: 209. satır:


'''Halaciler'''
'''Halaciler'''



Halaç Türkleri tarafından kurulan ve 1202-1531 yılları arasında Leknevtî, Delhi ve Mâlvâ’da hüküm süren üç İslâm hânedanı.
Halaç Türkleri tarafından kurulan ve 1202-1531 yılları arasında Leknevtî, Delhi ve Mâlvâ’da hüküm süren üç İslâm hânedanı.
221. satır: 219. satır:


Delhi Halacîleri’nin kurucusu ve ilk hükümdarı Celâleddin Fîrûz Şah’tır. Yuğruş unvanlı bir kumandanın oğlu olan Celâleddin, Delhi’de hüküm süren Memlük sultanlarından Muizzüddin Keykubad’a karşı bir darbe yaparak tahtı ele geçirdi ve Keykubad’ı öldürttü (1290). Celâleddin Fîrûz Şah’ın Hindû racalarına karşı düzenlediği harekât başarısızlıkla sonuçlandı. 1292’de kuzeybatı sınırlarındaki Sind ve Pencap Moğol istilâsına mâruz kaldı. Hülâgû Han ailesinden olduğu rivayet edilen Abdullah Han Halacîler tarafından mağlûp edildi. Celâleddin Fîrûz Şah bu savaşta esir alınan Moğollar’ı Delhi’ye getirtti. Algu Han ve bazı ileri gelenler İslâmiyet’i kabul ederek Moğolpûr adı verilen kasabada iskân edildiler. Celâleddin’in yeğeni ve damadı olan Karra ve Eved (Ûdh) Valisi Alâeddin Muhammed hazırladığı bir komplo ile onu öldürttü (17 Ramazan 695/19 Temmuz 1296). Celâleddin Fîrûz Şah’ın hanımı Melike-i Cihân, Mültan’daki veliaht Erkli Han’ı çağıracağı yerde Celâleddin’in diğer oğlu İbrâhim’i Rükneddin unvanı ile tahta çıkarttı. Bu sırada Erkli Han da Mültan’dan Delhi’ye doğru hareket etmişti. Beş ay sonra durumu daha da güçlenen Alâeddin Muhammed Erkli Han’dan önce Delhi’ye girdi ve hükümdar ailesi tevkif edildi, birçok kişi öldürüldü. 20 Ekim 1296’da Delhi’de tahta oturan Alâeddin Muhammed Şah, Delhi Memlük sultanlarından Kutbüddin Aybeg, Şemseddin İltutmış ve Gıyâseddin Balaban Han gibi büyük sultanlar arasında zikredilmektedir. Alâeddin Muhammed, beş yıl süren başarılı bir askerî harekâttan sonra Gucerât, Ranthambhor, Çitor, Mândû, Sivana ve Calor’u topraklarına kattı. Aynı şekilde Güney Hindistan’da Devâgirî (Deogiri, Devletâbâd), Telingana, Dvârasamudra ve Madura gibi vilâyetler Delhi Halacîleri’nin üstünlüğünü kabul ederek vergiye bağlandılar. 1297-1308 yılları arasında Çağatay akınlarını önlemeye muvaffak olan Alâeddin Muhammed Şah, toprak ilhak etme yerine yıllık vergi ve ganimet temini yolunu seçerek içtimaî, iktisadî ve askerî reformları ile haklı bir şöhret kazanmıştır. 6 Ocak 1316’da ölen Alâeddin Muhammed Şah’tan sonra yerine Melik Kâfûr Hezârdînârî kendi nüfuzu ile Şehâbeddin Ömer’i tahta geçirdiyse de bunun saltanatı uzun sürmedi. Alâeddin’in üçüncü oğlu Kutbüddin Mübârek Şah, kendisini öldürmek için gelen saray muhafızlarını ikna ederek Melik Kâfûr’u öldürttü. Mübârek Şah önce nâib olarak hüküm sürdü; 14 Nisan 1316’da küçük kardeşini hapse attırarak Kutbüddin lakabı ile tahta çıktı. Mübârek Şah babasının sert idare tarzını değiştirdi. Ülkede istikrarı sağladı ve “halîfetullah” unvanını aldı. Alâeddin Muhammed’in vergiye bağladığı Marata (Marhata) ülkesini doğrudan Delhi Sultanlığı’na kattı (1318); Devâgirî şehrinin adını da Kutbâbâd olarak değiştirdi. Ancak bir süre sonra bir suikast neticesinde öldürülünce eski Hindû mühtedi Hüsrev Han, Nâsırüddin Hüsrev Şah unvanıyla tahta çıktı (Nisan 1320). Bunun üzerine Türk kumandanları Mültan ve Dipalpûr Valisi Melik Gazi Tuğluk’u yardıma çağırdılar. Lahravat’ta cereyan eden savaşta Hüsrev Şah’ın ordusu bozguna uğratıldı; kendisi de bir müddet sonra yakalanarak öldürüldü. Halacî ailesinden erkek fert kalmadığı için Melik Gazi, Gıyâseddin Tuğluk unvanıyla tahta geçti. Böylece Delhi Halacîleri’nin yerini Tuğluklular almış oldu (Eylül 1320).
Delhi Halacîleri’nin kurucusu ve ilk hükümdarı Celâleddin Fîrûz Şah’tır. Yuğruş unvanlı bir kumandanın oğlu olan Celâleddin, Delhi’de hüküm süren Memlük sultanlarından Muizzüddin Keykubad’a karşı bir darbe yaparak tahtı ele geçirdi ve Keykubad’ı öldürttü (1290). Celâleddin Fîrûz Şah’ın Hindû racalarına karşı düzenlediği harekât başarısızlıkla sonuçlandı. 1292’de kuzeybatı sınırlarındaki Sind ve Pencap Moğol istilâsına mâruz kaldı. Hülâgû Han ailesinden olduğu rivayet edilen Abdullah Han Halacîler tarafından mağlûp edildi. Celâleddin Fîrûz Şah bu savaşta esir alınan Moğollar’ı Delhi’ye getirtti. Algu Han ve bazı ileri gelenler İslâmiyet’i kabul ederek Moğolpûr adı verilen kasabada iskân edildiler. Celâleddin’in yeğeni ve damadı olan Karra ve Eved (Ûdh) Valisi Alâeddin Muhammed hazırladığı bir komplo ile onu öldürttü (17 Ramazan 695/19 Temmuz 1296). Celâleddin Fîrûz Şah’ın hanımı Melike-i Cihân, Mültan’daki veliaht Erkli Han’ı çağıracağı yerde Celâleddin’in diğer oğlu İbrâhim’i Rükneddin unvanı ile tahta çıkarttı. Bu sırada Erkli Han da Mültan’dan Delhi’ye doğru hareket etmişti. Beş ay sonra durumu daha da güçlenen Alâeddin Muhammed Erkli Han’dan önce Delhi’ye girdi ve hükümdar ailesi tevkif edildi, birçok kişi öldürüldü. 20 Ekim 1296’da Delhi’de tahta oturan Alâeddin Muhammed Şah, Delhi Memlük sultanlarından Kutbüddin Aybeg, Şemseddin İltutmış ve Gıyâseddin Balaban Han gibi büyük sultanlar arasında zikredilmektedir. Alâeddin Muhammed, beş yıl süren başarılı bir askerî harekâttan sonra Gucerât, Ranthambhor, Çitor, Mândû, Sivana ve Calor’u topraklarına kattı. Aynı şekilde Güney Hindistan’da Devâgirî (Deogiri, Devletâbâd), Telingana, Dvârasamudra ve Madura gibi vilâyetler Delhi Halacîleri’nin üstünlüğünü kabul ederek vergiye bağlandılar. 1297-1308 yılları arasında Çağatay akınlarını önlemeye muvaffak olan Alâeddin Muhammed Şah, toprak ilhak etme yerine yıllık vergi ve ganimet temini yolunu seçerek içtimaî, iktisadî ve askerî reformları ile haklı bir şöhret kazanmıştır. 6 Ocak 1316’da ölen Alâeddin Muhammed Şah’tan sonra yerine Melik Kâfûr Hezârdînârî kendi nüfuzu ile Şehâbeddin Ömer’i tahta geçirdiyse de bunun saltanatı uzun sürmedi. Alâeddin’in üçüncü oğlu Kutbüddin Mübârek Şah, kendisini öldürmek için gelen saray muhafızlarını ikna ederek Melik Kâfûr’u öldürttü. Mübârek Şah önce nâib olarak hüküm sürdü; 14 Nisan 1316’da küçük kardeşini hapse attırarak Kutbüddin lakabı ile tahta çıktı. Mübârek Şah babasının sert idare tarzını değiştirdi. Ülkede istikrarı sağladı ve “halîfetullah” unvanını aldı. Alâeddin Muhammed’in vergiye bağladığı Marata (Marhata) ülkesini doğrudan Delhi Sultanlığı’na kattı (1318); Devâgirî şehrinin adını da Kutbâbâd olarak değiştirdi. Ancak bir süre sonra bir suikast neticesinde öldürülünce eski Hindû mühtedi Hüsrev Han, Nâsırüddin Hüsrev Şah unvanıyla tahta çıktı (Nisan 1320). Bunun üzerine Türk kumandanları Mültan ve Dipalpûr Valisi Melik Gazi Tuğluk’u yardıma çağırdılar. Lahravat’ta cereyan eden savaşta Hüsrev Şah’ın ordusu bozguna uğratıldı; kendisi de bir müddet sonra yakalanarak öldürüldü. Halacî ailesinden erkek fert kalmadığı için Melik Gazi, Gıyâseddin Tuğluk unvanıyla tahta geçti. Böylece Delhi Halacîleri’nin yerini Tuğluklular almış oldu (Eylül 1320).



'''Tuğluklular'''
'''Tuğluklular'''


Hânedanın kurucusu Gıyâseddin Tuğluk, Sind ile Türk ülkeleri arasında kalan dağlık Karavna bölgesi Türkler’indendir. Alâeddin Halacî devrinde (1296-1316) Hindistan’a gelerek sultanın Sind ve Mültan valisi olan kardeşi Uluğ Han Elmas’ın hizmetine girdi, ordunun yaya ve atlı sınıflarında yer aldıktan sonra emirliğe yükseldi. Moğollar’a karşı yapılan savaşlarda gösterdiği başarılar neticesinde ün kazandı ve “Melik Gazi” unvanıyla anılmaya başlandı. Uzun yıllar kuzeybatı sınırı eyaletlerinden Dipâlpûr, Sâmâna ve Mültan’ın idareciliğini yürüttü ve Kutbüddin Mübârek Şah’ın hükümdarlığı sırasında (1316-1320) aynı görevi sürdürdü.
Hânedanın kurucusu Gıyâseddin Tuğluk, Sind ile Türk ülkeleri arasında kalan dağlık Karavna bölgesi Türkler’indendir. Alâeddin Halacî devrinde (1296-1316) Hindistan’a gelerek sultanın Sind ve Mültan valisi olan kardeşi Uluğ Han Elmas’ın hizmetine girdi, ordunun yaya ve atlı sınıflarında yer aldıktan sonra emirliğe yükseldi. Moğollar’a karşı yapılan savaşlarda gösterdiği başarılar neticesinde ün kazandı ve “Melik Gazi” unvanıyla anılmaya başlandı. Uzun yıllar kuzeybatı sınırı eyaletlerinden Dipâlpûr, Sâmâna ve Mültan’ın idareciliğini yürüttü ve Kutbüddin Mübârek Şah’ın hükümdarlığı sırasında (1316-1320) aynı görevi sürdürdü.


252. satır: 247. satır:
Tuğluklular devri, Delhi Sultanlığı’nın siyasî tarihinde bir gerileme devri olmakla birlikte kültür hayatı ve imar faaliyetleri açısından parlak bir dönem olmuştur. Ülke ekonomik ve sosyal açıdan bir refah dönemini geçirmiş, birçok müessese ve mescid yapılmıştır. Ayrıca sosyal hayatta değişimler ve bazı ıslahatların gerçekleştirildiği dönem olarak dikkat çekmektedir. Özellikle Gıyâseddin Tuğluk Şah’ın sosyal alanda ıslahata büyük önem verdiği görülmektedir. Moğollar’dan kaçan pek çok ilim adamı Hindistan’a sığınmış, faaliyetlerini burada devam ettirmiştir. Tuğluklu hükümdarlarının saraylarındaki toplantılarda âlimler, sanatkârlar, şairler ve müzisyenlerin daima özel bir yeri vardı. Pek çok edip ve şair Gıyâseddin Tuğluk’tan himaye görmüş, şair, tarihçi ve mutasavvıf Emîr Hüsrev-i Dihlevî Tuġluķnâme adlı eserini ona ithaf etmiştir. Bu devirde bayındırlık alanında önemli eserler ortaya konulmuştur. Bunların başlıcaları Gıyâseddin Tuğluk Şah’ın kurduğu Tuğlukâbâd, Muhammed Şah Tuğluk’un inşa ettirdiği Cihanpenâh ve Fîrûz Şah’ın kurduğu Fîrûzâbâd şehirleridir. Bilhassa Fîrûz Şah zamanı imar faaliyetleri açısından çok önemlidir. Bu dönemde çok sayıda mescid ve medrese yaptırılarak vakıflar tahsis edilmiştir. Bunlar arasında Mescid-i Câmî ve Medrese-i Fîrûz Şah dikkat çeken eserlerdir. Gıyâseddin Tuğluk Şah ile Fîrûz Şah Tuğluk’un türbeleri bu dönemin önemli mimari yapılarındandır. Mültan’da Şeyh Rükniâlem Türbesi, Yeni Delhi’de Nizâmeddin Evliyâ Türbesi, Cihanpenâh’ta Begüm-pûr Camii ve Delhi’de Hırki Camii de bu eserler arasındadır. Tuğluklular döneminin sûfî, âlim ve devlet adamları arasında Burhâneddîn-i Garîb, Hamid Kalender, Hân-ı Cihân Makbûl, yedi yıl kadılık yapan İbn Battûta, Şerefeddin Mânerî Mîrhord ve Muînüddin İmrânî zikredilebilir.
Tuğluklular devri, Delhi Sultanlığı’nın siyasî tarihinde bir gerileme devri olmakla birlikte kültür hayatı ve imar faaliyetleri açısından parlak bir dönem olmuştur. Ülke ekonomik ve sosyal açıdan bir refah dönemini geçirmiş, birçok müessese ve mescid yapılmıştır. Ayrıca sosyal hayatta değişimler ve bazı ıslahatların gerçekleştirildiği dönem olarak dikkat çekmektedir. Özellikle Gıyâseddin Tuğluk Şah’ın sosyal alanda ıslahata büyük önem verdiği görülmektedir. Moğollar’dan kaçan pek çok ilim adamı Hindistan’a sığınmış, faaliyetlerini burada devam ettirmiştir. Tuğluklu hükümdarlarının saraylarındaki toplantılarda âlimler, sanatkârlar, şairler ve müzisyenlerin daima özel bir yeri vardı. Pek çok edip ve şair Gıyâseddin Tuğluk’tan himaye görmüş, şair, tarihçi ve mutasavvıf Emîr Hüsrev-i Dihlevî Tuġluķnâme adlı eserini ona ithaf etmiştir. Bu devirde bayındırlık alanında önemli eserler ortaya konulmuştur. Bunların başlıcaları Gıyâseddin Tuğluk Şah’ın kurduğu Tuğlukâbâd, Muhammed Şah Tuğluk’un inşa ettirdiği Cihanpenâh ve Fîrûz Şah’ın kurduğu Fîrûzâbâd şehirleridir. Bilhassa Fîrûz Şah zamanı imar faaliyetleri açısından çok önemlidir. Bu dönemde çok sayıda mescid ve medrese yaptırılarak vakıflar tahsis edilmiştir. Bunlar arasında Mescid-i Câmî ve Medrese-i Fîrûz Şah dikkat çeken eserlerdir. Gıyâseddin Tuğluk Şah ile Fîrûz Şah Tuğluk’un türbeleri bu dönemin önemli mimari yapılarındandır. Mültan’da Şeyh Rükniâlem Türbesi, Yeni Delhi’de Nizâmeddin Evliyâ Türbesi, Cihanpenâh’ta Begüm-pûr Camii ve Delhi’de Hırki Camii de bu eserler arasındadır. Tuğluklular döneminin sûfî, âlim ve devlet adamları arasında Burhâneddîn-i Garîb, Hamid Kalender, Hân-ı Cihân Makbûl, yedi yıl kadılık yapan İbn Battûta, Şerefeddin Mânerî Mîrhord ve Muînüddin İmrânî zikredilebilir.


'''Seyyid Hanedanlığı'''

'''Seyyid HanedanlığıI'''


Sultan Fîrûz Şah Tuğluk’un (1351-1388) emîrlerinden Melik Nasîrülmülk Merdan Devlet’in üvey oğlu Melik Süleyman’ın oğlu Seyyid Hızır Han tarafından kurulmuştur. Dönemin tarihçisi Yahyâ Sirhindî, Mültanlı Sühreverdî şeyhi Seyyid Celâleddin Hüseyin el-Buhârî’nin Melik Süleyman’ın seyyid olduğunu ima etmesi ve Hızır Han’ın bir seyyidin mânevî niteliklerine sahip olması sebebiyle hânedan mensuplarının kendilerini “Seyyidler” diye tanıttığını kaydeder. Ancak diğer çağdaş kaynaklarca teyit edilmeyen bu iddia şüpheyle karşılanmalıdır.
Sultan Fîrûz Şah Tuğluk’un (1351-1388) emîrlerinden Melik Nasîrülmülk Merdan Devlet’in üvey oğlu Melik Süleyman’ın oğlu Seyyid Hızır Han tarafından kurulmuştur. Dönemin tarihçisi Yahyâ Sirhindî, Mültanlı Sühreverdî şeyhi Seyyid Celâleddin Hüseyin el-Buhârî’nin Melik Süleyman’ın seyyid olduğunu ima etmesi ve Hızır Han’ın bir seyyidin mânevî niteliklerine sahip olması sebebiyle hânedan mensuplarının kendilerini “Seyyidler” diye tanıttığını kaydeder. Ancak diğer çağdaş kaynaklarca teyit edilmeyen bu iddia şüpheyle karşılanmalıdır.
269. satır: 263. satır:
Ülkede siyasî istikrarı sağlayamamış olmalarına rağmen Seyyid hükümdarları yeni şehirler kurmak için çalışmışlardır. Hızır Han Hızırâbâd’ı ve Mübârek Şah, Cemne (Cumna) ırmağı kıyısında Mübârekâbâd’ı tesis etmiştir. Mübârek Şah kurduğu şehri müstahkem hale getirmiş ve kendisi için bir türbe yaptırmıştır. Alâeddin Âlem Şah’ın da Bedâûn eyaletindeki Alâpûr’u iskân ettiği rivayet edilmektedir. Seyyidler döneminden günümüze yalnızca “makbere mimarisi” olarak adlandırılan elliden fazla büyük türbe ulaşmıştır.
Ülkede siyasî istikrarı sağlayamamış olmalarına rağmen Seyyid hükümdarları yeni şehirler kurmak için çalışmışlardır. Hızır Han Hızırâbâd’ı ve Mübârek Şah, Cemne (Cumna) ırmağı kıyısında Mübârekâbâd’ı tesis etmiştir. Mübârek Şah kurduğu şehri müstahkem hale getirmiş ve kendisi için bir türbe yaptırmıştır. Alâeddin Âlem Şah’ın da Bedâûn eyaletindeki Alâpûr’u iskân ettiği rivayet edilmektedir. Seyyidler döneminden günümüze yalnızca “makbere mimarisi” olarak adlandırılan elliden fazla büyük türbe ulaşmıştır.


'''Lodiler'''
'''Lodiler'''


280. satır: 272. satır:


1517 senesinde vefat eden İskender Lûdî'nin yerine, oğlu Sultan İbrahim geçti. Sultan İbrahim’in beylerine karşı davranışı, dede ve babasından çok farklı idi. Çevresini kırdı. Sultan İbrahim’in, beylerine karşı şüphelerinin artması ve birçoğunu gizlice yakalatıp, öldürmesi üzerine, bir grup bey, Kâbil Sultanı Babür Şâh'a başvurup, Hindistan’a davet ettiler. Babür Şah, çeşitli hazırlık ve deneme seferlerinden sonra, 1526’da Hindistan’a yaptığı son seferde, Delhi’nin kuzeyinde Pâni Püt’te Sultan İbrahim’in ordusunu bozguna uğrattı. Sultan İbrahim, savaş esnasında öldü. Böylece, Delhi Afgan Sultanlığı (Lûdîler), sona erdi. Toprakları, Babür’ün eline geçti.
1517 senesinde vefat eden İskender Lûdî'nin yerine, oğlu Sultan İbrahim geçti. Sultan İbrahim’in beylerine karşı davranışı, dede ve babasından çok farklı idi. Çevresini kırdı. Sultan İbrahim’in, beylerine karşı şüphelerinin artması ve birçoğunu gizlice yakalatıp, öldürmesi üzerine, bir grup bey, Kâbil Sultanı Babür Şâh'a başvurup, Hindistan’a davet ettiler. Babür Şah, çeşitli hazırlık ve deneme seferlerinden sonra, 1526’da Hindistan’a yaptığı son seferde, Delhi’nin kuzeyinde Pâni Püt’te Sultan İbrahim’in ordusunu bozguna uğrattı. Sultan İbrahim, savaş esnasında öldü. Böylece, Delhi Afgan Sultanlığı (Lûdîler), sona erdi. Toprakları, Babür’ün eline geçti.






307. satır: 297. satır:


'''Kutup Minar'''
'''Kutup Minar'''


1192’de Hindistan tarihiyle ilgili çok önemli bir olay olur. Afganistan’dan gelen Gurlu Muhammed’in ordusu, kabiliyetli bir kölemen asker olan Kutbettin Aybeg komutasında Çavhan hanedanlığı ve Delhi ‘nin son Hindu Rajası Prithviraj’ı yener. Bundan sonra Delhi hep Müslüman idarecilerin yönetiminde kalacaktır. Bu önemli olayın anısına komutan Kutbettin Aybeg, aslen minare işlevi görecek, aynı zamanda zaferinin nişanesi olacak bir kule diktirir. Bu kule bugün banisinin ismine izafeten ‘Kutup Minar’ olarak anılıyor.
1192’de Hindistan tarihiyle ilgili çok önemli bir olay olur. Afganistan’dan gelen Gurlu Muhammed’in ordusu, kabiliyetli bir kölemen asker olan Kutbettin Aybeg komutasında Çavhan hanedanlığı ve Delhi ‘nin son Hindu Rajası Prithviraj’ı yener. Bundan sonra Delhi hep Müslüman idarecilerin yönetiminde kalacaktır. Bu önemli olayın anısına komutan Kutbettin Aybeg, aslen minare işlevi görecek, aynı zamanda zaferinin nişanesi olacak bir kule diktirir. Bu kule bugün banisinin ismine izafeten ‘Kutup Minar’ olarak anılıyor.



Sayfanın 13.55, 30 Mayıs 2016 tarihindeki hâli

Delhi Sultanlığı
دلی سلطنت
दिल्ली सलतनत
Delhi Sultanlığı
1206-1527
Delhi Sultanlığı bayrağı
Bayrak
Delhi Sultanlığı'nın en geniş sınırları Tuğluk Hanedanı zamanı
BaşkentDelhi
HükûmetMonarşi
• 1206-1210
Kutbiddin Aybak
• 1517-1526
İbrahim Lodi
Tarihçe 
• Kuruluşu
1206
• Dağılışı
1527
Öncüller
Ardıllar
Moğol İmparatorluğu
Babür İmparatorluğu

Delhi Sultanlığı (دلی سلطنت Delhi Saltanat) ya da Sultanat-ı Hint (1206 - 1526) yılları arasında Hindistan'da hüküm sürmüş olan Türk[1] devleti. Delhi Sultanlığı'nı Türk kökenli olan Kölemen Hanedanı (Hint 'Memlûk' Hanedanı; 1206-90) kurmuş ve yine Türk kökenli olan Halaci (1290-1320), Tuğluk(1320-1413), Seyyid (1414-51) hanedanları tarafından yönetilmiştir. Seyyid Hanedanından sonra gelen ve en sonuncu hanedan olan Lodi Hanedanı (1451-1526) ise Afgan kökenlidir. 1526 yılında Delhi Sultanlığı yeni ortaya çıkan Babür İmparatorluğu tarafından fethedilmiştir.

Delhi Sultanlığı

Hindistan’daki müslüman Gurlu Devleti’nin komutanlarından Kutbiddin Aybak tarafından Delhi’de kurulan Türk devleti. Bu devlete; Mu’izzîler, Halacîler, Tuğluklar ve Seyyidler olmak üzere dört Türk sülâlesi birbiri arkasından hükümrân oldular.

İslâmiyet, Aşağı İndüs vadisine ilk olarak Emevîler devrinde girmişti. Sonraları Hindistan içlerine müslüman askerî kuvvetlerini ilk getiren Gazneli hükümdarları idi. Gazneliler, Pencab bölgesini ele geçirerek, burayı Hindistan’daki dâimî merkezleri yaptılar. İktidarlarının sonuna doğru ise Lahor merkez olmuştu. Gazneliler’in yerini alan Gurlular için Pencab, Hindistan’ın fethi için önemli bir merkez idi. Gurlu hanedanından 1173 (H. 569) senesinden sonra Gazne’de hükümdar olan Şehâbüddîn (Mu’izzüddîn) Muhammed, Ganj ovasında hâkimiyetini genişletti. Muînüddîn Çeştî hazretlerinden aldığı işaretle, Ecmir’i fethetti. Emrindeki Türk asıllı kumandanlarından Kutbeddîn Aybeg’i bütün Hindistan’ın fethi ile vazifelendirdi. Hindistan’da islâmiyet’in yayılmasında önemli rol oynayan Mu’izzüddîn, 1206 (H. 602) senesinde ölünce, Lahor’a giden Kutbiddin Aybak, sultanlık teklifini kabul etti. Kuzey Hindistan’a hâkim olup, Delhi Türk Devleti’nin temelini attı. Ölen Mu’izzüddîn Muhammed’in kardeşi ve batı Gurluların sultânı Gıyâseddîn Mahmûd, bu durumu kabul edip Kutbeddîn’e, Melik ünvanını verdi. Bu sırada, Sultan Mu’izzüddîn’in komutanlarından Tâceddîn Yıldız, Gazne’de hüküm sürmekteydi. Aybeg, onu yenerek Gazne’ye girdiyse de, ancak kırk gün kalabildi. Daha sonra Tâceddîn Yıldız’ın baskısı üzerine Hindistan’a çekildi. Orada İslâmiyet’in yayılması için çalıştı. Fethettiği yerleri cami ve medreselerle süsleyip, mümtaz ilim sahipleri ile şenlendirdi. Alimlere, fakir ve muhtaçlara maaşlar bağlattı. Sulh ve sükûnu sağlayıp, memleketinde her türlü zulme mâni oldu. Hak ve adaleti hâkim kıldı.

Kutbeddîn Aybeg, 1210 (H. 607) senesinde harb tâlimi için, çevgan oynarken, geçirdiği bir kaza sonunda ölünce, Delhi Türk Sultanlığı dörde bölündü. Delhi’de Aybeg’in oğlu Aram Şah, Badaun’da damadı İltutmuş, Yukarı Sint’te öbür damadı Kabaca, Bengal’de de Halac emirlerinden Ali, bağımsızlıklarını îlân ettiler. Bir çok bölge de hindûların eline geçti. Bâzı devlet büyüklerinin teşviki ile İltutmuş, Aram Şâh’ı mağlûb ederek Delhi’yi ele geçirdi ve tahta geçti. Diğer bölgelerde bağımsızlıklarını îlân eden komutanları da hâkimiyeti altına aldı ve Hindistan’da Türk-İslâm hâkimiyetini yeniden kurarak, sağlamlaştırdı.

Bu arada Moğollara mağlûb olan Celâleddîn Harezmşâh, iltutmuş’a sığındı. Onu tâkib eden Moğollar, Hindistan’a girdiler ve bir çok yeri yağmaladılar. Birara Mültan’ı kuşatmalarına rağmen netîce elde edemeyip geri çekildiler. İltutmuş’un bacanağı ve kumandanlarından olan Kabaca, onlara başarı ile karşı koydu. Bu müdâfaa esnasında Mültan’da bulunan Kutbüddîn Bahtiyar Kâkî (rahmetullahi aleyh), Kabaca ve ordusuna manevî destek oldu. Duası bereketiyle Moğollar kuşatmayı kaldırdılar. Celâleddîn Harezmşâh, 1224 senesine kadar Hindistan’da kaldı. Çeşitli iç olaylara karıştı. Daha sonra Mükran yoluyla İran’a geçti. Moğolların kuzeydeki Türk ülkelerine baskı yapmaları neticesi, Hindistan’a Türk göçleri başladı. Bunları ülkesine memnuniyetle kabul edip yerleştiren İltutmuş, bu sayede ordusunu da güçlendirdi.

İltutmuş, başarılı seferler düzenleyerek, hâkimiyet bölgesini genişletti. Vindhya dağlarının kuzeyinde kalan bütün Hindistan’ı ele geçirdi. Abbasî halîfesi Muntansır-billah tarafından tanınan Hindistan’ın ilk müslüman-Türk sultânı oldu. Nasır ve Emîr-ül-Mü’minîn lakabını aldı. Bir ara İsmâilîler, öldürmeyi ve devleti ete geçirmeyi plânladılarsa da, muvaffak olamadılar. Delhi sultanlarının en büyüklerinden olan İltutmuş, büyük İslâm âlimi Kutbüddîn-i Bahtiyar Kâkî’nin talebelerinden idi. İslâmiyet’in Hindistan’da yayılması için çok gayret gösterdi. Ülkede birlik ve düzeni sağladı.

1236 senesinde Karakarlara karşı çıktığı seferde hastalanan İltutmuş, Mayıs ayında vefat etti. Ölmeden önce kızı Râziye Sultan’ı veliahd tâyin etmişti. Beyler, oğulları olduğu hâlde kızını veliahd tâyin etmesine çok şaşırdılar. Sebebini sorduklarında; “Oğullarım gençlik eğlencelerine dalmışlardır. Hiç birisinde ülkeyi idare edecek kabiliyet yoktur, ölümümden sonra oğullarımdan hiç birinin veliahdlığa kızım kadar lâyık olmadıkları Görülecektir” cevâbını verdi.

İltutmuş vefat edince, devletin ileri gelenleri, vasiyetine rağmen, oğullarından Rükneddîn Fîrûz’u tahta geçirdiler. İltutmuş’un önceden dedikleri çok geçmeden ortaya çıktı. Tahta geçen Fîrûz, eğlenceye daldı. Devlet idaresi, annesi Şah Terken Hâtun’un eline geçti. Şah Terken’in zalimane idaresi ve hanedan ailesinden bir çok kişiyi ortadan kaldırmak istemesi, hattâ İltutmuş’un oğlu Kutbeddîn Muhammed’i öldürtmesi, valilerin ayaklanmalarına sebeb oldu. Altı ay hüküm süren Fîrûz, çıkan isyan sonucu yakalanıp, öldürüldü. Sonunda Râziye Sultan, Delhi halkı ve ordu kumandanlarının bir bölümü tarafından sultan îlân edildi.

İslâm dünyâsında hükümdarlık yapan ender kadınlardan biri olan Râziye Sultan, bir çok güçlüklerle karşılaştı. Bu devirde İltutmuş’un komutanlarından kırk tanesi devlet idaresine hâkim duruma gelmişti. Bunlar, Habeş asıllı Cemâleddîn Yakut’un, yüksek görevlere getirilmesine karşı çıkarak isyan ettiler. Râziye Sultan, ayaklananların üzerine yürüdüğü sırada, Cemâleddîn Yakut, isyan eden beyler tarafından öldürüldü.

Râziye Sultan da yakalanıp Taberhind valisi İhtiyârüddîn Altuniye’ye teslim edildi. Bu durumu öğrenen Delhi’deki beyler, 1240 senesinde iltutmuş’un oğullarından Mu’izzüddîn Behram Şâh’ı tahta çıkardılar. Râziye Sultan, İhtiyârüddîn ile evlenerek tahtı yeniden ele geçirmeğe çalıştı ise de öldürüldü. Mu’izzüddîn Behram Şah ve ondan sonra tahta geçen Alâüddîn Mes’ûd Şah devleti idare edecek güç ve kudrete sahip olmadıkları için, kısa sürede azledildiler.

Mes’ûd Şâh’dan sonra, iltutmuş’un en küçük oğlu Nâsıreddîn Mahmûd tahta çıkarıldı. Dindar ve müşfik bir hükümdar olan Mahmûd Şah, devleti idare edecek kabiliyete sahip değildi. Bu sırada iltutmuş’un Memlûklerinden (köle) biri olan ve soyca Kıpçak Türklerine dayanan Balaban, büyük bir nüfuz kazanmıştı. Devletin idaresinde başarısız olan sultanlar yüzünden Delhi Sultanlığı’nın varlığı tehlikeye düştü. Moğollar; Sind, Mültan ve Batı Pencap’a girdiler. 1241 senesinde Lahor’u yağmaladılar. Kırklar diye bilinen komutanlar arasında kıskançlık yüzünden parçalanmalar baş gösterdi. Guvvalyar ve Rantambor bölgeleri devletin elinden çıktı. Do’ab’daki Hindli yol kesiciler yüzünden, Bengal ile haberleşme tamamen kesildi.

Balaban, sür’atle harekete geçerek, muhtelif bölgelerde isyanları bastırdı. Hind kabilelerini, racaları ve bâzı emirleri cezalandırdı. 1247 senesinde Kâlinca ile Kama arasındaki bölgeyi ele geçirdi. Bir sene sonra Rantambor’a yapılan seferde başarı elde edilemedi. 1251 senesinde ise Guvvalyar ve Narvar hükümdarı Çaharadeva’ya karşı başarılı bir sefer düzenledi. Balaban’ın başarıları, ordu ve halk arasında kuvvet ve kudretinin artması ve yetkileri sebebiyle kıskanmalara yol açtı. Bunların başında Hindli dönme İmâdeddîn Reyhan bulunuyordu, İmâdeddîn Reyhan, Balaban’ı çekemeyen komutanlardan bir kısmı ile iş birliği yaparak, Sultan Mahmûd’un gözünden düşürmeye muvaffak oldu. Neticede nüfuzunu kullanamayan Balaban vazifeden ahndı. Vazifeden ayrılması, idarenin aksayıp bozulmasına sebeb oldu. Delhi sokaklarında asayiş sağlanamaz hâle geldi. Devletin kötü akıbete sürüklendiğini gören Kırklar diye bilinen komutanlar ile vilâyetlerin başındaki melikler, Balaban ile birleşerek Delhi’ye yürüdüler. İmâdeddîn Reyhan’ı vazifeden uzaklaştırarak görevi tekrar Balaban’a verdiler. Düzen ve intizâmı yeniden sağlayan Balaban, bağımsızlıklarını îlân için hazırlanan büyük valilere karşı seferler düzenledi. Önce 1255 senesinde Sultan’ın annesi ile evli olan Oudh hâkimi Kutluğ Hân’ın isyanını bastırdı. 1257 senesinde tekrar Hindistan’a giren Moğollara karşı büyük bir ordu hazırladı. Moğolların geri çekilmelerini fırsat bilerek birlikleri ile orduya katılmayan bâzı vali ve beylerin üzerine yürüdü. Bunları sindirdi ve bir çoğunu affetti. 1260 senesinde Moğol akınları sırasında Delhi ordusunun birçok devesini çalmış ve orduyu felce uğratmış olan ve dağlık Sivalik mevkîinde bulunan hindûların üzerine yürüdü. Sultan Nâsıreddîn Mahmûd Şâh’ın 1266 yılında ölümü üzerine, iktidarın gerçek hâkimi olan Balaban, Gıyâseddîn lakabı ile tahta çıktı.

Tahta çıkar çıkmaz, merkez ordusunu yeniden düzenledi. Asayişi bozan hindûları ve Delhi civarındaki haydutları şiddetle cezalandırdı. Me’mûrlar arasında disiplini sağladı ve iktâlar konusunu ele aldı. O, iktâ olarak dağıtılan toprakların mülkiyet hakkının devlete ait olduğunu kabul ediyordu. Fakat askerî sınıfın şikâyeti ve ricaları üzerine bu konudaki karârını uygulamaya koymadı.

Balaban, idaresi altında büyük bir ordu bulunmasına rağmen, sultanlığın kaybettiği toprakları geri almak için fazla bir gayret göstermedi. Tek düşüncesi, hudutları tehdit eden Moğollara karşı hazırlıklı olmaktı. Bu gayeyle Sind ve Batı Pencab’ın idaresini yeniden düzenledi. Bölgeye önce Şir Hân’ı, ölümünden sonra oğlu Muhammed Hân’ı vali tâyin etti. Diğer oğlu Mahmûd Buğra Hân ise, bir ordu ile kuzeyde bulunuyordu. 1279 senesinde Moğollar, Pencab’a saldırdılar. Delhi Sultanlığı topraklarında epeyce ilerleyerek Sütlüce ırmağını aştılar fakat bozguna uğratıldılar. Moğollar, Balaban’ın sağlığında bir daha Delhi Sultanlığı topraklarına saldırmaya cesaret edemediler.

Moğol saldırısını fırsat bilen Bengal valisi Tuğrul Hân ayaklanarak, bağımsızlığını îlân etti. Balaban, Moğolları yendikten sonra bu vali üzerine iki ordu gönderdi. Her iki ordunun da yenilmesi üzerine kuzeyde bulunan oğlu Buğra Hân’ın ordusunu da yanına alarak Bengal üzerine yürüdü. Tuğrul Hân, hazînesini ve fillerini alarak Orissa ormanlarına sığındı ise de ele geçirilerek öldürüldü. Bengal valiliğine oğlu Mahmûd Buğra Hân’ı tâyin etti. Ona Tuğrul’un sonunu hatırlatarak, isyan etmemesi için nasîhatlerde bulundu. Balaban, bir müddet sonra oğlu Muhammed’in 1285 senesinde Moğollarla yaptığı muharebede öldüğünü öğrendi. Bu duruma çok üzülen Balaban’ın sağlık durumu bozuldu. Oğlu Buğra Hân’ı yanına çağırarak, devlet idaresini ona bırakmak istedi. Ancak Buğra Hân böyle bir mes’ûliyeti yüklenecek güçte değildi. Babasından izinsiz Bengal’e döndü. Bunun üzerine Balaban, Muhammed’in oğlu Keyhüsrev’i veliahd tâyin etti ve bir süre sonra 1287 senesinde öldü. (Bkz. Balaban)

Emîrler, Balaban’ın vasiyetine rağmen, Buğra Hân’ın oğlu Mu’izzüddîn Keykubâd’ı tahta geçirdiler. Keykubâd, dedesinin kontrolünden kurtulmanın verdiği rahatlık ile eğlenceye dalarak devlet işlerini unuttu. Babası Buğra Hân’ın nasihatlerini dinlemedi ve Delhi’ye döner dönmez eski yaşayışına devam etti. Bir süre sonra hastalanınca tahttan indirilerek yerine küçük yaştaki oğlu Keyümers geçirildi. Ancak butsultan, devlet adamlarının elinde oyuncak oldu. Kısa süre sonra sultan ve baba Keykubâd öldürüldü. Keyümers’in naibi olan Halaçların reisi Fîrûz Şah, rakîblerini yenerek, Celâleddîn lakabı ile Delhi Sultanlığı’nın başına geçti. Celâleddîn Fîrûz Şâh’ın 1290 senesinde Delhi Sultanlığı tahtına geçmesinden sonra, idare Halacîler sülâlesinin eline geçti.

Delhi Sultanlığı’na hâkim olan Halaç ailesi, eski bir Türk kabilesi olan ve kesin olarak tesbit edilemeyen bir târihte Türkistan’dan göç edip doğu Afganistan ile Hindistan’ın kuzey hududlarına yerleşen Halaç Türklerine mensubdurlar.

Fîrûz Şâh’ın saltanatı ele geçirmesi, öteki Türk memlukler ve Delhi halkı tarafından ilk önce iyi karşılanmamıştı. Bu yüzden bir süre Kiluphari’de ikâmet etti. Halk, duruma alıştıktan sonra Delhi’ye yerleşti. Fîrûz Şah, tahta geçtiği zaman yetmiş yaşında, iyi kalbli, dînine bağlı bir zât idi. Aşırı merhametinden dolayı gerektiği yerlerde dahî sert tedbirler almaktan çekindi. Bu huyu, beylerin hoşuna gitmiyordu. Balaban’ın yeğeni ve Kara valisi Melik Canan, 1291 senesinde ayaklandı. Fakat Fîrûz Şâh’ın oğlu Erkli Hân bu isyanı bastırmaya muvaffak oldu. Âsîlerin çoğunluğu affedildi. Fîrûz Sah, Kara valiliğine yeğeni ve damadı Alâüddîn’i tâyin etti. Bir süre sonra Delhi’de nüfuz sahibi bir kimse olan Sidi Mevlâ ve bâzı devlet adamları, Firûz Şâh’a suikast teşebbüsünde bulundular. Bu suikast zamanında önlenerek, Sidi Mevlâ, Erkli Hân’ın verdiği emir ile öldürüldü.

Fîrûz Şâh’ın Hindli Prenslere karşı seferleri müsbet netîceler vermedi. Onun asıl isteği Moğollardan uzak kalmaktı. 1291-92 senesinde Moğol ordusunun büyük bir istilâ teşebbüsü başarıyla önlendi ve Moğolların çoğu esir edildi. Bu esirlerin büyük bir kısmı müslüman olarak Delhi Türk Sultanlığı’nın hizmetine girdiler. Aynı sene içinde Mandor ve Ucceyn’e sefer düzenlendi. Bu arada Kara valisi Alâüddîn, hükümdardan izin almadan Devagir üzerine sefere çıktı. 1294 senesinde sekiz bin kişilik bir süvari birliği ile yola çıkan Alâüddîn, Vindhyâlar dağlarını geçerek zor şartlar altında iki ay süren bir yolculuktan sonra, Devagir’e vardı ve şehri kısa sürede ele geçirdi. Alâüddîn, aldığı büyük ganimetlerle ülkesine döndü. Fîrûz Şah, bu galibiyete çok sevindi. Yeğenini tebrik ve teftiş için Karâ’ya gitti. 1296 yılında, çıktığı bu yolculuğu esnasında vefat etti. Yeğeni ve damadı Alâüddîn, Kara da sultanlığını ilân etti.

Delhi’de, o sırada Mültan’da bulunan veliahd Erkli Hân’ın, yerine, Fîrûz Şâh’ın küçük oğlu Rükneddîn İbrahim tahta çıktı. Bu durum, Alâüddîn Muhammed’in işine yaradı. Bir süre sonra da Fîrûz Şâh’ın hanımı Melike-i Cihan, oğlu Rükneddîn ile birlikte Mültan’da bulunan Erkli Hân’ın yanına gitmek mecburiyetinde kaldı. Alâüddîn Muhammed, amcasının ölümünden beş ay sonra 3 Ekim 1296’da Delhi’de tahta çıktı.

Alâüddîn Muhammed, uzun seneler Moğol saldırılarına karşı koymakla uğraştı. 1299 senesinde Kutluğ Hoca’nın kumandasında iki yüz bin kişilik bir Moğol ordusu Delhi önlerine kadar geldi. Alâüddîn, Moğollara karşı, ordusunun az olmasına rağmen kahramanca savaştı ve Moğolları bozguna uğrattı.

1301 senesinde Rantambor yakınlarında, kardeşinin oğlu Akat Hân, Alâüddîn Muhammet’i yaralayıp öldürdüm zannederek tahta çıkmak istediyse de yakalanarak öldürüldü. Bir süre sonra Badaun ve Eved’de, Alâüddîn’in kız kardeşinin oğulları Ömer ve Mengû hânlar, Delhi’de ise Hacı Mevlâ adında bir beyle anne tarafından iltutmuş soyundan olan Ulvi ayaklandılar. Bu ayaklanmalar kısa sürede bastırıldı ve âsîler öldürüldü, iç işlerini düzelten Alâüdîn Muhammed, 1302 senesinde fetihler yapmak için sefere çıktı. Racistan’da ünlü Çitor kalesini kuşatarak aldı. Fakat ordu bu seferden yorgun ve çok kayıp vermiş olarak döndü. Aynı zamanda Telingan Devleti azerine gönderdiği ordu da başarı elde edemeden ve yorgun olarak döndü.

Alâüddîn Muhammed’i, Çitor’da sanan Targı’nın kumandasındaki Moğol ordusu, 1303 senesinde Hindistan’a girerek Delhi önlerine kadar geldi. Sultan Delhi’de olmasına rağmen, askeri az ve yorgundu. Dağınık olan bey ve askerlerini beklemek zorunda kalan sultan, şehirde kıtlık baş göstermesi üzerine devlet ambarlarından ucuz yiyecek sattırarak halkını korudu. Beklenmedik bir anda çekilen Moğollar, iki ay kadar Delhi çevresini ve kenar mahallelerini yağmaladılar. Sultân, bu sırada eksiklerini görüp gerekli tedbirleri aldı. Balaban tarafından yapılan istihkamlar onarıldı ve yeni kaleler yapıldı. Nihayet 1305 senesinde Amroha ve 1306 yılında Ravi yakınlarında, Moğollar bozguna uğratıldı. Bu mücâdeleler sırasında Dipâlpur eyâleti hudutları Melik Gazi Tuğluk’un idaresine verildi. Melik Gâzi’nin her sene düzenlediği seferlerden dolayı da Moğol tehlikesi kalktı.

Kuzey Hindistan’ın hemen hemen tamâmına hâkim olan Alâüddîn, 1308 senesinde Melik Kâfur’u güney seferine gönderdi. Melik Kâfur, önce Varangel’i, 1310 senesinde de Madura ve Duârasamudra’yı ele geçirdi. Böylece sultanlığın güney sınırları deniz sahiline kadar dayandı.

Sultan Alâüddîn, hiç tahsil görmediği hâlde, şahsî kabiliyet ve tecrübeleri ile devlet topraklarını genişletti. Bir çok idarî yenilik yaptı. Müslümanların refah ve huzur içinde yaşamasını sağlamaya çalıştı, fakat sonraları zulme başladı. Alimlerin devlet işlerindeki yardımlarını tamamen red ederek, yönetimde katı merkeziyetçi bir yol tuttu. Bir çok araziyi ve vakıfları devlet kontrolü altına aldı. Haber alma teşkilâtını geliştirdi ve etkili hâle getirdi. Me’mûrların teşkîlâtlanmalarını önlemek gayesiyle sultanlığın müsâdesi olmadan evlenmelerini özel mâhiyetteki içki ve eğlence meclislerini yasaklattı. Zirâî mahsûlden alınan vergiyi bir çok beldede %20’den %50’ye yükseltti. Gıda maddelerinin fiyatlarının yükselmesinden, düşük ücretlilerin zarar görmesini önlemek için iktisadî ve idarî tedbirler aldı. Tüccarın vurgunculuk yapmasını yasakladı.

Sultan Alâüddîn 1316 senesinde ölünce, Melik Kâfur veliahd Hızır Hân’ın yerine henüz 5-6 yaşındaki Şihâbüddîn Ömer’i tahta çıkardı. Daha sonra Alâüddîn’in üçüncü oğlu Mübarek Hân’ı kör etmeğe çalıştı ise de, gönderdiği adamları kandıran Mübarek Hân, Melik Kâfue’u öldürttü. Mübarek Hân, önceleri nâib olarak hüküm sürdü. 1316 senesi Nisan ayının birinde, küçük kardeşini hapse attırarak Kutbeddîn lakabı ile tahta çıktı. Mübarek Hân, babasının bâzı kânunlarını yürürlükten kaldırdı. Gucerât ve 1318 senesinde Dexagiri’deki isyanları bastırdı. Son seferinden döndüğünde kardeşlerini öldürmek istedi. Nizâmeddîn Evliya gibi mübarek bir Allah dostuna hürmetsizlik edip, uygun olmayan tavırlar takındı. Bu hareketleri, zevk ve eğlenceye düşkünlüğü, halkın ona karşı olan sevgisini nefrete dönüştürdü. Bir hindû dönmesi ve kölesi olan Hüsrev Hân tarafından 1320 senesi Nisan ayında öldürüldü. Hüsrev Hân tahta geçti.

Hüsrev Hân, tahta geçtiği zaman, Pencab’da hudud bölgeleri kumandanı olan Gazi Melik Tuğluk isyan etti. Oğlu Fahreddîn Cavna’nın da teşviki ile Delhi üzerine yürüdü. Delhi önlerinde yapılan savaşı Gazi Melik Tuğluk kazandı. Hüsrev Hân yakalanarak îdâm edildi. Gazi Melik de 1320 senesi Eylül ayının altısında Delhi Sultanlığı tahtına çıktı. Bu târihten itibaren Delhi sultanlığında Tuğluklar devri başladı.

Babası Türk, annesi Hindli olan Gazi Melik, Gıyâseddîn lakabı ile tahta geçti. Melik Tuğluk, tahta geçtikten bir hafta gibi kısa bir zaman zarfında sü-kûneti sağladı. Tuğluk-âbâd adı ile yeni bir şehir kurdu ve burasını hükümet merkezi yaptı. Dekken’deki Varangel racası isyan edince, Uluğ Hân ünvanı alan oğlu Cavna Hân’ı o bölgeye gönderdi. Bu sefer, başarısızlıkla neticelendi. Cavna Hân, babasının öldüğü şayiası üzerine Delhi’ye döndü ise de, 1323 senesinde tekrar Dekken üzerine gönderildi. O da Bidâr’ı fethettikten sonra Varangel’e doğru ilerliyerek burayı da ele geçirdi. Bu târihten itibaren Varangel, Sultanpür olarak adlandırıldı. Cavna Hân, bölgede son olarak Telingâna’yı fethetti. Burası ilk defa doğrudan doğruya müslümanların idaresine girdi.

Bu sırada, Bengal bölgesi Balaban’ın torunlarından Fîrûz Şâh’ın idaresinde idi. Fîrûz Şâh’ın ölümü, oğulları arasında saltanat kavgalarına yol açtı. Bunlardan Nâsıreddîn, Melik Tuğluk’a müracaat ederek yardım istedi. Tuğluk için bulunmaz bir fırsat çıkmıştı. Hemen harekete geçerek Nâsıreddîn ile birleşti. Muhalifleri bertaraf edilen Nâsıreddîn, Bengal hâkimi olarak tahta çıkarıldı ve bölge Delhi sultanlığına bağlı bir eyâlet hâline getirildi. 1325 senesinde Delhi’ye dönen Tuğluk, oğlunun düzenlediği karşılama töreni sırasında geçici olarak yapılmış olan köşkün çökmesi sonucu öldü.

Babasının ölümü üzerine Cavna Hân, Muhammed Şah lakabı ile tahta geçti. Muhammed bin Tuğluk, bâzı idarî ve askerî tedbirler aldı. Güneydeki setihler sebebiyle, bölgede yeni bir saltanat merkezi yapılmasına ihtiyaç duyarak 1327 senesinde Devagir’i yeniden inşâ ettirdi. Devletâbâd adını verdiği bu şehri hükümet merkezi yaptı. Hükümet me’mûrları, âlimler ve halktan pek çok kişi buraya yerleşti. Muhammed Hân, gönüllü göçün az olması yüzünden, halkı Devletâbâd’a göç etmeğe zorladı. Bu duruma kızan naiK, arazilerini terk ederek hırsızlığa başladı. Sultanın, bunlar üzerine bir birlik göndermesi, arazide zirâat yapılmasını zorlaştırdı ve Delhi’de kıtlık baş gösterdi.

Muhammed Hân, 1330 ile 1332 seneleri arasında bakır ve bronz paralar tedavüle çıkararak, bunları gümüş ve altın paralarla eş değer sayınca, piyasaya binlerce sahte para sürüldü. Bu paralar, devlet hazînesindeki gümüş paralarla değiştirildi ve devletin mâlî durumu sarsıldı. Fakat sultan, yeni aldığı tedbirlerle mâlî krizi biraz olsun atlattı. Bu defa da çıkan isyanlarla uğraştı. 1335 senesinde Ma’ber valisi Seyyid Celâleddîn Madura, bağımsızlığını îlân etti. Sultan bu valinin üzerine yürüdü ise de, Varangel bölgesine vardığı zaman, orduda kolera salgını baş gösterdi. Muhammed Hân’ın kendisi de hastalığa yakalanınca, seferden vazgeçilerek ordu geri döndü. Böylece Ma’ber, Delhi Sultanlığı’nın idaresinden çıktı. Sultan, boşalan hazîneyi doldurmak için bâzı sert tedbirler alınca, halkın büyük bir kısmı isyan etti. Buna Delhi çevresindeki kıtlık da eklenince, Sultan’ı bâzı yeni tedbirler almaya zorladı. Delhi halkının büyük kısmını verimli topraklara sahib olan Avadh eyâletine nakletti. Bu bölgedeki Ganj nehrinin sol kıyısında Svargadvâra adlı bir şehir kurdu. Böylece, halkın isyanının ileri derecelere ulaşmasını engelledi.

Muhammed Hân, bu işlerini yoluna koyduktan sonra, dağlık Kangra bölgesini ele geçirmek için hazırladığı yüz bin kişilik bir orduyu o bölgeye gönderdi. Kangra alınarak bölgede zaferler elde edildi. Fakat dönüşte iklim şartları ve yerli halkın düşmanlığı, ordunun tamâmının yok olmasına sebeb oldu.

Bengal valisi Behram Hân, 1338 senesinde ölünce, sultanlığa bağlı Doğu Bengal eyâleti istiklâlini îlân etti. Aradan bir sene geçmeden Ali Şah Kar adında bir kumandan isyan etti, fakat isyan ânında bastırıldı. Arkasından Avadh valisi Ayn el-Mülk ayaklandı. Sultan bütün güçlüklere rağmen bu isyanı da bastırdı. Ayn el-Mülk yakalanarak habs edildi ise de, bir süre sonra af edilerek tekrar Avadh valiliğine getirildi. 1340 senesinde de Multan valisi Melik Şadü Ludi ayaklandı. Lâkin sultandan korkarak Afganistan’a kaçtı. Sultan Muhammed, müslümanlar arasında kaybettiği saygı ve sevgiyi yeniden kazanmak için, 1341 senesinde Mısır’daki Abbasî halîfesine elçi gönderdi, onun adına hutbe okuttu ve para bastırdı. Bütün bunlara rağmen isyanlar bir türlü durmuyordu.

1343 senesinde Pencap eyaletindeki Sunam, Samana, Kaythal ve Guhrâm’da isyanlar çıktı. Muhammed Tuğluk, Emiran-ı şada denilen ve kırlık arazilerde düzeni sağlayan kumandanların hoşnutsuzluğa sebebiyet verdiklerini düşünerek, Aziz Hammar adında bir me’mûru bu bölgeye gönderdi. Bu me’mûrun Emiran-ı sada’dan doksana yakınını öldürmesi üzerine, Gücerât ve Dekken’de isyanlar başladı. Aziz Hammar ayaklananlar tarafından öldürüldü. Bunun üzerine bölgeye Devletâbâd’daki Emiran-ı sada’lar gönderildi. Bunlar da isyan ederek bölgeyi ele geçirdiler. İsyancılar, İsmail Müh adında bir komutanı Nâsıreddîn Şah lakabı ile Dekken sultânı îlân ettiler. Muhammed Tuğluk, Devletâbâd üzerine yürüdü ve şehri ele geçirerek, isyancıları iç kalede kuşattı. Bu sırada Tagi adlı bir Türk’ün Gücerât’da ayaklanması, muhasaranın kaldırılmasına yol açtı. Tagi, Sultan’ın üzerine geldiğini öğrenince, Sind bölgesindeki Thatthâ’ya kaçtı. Oradaki kabile reisleri de isyana katıldılar. Muhammed Tuğluk, ordusunu toplayıp Sind üzerine yürüdü. Fakat Tahatthâ yakınlarında hastalanarak 1351 senesi Mart’ında öldü. Muhammed Tuğluk’un ölümü sırasında Hindistan’da üçü ayaklanmalardan ortaya çıkma beş tane bağımsız Müslüman-Türk devleti vardı.

Muhammed Tuğluk’un ölümünden sonra, başsız ve güç durumda kalan ordunun ileri gelen kumandanları ve devlet adamlarının ısrârıyle, ölen sultânın yeğeni Fîrûz Şah, sultanlığı istememesine rağmen, tahta çıkarıldı. Sultan Sind seferine çıkarken, Delhi’de işleri idare etmek için bırakılan Hâce Cihan, Muhammed Tuğluk’un gayr-i meşru oğlu olduğu iddia edilen küçük yaşta bir çocuğu tahta çıkardı. Fakat Hâce Cihan’la birlik olan bâzı kumandanlar, Fîrûz Şah ile birleşince, Hâce Cihân’da ona itaat etmek mecburiyetinde kaldı, önce affedildi ise de, devlet adamlarının ısrarı üzerine Delhi’den çıkarıldı. Şehirden ayrıldıktan sonra yolda öldürüldü.

Fîrûz Şah, tahta geçtikten sonra devleti kuvvetlendirmek için seferlere çıktı. Bengal bölgesinin hâkimi İlyas, 1345 senesinde Batı Bengal’de bağımsızlığını îlân etmiş, 1352 senesinde ise Doğu Bengal’i ele geçirmişti. Fîrûz Şah, önce ilyas’ın üzerine yürüdü ve onu Ikdala kalesine çekilmeye mecbur bıraktı. Bu sefer, bir netîce elde edemeden bitti. Fîrûz Şah, beş sene sonra ordusunu kuvvetlendirerek tekrar Bengal’e sefer düzenledi. Bengal topraklarının tamâmını ele geçirdi. Bölge hâkimi İskender Şah, babası gibi Ikdala’ya çekilmişti. İskender, senelik 40 fil verip sultana tâbi olmayı kabul ederek barış andlaşması yaptı. Fîrûz Şah, bu seferden sonra Orissa üzerine yürüyerek burayı ele geçirdi. Orissa racası barış yapmak istedi. Senelik yirmi fil vergi vermek üzere barış yapıldı. Dönüşte yolunu kaybeden ordu, büyük güçlüklerle Delhi’ye ulaştı.

Fîrûz Şah, 1367 senesinde doksan bin süvari, 480 fil ve çok sayıda piyadeden meydana gelen ordusu ile Thattha üzerine sefer düzenlendi. Durumu haber alan Sind Camları’nın hükümdarı Cam Mâli bu tehlike karşısında büyük bir ordu topladı. Fîrûz Şâh’ın ordusu açlık ve salgın hastalık yüzünden kuvvetini kaybetmesine rağmen, Hind kuvvetlerini müstahkem mevkîlere çekilmek zorunda bıraktı. Fîrûz Şah, ordusuna yeniden çeki düzen vermek için Gucerât’a çekildi. Bu çekilme sırasında hindli kılavuzlar yüzünden ordu çok büyük kayıplar verdi. 1363 senesinin yağmur mevsiminde ordusunu hazırlayan Fîrûz Şah, aniden Thattha üzerine yürüdü. Bu durum karşısında Cam Mâli, teslim olarak senede 400.000 hind parası vermek şartıyla anlaştılar.

Bütün devlet işlerini yürüten sâdık Vezir Hân Cihan Makbul, 1373 senesinde öldü. Yerine geçen oğlu da babasının Hân Cihan lakabını aldı. Fîrûz Şah, bir sene sonra büyük oğlu Feth Hân’ı kaybetti. Oğlunun ölümü, Sultan’ı çok sarstı. İhtiyarlığı yüzünden devlet idaresini kontrol edemiyordu. Bu yüzden bütün devlet idaresi, Vezir Hân Cihân’ın elinde idi. Vezirin ölçüsüz hareketleri, kendisine karşı bir muhalefetin meydana gelmesine sebeb oldu. Hân Cihan, Şehzade Muhammed’in muhaliflerinin, kendisine bir suikast hazırladıklarına Fîrûz Şâh’ı inandırdı ise de, Şehzade Muhammed, babasını böyle bir şey olmadığına ikna ederek bir komployu önledi. Hân Cihan, gayesine ulaşamadığı için Delhi’yi terk etmek zorunda kaldı.

Fîrûz Şah, 1388 senesi Eylül ayında seksen üç yaşında iken öldü. Her işinde âlimlere danışan Fîrûz Şah, ülke topraklarını genişletmek için büyük seferlere çıkmaktan ziyâde iç işleri ile uğraşmayı tercih etti. İşlerinde en büyük desteği, hocası Celâleddîn Hindî’den (rahmetullahi aleyh) görmekteydi. Vergileri koyup kaldırmakta dînin hükümlerine çok dikkat ederdi. Dîne uymayan her türlü vergiyi kaldırdı. Devlet geliri azalacağı yerde daha da arttı. Devlet idaresinde yaptığı düzenlemeler, mâlî ve iktisadî alanlarda büyük bir gelişmeye sebeb oldu. Müslüman ve gayr-i müslim bütün halkın refah ve saadetine hizmet etti.

Fîrûz Şâh’dan sonra şehzadeler arasındaki mücâdeleler, onun yaptığı bütün iyi işlerin tahrib olmasına ve sultanlığın kötü duruma düşmesine sebeb oldu. Bu mücâdelelerden sonra torunu Gıyâseddîn Tuğluk tahta geçti. Bu târihten Tîmûr Hân’ın 1398 senesindeki, Hindistan seferine kadar taht, altı el değiştirdi. Tîmûr Hân, 1398 senesi Eylül ayında Indus nehrini geçerek Hindistan’a girdi. Delhi sultânı Mahmûd Şah, elindeki yetersiz kuvvetlerle karşı koymaya çalıştı ise de Delhi önündeki muharebede kesin bir yenilgiye uğradı. Delhi Tîmûr Hân’ın eline geçti. Tîmûr Hân, 1399 senesinde Türkistan’a geri dönünce, Mahmûd Şah yeniden hükümdar ünvanını aldı. Fakat önce Mallû, sonra da Devlet Hân Ludi’nin elinde bir kukla hükümdar olarak kaldı. Mahmûd Şâh’ın 1413 senesinde ölmesi ile Tuğluk hanedanı sona erdi.

1414 yılında Mültan valisi Hızır Hân, Delhi’yi ele geçirdi ve ölünceye kadar bölgeyi Tîmûr ve Şah ruh adına idare etti. Ölümünden sonra yerine geçen oğlu Mübarek, bağımsızlığını îlân etti. Böylece Delhi Sultanlığı’nın idaresi, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin neslinden olduklarını iddia etmeleri yüzünden Seyyidler adını alan Hızır Hân nesline geçti. Mübarek Şâh’ın saltanatı, ayaklanmalarla geçti. Mübarek Şah, 1434 senesinde nüfuzunu kırmak istediği vezîri Serverül-Mülk tarafından öldürüldü. Yerine kardeşinin oğlu Muhammed, ondan sonra da 1444’de onun oğlu Âlem Şah çıktı. Hepsinin saltanatı, kargaşalık, ayaklanma, iç ve dış harblerle geçti. Bu yüzden devlet gittikçe zayıfladı. Son yıllarda devlet işleri Pencab’ın büyük bir kısmına hâkim olan Behlül Hân Ludi adında bir Afgan beyinin eline geçti. 1451 senesinde Behlül’ün baskısına dayanamayan Alem Şah, tahtı ona bırakarak Badaun’da yerleşti. Böylece Delhi Türk Sultanlığı sona erdi ve hükümdarlık Afgan asıllı Lûdîlerin eline geçti. (Bkz. Lûdîler)

İdarî teşkilât: Devletin idarî teşkilâtı genelde Türk-islâm devletlerinin teşkîlâtına dayanmakta idi. Saray teşkîlâtının başında Vekîl-i dar bulunurdu. Ondan sonra idaresinde haciblerin görev yaptığı Emir hâcib veya Bâr bey denilen saray görevlisi gelirdi.

Merkez teşkilâtı, vezîrin idaresinde idi. Vezîrin başkanlığındaki Dîvân-ı vezâret; Dîvân-ı inşâ, Dîvân-ı istifây-ı memâlik, Dîvân-ı işrâf-ı memâlik ve Dîvân-ı arz gibi ikinci derecedeki dîvânlardan meydana gelirdi. Dîvân başkanları sırayla; Debir-i Has, Müstevfî-i memâlik, Müşrif-i memâlik, Arz-ı memâlik ve Berîd-i memâlik isimlerini taşırlardı. Balaban zamanında muntazam bir berid yâni resmî istihbarat ve posta teşkîlâtı kurulmuştu. Dînî işler Sadr-üs-Sudûr denilen görevlinin idaresinde idi. Bu zât aynı zamanda sultanlık baş kadısı Kâdı-i memâlik görevini de yapardı.

Delhi Türk Sultanlığı, süvari kuvvetlerinin büyük rol oynadığı düzenli bir orduya sahipti. Askerler önce, iktâlardan faydalanırlardı. Daha sonra maaş almaya başladılar. Orduda fillerin önemli bir yeri vardı. Fillerin üzerinde okçular bulunurdu. Ayrıca bunlardan düşman saflarını yarmak ve maneviyatlarını bozmak için faydalandırdı. Ordunun piyade sınıfının çoğunu hindûlar meydana getirirdi. Hassa askerleri dışında, piyadeler geçici olarak orduya alınırdı.

Hanedanlar

Kölemenler Hanedanı Memlük (Kölemen) Hanedanlığı veya Gulam Hanedanlığı 1206'dan 1290 senesine kadar Delhi Sultanlığı vazifesini gören devlettir Devletin kurucusu Kutbeddin Aybek, Afgan kökenli Gurlar Devletinin hükümdarı Muhammed Guri'nin Hindistan'da ki topraklarını yöneten ve ordularını kumanda eden eski bir köle olan Türk kökenli birisidir Muhammed Guri 1206 senesinde ardında bir varis bırakmadan vefat edince, Kutbeddin Gurlar'ın Hindistan'da mevcut topraklarını ele geçirmek için siyasi rakipleriyle mücadeleye girişti ve onları püskürtmeyi başardı İlk başkent olarak Lahor şehrini saptadı ancak bir süre sonra başkent olarak Kutub Kompleks'in inşaatını başlattığı (Kutbeddin'in inşa ettirdiği, bir dizi anıt ve binalardan oluşan bir Delhi yakınlarında eski Delhi'de diyebileceğimiz, Mehrauli'de bulunan tarihi bir yerdir) Delhi şehrinde karar kıldı Kutbeddin 1210 tarihinde bir kaza sonucu vefat edince, Aybek'in oğlu Aram Şah tahta geçti Ancak Aram Şah'ı daha önce tahta oturtan Şilhalgani (Kırklar Meclisi) daha sonra Badaun Valisi olan Türkmenistan'da bulunan İlbarı adlı bir Türkmen kabilesine mensup olan Aybek'in damadı Şemseddin İl-Tutmuş'u tahta davet etti Aram Şah'ın üzerine yürüyerek 1211 senesinde rakibini mağlup eden İl-Tutmuş üçüncü Kölemen Sultanı olarak tahta oturdu Kölemen Sultanları birisi (1266-1286 seneleri arasında hükümdar olan İl-Tutmuş'un damadı, meşhur hükümdar Gıyaseddin Balaban) hariç İl-Tutmuş'un ve Aybek'in kızının soylarından devam etmişlerdir Bu hükümdarlıkların en ilginci ise ilk kez bir Türk ve İslam devletinde kadın olan birisinin 1236-1240 seneleri arasında Kölemenler Sultanlığı tahtına oturmasıdır Babası İl-Tutmuş tarafından meziyetlerinden ötürü ve erkek kardeşlerinden daha becerikli oluşundan ötürü Delhi Türk Sultanlığı veliahtlığına getirilen Raziye Begüm babasının ölümünden sonra Şilhalgani'nin muhalefeti yüzünden tahta oturamadı Ancak kardeşi Rükneddin Firuz'un devlet işleriyle alakadar olaması yüzünden 1236 senesinde Delhi Sultanlığı tahtına getirildi 4 sene kadar devletini idare eden Raziye Begüm Sultan muhaliflerinin hareketleri neticesi tahtan çekilmek zorunda kaldı Ancak aynı yıl içerisinde büyük bir destek toplayarak Delhi üzerine yürüyen Begüm Sultan kardeşi Muizzeddin Behram'ın kuvvetlerine mağlup oldu Savaş alanından kaçarken Hintli bir çiftçi tarafından ziyneti için öldürüldü Yapılan araştırma sonucu cesedi bulunan Begüm Sultan çok büyük bir dini merasimle Con nehri kenarında ki türbesine defnedildi 1241 senesinde Moğol istilasına uğrayan Sultanlığın özellikle Lahor şehri ağır tahribata uğradı Bu arada devletin asıl gücünü elinde tutan Şilhalgani (Kırklar Meclisi) arasında da ayrılıklar baş gösterdi Bunun sonucu ülkede anarşi ve kopukluklar had safhaya vardı Ancak İl-Tutmuş'un oğlu olan Sultan Nasüreddin Mahmud'un ordusuna kumanda etmekte olan, ülkede çıkan isyanlara ve Moğolların diğer harekatlarına karşı başarılar elde eden, aslında ülkenin görünmeyen asıl hükümdarı olan Kıpçak kökenli bir köle ve Şemseddin İl-Tutmuş'un damadı olan Gıyaseddin Balaban giderek güç kazanmaya başladı 1266 senesinde Sultan Nasüreddin Mahmud vefat edince Gıyaseddin Balaban tahta çıktı Tahtayken öncelikli olarak iç meselelerden ziyade Moğol (Çağatay Hanlığı) tehlikesine karşı mücadeleye girişen Balaban, 1279 senesinde Moğolları Sütlüce Irmağı yakınlarında büyük bir bozguna uğrattı Moğollarla uğraşmasını fırsat bilerek kendisine karşı harekete geçen başta Bengal Valisi Tuğrul Han olmak üzere tüm rakiplerini saf dışı bıraktı Balaban 1286 senesnde vefat edince oğlu Buğra tarafından torunu aynı zamanda selefi Nasüreddin Mahmud'un da kızı tarafından torunu olan Muizzeddin Keykubad tahta geçti Muizzeddin Keykubad'ın 4 sene idaresinde sıkıntılı günler yaşayan Kölemenler Devleti giderek güçlenen Türk kökenli bir boy olan Karluklara mensup Halaciler tarafından gerilemeye başladı Nitekim 1290 senesinde Halacilerin önderi Celaleddin Firuzşah kölemenler üzerine yürüyerek Muizzeddin Keykubad'ı ortadan kaldırdı Muizzeddin Keykubad'ın öldürülmesinden sonra 3 yaşındaki oğlu Kaymars tahta geçirildi ancak güçlerini artıran Halaciler kısa bir süre sonra iktidarı elde ederek Hindistan Kölemen Devletine son verdiler

Halaciler

Halaç Türkleri tarafından kurulan ve 1202-1531 yılları arasında Leknevtî, Delhi ve Mâlvâ’da hüküm süren üç İslâm hânedanı.

1. Leknevtî (Gûr-Cennetâbâd) Halacîleri (1202-1227). Aşağı Ganj ve Brahmaputra nehirlerini, Bengal ve Bihâr’ı içine alan Leknevtî Sultanlığı Muhammed Bahtiyâr Halacî tarafından kurulmuştur. Bölgede hükümran olan Halacîler, Kuzey Hindistan’da Esam’a kadar akın yapabilen ilk Türk grubudur. Hânedanın kurucusu Muhammed Bahtiyâr, aslen Afganistan’da Sîstan ile Gazne arasındaki Germsîr’de sakin Halacîler’e mensuptu. Muhammed Bahtiyâr orduya girdikten sonra Aşağı Ganj kıyılarına akınlara başlamış ve bu faaliyetleri sonunda önemli miktarda ganimete sahip olmuştur. Onun şöhretini duyan Halacîler kısa bir süre içinde etrafında toplanmaya başladılar ve ünü Delhi’ye kadar ulaştı. Gurlular’ın Türk asıllı kumandanı Kutbüddin Aybeg, Muhammed Bahtiyâr’ı huzuruna davet ederek onunla görüştü. 1193’te Bihâr Halacîler tarafından ele geçirildi. Brahmanlar’ın kontrolündeki Uddandapûr, ciddi bir mukavemet göstermeden Muhammed Bahtiyâr’ın akıncıları tarafından zaptedildi. Manastırlardaki yazma eserler (özellikle matematikle ilgili olanlar) İslâm âlimlerinin istifadesi için Delhi’ye gönderildi. Bu arada Nadyâ (bugünkü Nabadvip) seferi için hazırlıklar yapıldı ve Muhammed Bahtiyâr, Hindû Sena hânedanının tarihî başşehri Leknevtî’yi ele geçirdi; kendisi de Leknevtî’yi başşehir yaparak Devkût, Nadyâ, Bang’ı içine alan Halacî hânedanının temellerini attı (1202). 1205’te 10.000 kişi ile Kâmrûp ve Tibet seferine çıkan Muhammed Halacî bir sonuç alamadan büyük kayıplarla geri döndü; Devkût’a geldiğinde maiyetinde sadece 200 kişi kalmıştı. Bu olay halk tarafından iyi karşılanmadığı gibi sultanın da gururu kırıldı. Muhammed Bahtiyâr’ın ölüm şekliyle ilgili iki görüş bulunmaktadır. Bunlardan ilkine göre başarısızlıkla neticelenen seferden döndükten sonra kederinden hastalanarak ölmüş, diğerine göre ise Ali Merdân adlı bir emîr tarafından öldürülmüştür (1206). Yerine kumandanların desteğini alan İzzeddin Muhammed geçti. İzzeddin’in 1211’de ölümü üzerine Alâeddin unvanı ile Ali Halacî hükümdar oldu. Kendisine rakip gördüğü, daha çok İzzeddin Muhammed’e yakın kumandanları tevkif ettirdi ve çeşitli bahanelerle ortadan kaldırdı. Bir müddet sonra da halktan aşırı vergi toplamaya başladı. Zamanla aklî dengesi bozuldu. Gazne, Horasan ve Irak’ı kendi hâkimiyetindeki topraklar olarak kabul edip oralara emirnâmeler göndermeye başladı. Bunun üzerine Halacî kumandanları Alâeddin Ali’yi ortadan kaldırdılar (1213).

Leknevtî Halacîleri’nin son hükümdarı Gıyâseddin Halacî’dir. Âdil ve cömert bir hükümdar olan Gıyâseddin, Ganj ve Brahmaputra nehirlerinin su baskınlarına karşı büyük bir set yaptırdı. Gıyâseddin iç işlerini yoluna koyduktan sonra racalara karşı gazâlara başladı. Kâmrûp ve Bang üzerine yürüdüğünde Delhi Sultanı Şemseddin İltutmış’a bağlı kuvvetlerin (Şemsîler-Şemsiyye) Bihâr ve Bengal’i istilâ ettikleri haberini aldı. Seferi yarıda keserek Leknevtî’ye döndü. Şemsî şehzadesi Muhammed ve Melik İzzeddin, Halacîler’in başşehre dönmesinin zaman alacağını düşünerek Leknevtî’yi hemen kuşatmaya başladılar ve şehri ele geçirip Leknevtî Halacîleri’ne son verdiler (1227). Bengal Şemsî topraklarına katılarak Delhi’ye bağlandı, Gıyâseddin’in oğlu Bilge Melik, az sayıdaki Halacî kuvvetleriyle 1230’da ayaklanma teşebbüsünde bulunduysa da Şemsîler tekrar bölgeyi istilâ ettiler. İltutmış, Leknevtî’de güvenliği sağladıktan sonra Melik Cani’yi vali tayin etti. Leknevtî Halacîleri, Bihâr ve Bengal’de saltanat sürmüş ilk müslüman Türk hânedanıdır.

2. Delhi Halacîleri (1290-1320). Halacîler en geniş sınırlara bu dönemde sahip oldular. Pencap, Sind ve Ganj boyları, Mâlvâ, Gucerât, Dekken ve Güney Hindistan Delhi’den gönderilen valilerce yönetilmiş ve böylece Halacîler kudretlerinin zirvesine çıkmışlardır.

Delhi Halacîleri’nin kurucusu ve ilk hükümdarı Celâleddin Fîrûz Şah’tır. Yuğruş unvanlı bir kumandanın oğlu olan Celâleddin, Delhi’de hüküm süren Memlük sultanlarından Muizzüddin Keykubad’a karşı bir darbe yaparak tahtı ele geçirdi ve Keykubad’ı öldürttü (1290). Celâleddin Fîrûz Şah’ın Hindû racalarına karşı düzenlediği harekât başarısızlıkla sonuçlandı. 1292’de kuzeybatı sınırlarındaki Sind ve Pencap Moğol istilâsına mâruz kaldı. Hülâgû Han ailesinden olduğu rivayet edilen Abdullah Han Halacîler tarafından mağlûp edildi. Celâleddin Fîrûz Şah bu savaşta esir alınan Moğollar’ı Delhi’ye getirtti. Algu Han ve bazı ileri gelenler İslâmiyet’i kabul ederek Moğolpûr adı verilen kasabada iskân edildiler. Celâleddin’in yeğeni ve damadı olan Karra ve Eved (Ûdh) Valisi Alâeddin Muhammed hazırladığı bir komplo ile onu öldürttü (17 Ramazan 695/19 Temmuz 1296). Celâleddin Fîrûz Şah’ın hanımı Melike-i Cihân, Mültan’daki veliaht Erkli Han’ı çağıracağı yerde Celâleddin’in diğer oğlu İbrâhim’i Rükneddin unvanı ile tahta çıkarttı. Bu sırada Erkli Han da Mültan’dan Delhi’ye doğru hareket etmişti. Beş ay sonra durumu daha da güçlenen Alâeddin Muhammed Erkli Han’dan önce Delhi’ye girdi ve hükümdar ailesi tevkif edildi, birçok kişi öldürüldü. 20 Ekim 1296’da Delhi’de tahta oturan Alâeddin Muhammed Şah, Delhi Memlük sultanlarından Kutbüddin Aybeg, Şemseddin İltutmış ve Gıyâseddin Balaban Han gibi büyük sultanlar arasında zikredilmektedir. Alâeddin Muhammed, beş yıl süren başarılı bir askerî harekâttan sonra Gucerât, Ranthambhor, Çitor, Mândû, Sivana ve Calor’u topraklarına kattı. Aynı şekilde Güney Hindistan’da Devâgirî (Deogiri, Devletâbâd), Telingana, Dvârasamudra ve Madura gibi vilâyetler Delhi Halacîleri’nin üstünlüğünü kabul ederek vergiye bağlandılar. 1297-1308 yılları arasında Çağatay akınlarını önlemeye muvaffak olan Alâeddin Muhammed Şah, toprak ilhak etme yerine yıllık vergi ve ganimet temini yolunu seçerek içtimaî, iktisadî ve askerî reformları ile haklı bir şöhret kazanmıştır. 6 Ocak 1316’da ölen Alâeddin Muhammed Şah’tan sonra yerine Melik Kâfûr Hezârdînârî kendi nüfuzu ile Şehâbeddin Ömer’i tahta geçirdiyse de bunun saltanatı uzun sürmedi. Alâeddin’in üçüncü oğlu Kutbüddin Mübârek Şah, kendisini öldürmek için gelen saray muhafızlarını ikna ederek Melik Kâfûr’u öldürttü. Mübârek Şah önce nâib olarak hüküm sürdü; 14 Nisan 1316’da küçük kardeşini hapse attırarak Kutbüddin lakabı ile tahta çıktı. Mübârek Şah babasının sert idare tarzını değiştirdi. Ülkede istikrarı sağladı ve “halîfetullah” unvanını aldı. Alâeddin Muhammed’in vergiye bağladığı Marata (Marhata) ülkesini doğrudan Delhi Sultanlığı’na kattı (1318); Devâgirî şehrinin adını da Kutbâbâd olarak değiştirdi. Ancak bir süre sonra bir suikast neticesinde öldürülünce eski Hindû mühtedi Hüsrev Han, Nâsırüddin Hüsrev Şah unvanıyla tahta çıktı (Nisan 1320). Bunun üzerine Türk kumandanları Mültan ve Dipalpûr Valisi Melik Gazi Tuğluk’u yardıma çağırdılar. Lahravat’ta cereyan eden savaşta Hüsrev Şah’ın ordusu bozguna uğratıldı; kendisi de bir müddet sonra yakalanarak öldürüldü. Halacî ailesinden erkek fert kalmadığı için Melik Gazi, Gıyâseddin Tuğluk unvanıyla tahta geçti. Böylece Delhi Halacîleri’nin yerini Tuğluklular almış oldu (Eylül 1320).

Tuğluklular Hânedanın kurucusu Gıyâseddin Tuğluk, Sind ile Türk ülkeleri arasında kalan dağlık Karavna bölgesi Türkler’indendir. Alâeddin Halacî devrinde (1296-1316) Hindistan’a gelerek sultanın Sind ve Mültan valisi olan kardeşi Uluğ Han Elmas’ın hizmetine girdi, ordunun yaya ve atlı sınıflarında yer aldıktan sonra emirliğe yükseldi. Moğollar’a karşı yapılan savaşlarda gösterdiği başarılar neticesinde ün kazandı ve “Melik Gazi” unvanıyla anılmaya başlandı. Uzun yıllar kuzeybatı sınırı eyaletlerinden Dipâlpûr, Sâmâna ve Mültan’ın idareciliğini yürüttü ve Kutbüddin Mübârek Şah’ın hükümdarlığı sırasında (1316-1320) aynı görevi sürdürdü.

Saltanat nâibi Hüsrev Han 720’de (1320) Kutbüddin Mübârek Şah’ı öldürerek tahta çıktı. Mühtedi bir Hindu olan Hüsrev Han ülkede Hinduluğun yeniden üstünlük kazanması için girişimlerde bulundu. Melik Tuğluk ona tâbi olmayı reddetti ve İslâm hâkimiyetini yeniden sağlamak amacıyla emrindeki kuvvetlerle Delhi üzerine yürüdü. Lohrâvat ovasında yapılan savaşı Tuğluk kazandı. Hüsrev Han kaçtıysa da yakalanarak idam edildi. Ertesi gün saraya gelen Tuğluk, Halacîler’den hiçbir şehzadenin hayatta kalmadığını öğrenince tahta oturdu (1 Şâban 720/6 Eylül 1320). Tuğluk Şah’ın ilk işi tarımı teşvik edici tedbirler almak oldu. Çiftçilerin ödediği arazi vergilerini önemli ölçüde hafifletti. Taşra idarecilerinin çiftçilere vergi konusunda zulüm yapmalarını önleyen kanunlar koydu. Ardından orduyu yeniden teşkilâtlandırdı.

Delhi’deki hânedan değişikliğinden sonra tâbi Hindu racalarından Varangal Racası Pratap Rudra Deva bağımsız hareket etmeye başladı. Bunun üzerine Tuğluk Şah, oğlu Uluğ Han Fahreddin Muhammed Cavna (Cûne) Han’ı 721’de (1321) kalabalık bir orduyla Varangal’e gönderdi. Cavna Han, Varangal’i kuşattıysa da orduda çıkan karışıklıklar yüzünden başarılı olamadı ve Delhi’ye döndü. Tuğluk Şah, başta şair Ubeyd ve Şeyhzâde Dımaşkī olmak üzere askerleri isyana teşvik edenleri idam ettirdikten sonra Cavna Han’ı yeniden Varangal’e gönderdi (723/1323). Önce Varangal civarını ve Bîder bölgesini ele geçiren Cavna Han ardından Varangal’i zaptetti. Merkezi Varangal olan Telingana Racalığı merkeze bağlı bir eyalet haline getirilerek toprakları iktâlara ayrıldı. Adı Sultanpûr olarak değiştirilen Varangal’de bir cami inşa edildi. Cavna Han, Varangal’den geri dönüşü sırasında Raca II. Bhânudeva idaresinde Utkala Racalığı’nın hâkimiyet sahası olan Orissa’yı da (Cacnagar) ele geçirdi. Öte yandan Bengal hâkimi Şemseddin Fîrûz Şah’ın 718 (1318) yılında vuku bulan ölümünün ardından oğulları arasında saltanat mücadelesi başlamıştı. Bunlardan Nâsırüddin’in Delhi Sultanlığı’ndan yardım istemesi Tuğluk Şah’a Bengal’e müdahale fırsatı verdi. Tuğluk Şah’ın kuvvetleri, Nâsırüddin Şah ile birleşerek muhalifleri mağlûp ettiler, kardeşlerden Gıyâseddin Bahadır’ı esir aldılar. Nâsırüddin Şah vasal hükümdar sıfatıyla Leknevtî’de Batı Bengal tahtına geçirildi. On üç yıldan beri Bahadır’ın idaresindeki Doğu Bengal ise merkeze bağlı bir eyalet haline getirildi. Tuğluk Şah daha sonra Tirhut üzerine yürüdü ve iki üç haftalık bir kuşatmanın ardından burayı fethetti. Sefer dönüşü Tuğlukâbâd yakınlarındaki Afganpûr köyünde oğlu Fahreddin Cavna Han’ın düzenlediği karşılama töreni sırasında kurulan ahşap köşkün çökmesi sonucu öldü (725/1325). Yerine veliaht tayin ettiği Cavna Han, Muhammed Şah unvanıyla tahta çıktı. Cavna Han, Halacîler devrinde “dâdbeg” ve “âhûrbeg” olarak görev yapmış, babası Tuğluk’un tahta çıkması üzerine “Uluğ Han” unvanıyla veliaht tayin edilmişti.

Yeni sultan, öncelikle amcazadesi Sagar Valisi Bahâeddin Gerşâsb’ın isyanıyla uğraşmak zorunda kaldı. Kampila racasıyla ittifak kuran Bahâeddin aylar süren bir takipten sonra yakalanıp idam edildi (727/1327). Ertesi yıl Dekken’deki Kondhana Kalesi sekiz aylık bir kuşatma sonucunda Hindular’ın elinden alındı. Muhammed Şah, Güney Hindistan’da yapılan fetihler sebebiyle orada yeni bir başşehir kurma fikrini benimsedi. Bu amaçla Devâgirî’yi (Deogiri) yeniden inşa ettirdi ve Devletâbâd adıyla başşehir edindi (727/1327). Görevliler, âlimler ve halktan birçok kimsenin yeni başşehre yerleşmesi sultanı tatmin etmedi ve iki yıl sonra Delhi halkını Devletâbâd’a göç etmeye zorladı. Ancak yeterli araştırma yapılmamasından ve sultanın sert davranışından dolayı bu teşebbüs olumlu sonuç vermedi. Göçe zorlananların birçoğu yolda öldü, oraya ulaşanlar da iklime uyum sağlayamadılar. Delhi ise boş ve bakımsız kaldı. Bunun üzerine sultan geri dönmeye karar verdi. Bu arada Mültan Valisi Behrâm Ay-aba Kişli (Kişlû) Han ile Leknevtî Valisi Gıyâseddin Bahadır Bora’nın çıkardığı isyanlar ordu tarafından şiddetle bastırıldı. Ay-aba ve Bahadır yakalanıp idam edildi (728-729/1328-1329).

Muhammed Şah, tahta çıkışından kısa bir süre sonra yaptığı seferle Kalânor ve Peşâver’i ele geçirerek bu bölgedeki Moğol nüfuzunu kırmıştı. Buna karşılık Çağatay Hanı Tarmaşirin 729 (1329) yılında Pencap üzerinden Hindistan’a girdi ve Bedâûn vilâyeti sınırına kadar geçtiği yerleri yağmalayıp tahrip ettikten sonra geri döndü. Muhammed Şah, Tarmaşirin’i Ravi nehrinin güneyindeki Kalânor’da yakalayıp bozguna uğrattı. Aynı yıl Ganj ve Cemne (Cumne) nehirleri arasındaki Düâb bölgesi halkı ziraî vergilerin arttırılması yüzünden ayaklandı ve eşkıyalığa başladı. Muhammed Şah’ın Düâb’a ordu göndermesi bölgenin boşalmasına ve ziraî üretimin durmasına yol açtı. Delhi’de hububat ve erzak sıkıntısı baş gösterdi. Bunun üzerine sultan, Delhi halkını Eved vilâyetinde Ganj ırmağı kıyısında yeni kurduğu Svargadvara (Sanskritçe cennetin kapısı) şehrine naklettirdi.

731-732 (1331-1332) yıllarında bakır ve bronz paralar tedavüle çıkaran Muhammed Şah bunların gümüş ve altın paralara eşdeğer sayılmasını emretti. Bu durum kalpazanların işine yaradı. Sonuçta sultan sahte paraları gümüşle değiştirmek zorunda kaldı ve devlet hazinesi ağır kayıplara uğradı. Muhammed Şah devleti eski malî gücüne kavuşturabilmek için büyük arazileri (iktâları) iltizam usulüyle vermeye başladı. Ancak tecrübesiz mültezimler, devlete ödemeyi taahhüt ettikleri yüksek paraları veremeyince cezalandırılmaktan korkup isyan ettiler. Sultan bu hatalı uygulama neticesinde hayatının sonuna kadar isyanlarla mücadele ettiyse de ülkenin bölünmesini engelleyemedi. Sahvan’da Üner ve Kayser-i Rûmî adlı iki kumandan valiyi öldürüp isyan etti. Mültan Valisi İmâdülmülk Sertîz bu isyanı bastırdı (734/1333). Bu defa Ma‘ber Valisi Seyyid Celâleddin Ahsen Şah ayaklanarak bağımsızlığını ilân etti. Sultan onun üzerine yürüdü, fakat ordusunda salgın hastalık çıkınca geri dönmek zorunda kaldı. Böylece devletin en güneydeki eyaleti olan Ma’ber, Delhi Sultanlığı’nın idaresinden çıkmış oldu (735/1334-35). 737 (1336-37) yılında Tibet ve Çin’i fethetmek amacıyla gönderilen 80-100.000 askerden oluşan ordu, Himalaya dağlarının eteklerinde Kumaon Garhval bölgesindeki Karaçil’de soğuk yüzünden tamamen yok oldu. Bu olay devletin askerî gücünü önemli ölçüde zayıflattı. Bir yıl sonra sultan ordunun başında bizzat Nagarkot seferine çıktı ve bu kaleyi zaptetti.

Sultanın üvey kardeşi Behrâm Han’ın ölümü üzerine Melik Fahreddin Mübârek Şah, Doğu Bengal’de bağımsızlığını ilân etti (739/1338-39). Aynı yıl Karra’da mültezim Nizâm Muîn vaad ettiği parayı hazineye ödeyemeyince ayaklandı. Ayaklanma Eved (Dudh) ve Zaferâbâd Valisi Aynülmülk Mültânî tarafından bastırıldı ve Nizâm Muîn idam edildi. Eyaletinin vergisini ödeyemeyen Tâcülmülk Nusret Han’ın Muhammedâbâd’da (Bîder) ve Ali Âdil Şah Nathu’nun Gülberge ve Bîder’de çıkardığı isyanları sultanın nâibi Kutluğ Han bastırarak âsileri cezalandırdı (740/1339). Ardından Melik Aynülmülk Mültânî isyan etti. Sultan bütün güçlüklere rağmen Aynülmülk’ü mağlûp etmeyi başardı. Aynülmülk hapsedildiyse de sonradan sultan onu affetti. 742 (1341) yılında Mültan Valisi Bihzâd’ı öldüren Şâhû, Afgan’da isyan etti; sultan ordusuyla üzerine yürüyünce de Gucerât’a kaçtı.

Muhammed Şah, müslümanlar arasında kaybettiği itibarı yeniden kazanmak için Mısır’daki Abbâsî Halifesi Müstekfî-Billâh’a elçi gönderdi, onun adına hutbe okuttu ve para bastırdı. Halife Müstekfî, 744’te (1343-44) yolladığı elçilik heyeti aracılığıyla onun sultanlığını onayladı. Ardından Muhammed Şah, Hacı Receb-i Barkaî’yi değerli mücevherler ve hediyelerle Kahire’ye gönderdi. Barkaî, yaklaşık iki yıl sonra Mısır Şeyhüşşüyûhu Rükneddin el-Malatî ile birlikte Delhi’ye döndü ve Halife Hâkim-Biemrillâh’ın yolladığı yeni hil‘ati sultana takdim etti (Muharrem 746/Mayıs 1345). Ancak bu teşebbüs de siyasî birliği korumaya yetmedi. Ülkede yeni isyanlar patlak verdi. Devletâbâd’da ayaklanan taşra teşkilâtı görevlilerinden “emîrân-ı sade” diye bilinen Dekken soyluları İsmâil Muh adında birini “Nâsırüddin” lakabıyla Dekken sultanı ilân ettiler. Bunun üzerine Muhammed Şah Devletâbâd’a yürüdü. Şehri zaptederek âsileri iç kalede kuşattı. Fakat bu sırada Gıyâseddin Tuğluk’un Türk memlüklerinden şahne-i bârgâh Tagī’nin Gucerât’ta isyan etmesi yüzünden kuşatmayı kaldırıp oraya gitmek zorunda kaldı. Uparkot Kalesi’ni ele geçirdi ve kale yakınlarına bir cami inşa ederek ayrı bir şehir kurdu (Cunâgerh). Muhammed Şah, Tagī’yi Sind’de üç yıl takip ettiyse de yakalamayı başaramadı ve Tatta (Thatta) yakınında hastalanarak öldü (21 Muharrem 752/20 Mart 1351). Bu arada Devletâbâd’da süren karışıklıklar sonucu Dekken, Delhi Sultanlığı’nın idaresinden kesin şekilde çıktı ve yeni kurulan Behmenîler Devleti’nin hâkimiyetine girdi (1347). Aldığı idarî ve askerî önlemler, Muhammed Şah’ın son derece yetenekli ve ileri görüşlü bir hükümdar olduğunu göstermektedir. Fakat bunlar gerekli alt yapı hazırlanmadan gerçekleştirildiği için başarısızlığa uğramıştır. Muhammed Şah aydın, bilime değer veren ve müslüman-Hindu ayırımı yapmadan halka adaletli davranan bir hükümdardı. Kendisinden önceki sultanların aksine Hindular’a müsamaha gösterdiği ve onları üst düzey görevlere tayin ettiği kaydedilmektedir.

Sultan Muhammed’in âni ölümünden üç gün sonra devlet ileri gelenleri ve kumandanlar amcasının oğlu Kemâleddin Fîrûz’u “Fîrûz Şah” unvanıyla tahta çıkardılar (24 Muharrem 752/24 Mart 1351). Ordunun üç gün başsız kalmasını fırsat bilen Delhi Sultanlığı hizmetindeki Moğol asıllı kumandan Nevrûz Kargan, Çağataylı kuvvetlerini Hindistan’a davet etti. Moğollar, sultanlık ordusuna karşı şiddetli akınlarda bulunarak birkaç gün boyunca rahatsızlık verdiler. Bu esnada Vezir Hâce-i Cihân Ahmed Ayaz, Muhammed Şah’ın oğlu olduğu iddia edilen Mahmûd’u Delhi’de tahta oturtmuştu (752/1351). Hâce-i Cihân, Fîrûz Şah’ın Delhi’ye doğru ilerlediğini öğrenince ondan af diledi; ancak sultanın adamları cezalandırılmasında ısrar ederek onu öldürttüler.

Tahta çıkışından kısa bir süre sonra Mısır’daki Abbâsî Halifesi Mu‘tazıd-Billâh, Fîrûz Şah’a hil‘at ve menşur gönderip hükümdarlığını tasdik etti (754/1353). Fîrûz Şah, Delhi Sultanlığı’nın büyük ölçüde daralan hâkimiyet sahasını genişletmek istiyordu. Bu amaçla, elden çıkan eyaletlerden Bengal’e 754 (1353) ve 760 (1359) yıllarında iki sefer düzenledi. Sonuçta Bengal Hükümdarı İskender Şah sultana itaat etmeyi ve yıllık vergi ödemeyi kabul etti. Cacnagar (Orissa) (761/1360), Nagarkot (1363) ve Tatta’ya (1365-1366) yapılan seferler de başarıyla sonuçlandı ve bu yerler Fîrûz Şah’ın hâkimiyetine girdi. 779’da (1377) Etâve’de, 782’de (1380) Katehar’da (Rohilkend) çıkan isyanlar da sert bir şekilde bastırıldı. Fîrûz Şah ölümünden az önce tahtı veliaht tayin ettiği oğlu Muhammed ile paylaştı (Ağustos-Eylül 1387). Fakat Muhammed’in idareye hâkim olacak gücü gösterememesi üzerine torunu Tuğluk Şah’ı veliahtlığa getirdi ve kısa bir süre sonra öldü (18 Ramazan 790/20 Eylül 1388). Fîrûz Şah Tuğluk zamanında Delhi Sultanlığı topraklarının bir kısmını kaybetmiş ve nüfuz sahası önemli ölçüde daralmıştır. Fîrûz Şah devri daha çok bilim, kültür, bayındırlık işleri yönünden parlak geçmiştir. Âlimleri himaye eden Fîrûz Şah fakir talebelere ve din görevlilerine hazinesinden para bağlatmış, açtırdığı su kanalları ve kuyular sayesinde tarım alanında verim artmış, halkın refah düzeyi yükselmiştir. Ayrıca ceza kanunları hafifletilmiş, işkence ve hafiyelik kaldırılmış, açılan birçok hayır kurumu ile hasta, işsiz ve fakirlerin sıkıntıları giderilmiştir. Bu devirde askerî iktâ sistemi yeniden önem kazanmış, memlük müessesesi yeni kurulan Dîvân-ı Bendegân’ın denetiminde gelişme göstermiştir. Şefkati ve adaleti bakımından örnek bir hükümdar olan Fîrûz Şah gayri şer‘î yirmi sekiz vergiyi kaldırtmış ve Brahmanlar’ın cizye vermesini zorunlu kılmıştır.

Fîrûz Şah’tan sonra tahta geçenlerin devleti idare etme yeteneğinden yoksun olmaları emîr ve meliklerin elinde âdeta kukla haline gelmelerine yol açtı. Bu durum Delhi Sultanlığı’nı iyice zayıflattı; ülkede siyasî istikrar kalmadı. Fîrûz Şah’ın torunu II. Gıyâseddin Tuğluk Şah (1388-1389) amcası Muhammed Han ile girdiği mücadelede başarı sağladı ve onu Nagarkot’a çekilmek zorunda bıraktı. Fakat kendini içki ve eğlenceye kaptırarak kontrolü kaybetti. Neticede emîr ve melikler Fîrûzâbâd Sarayı’nda isyan ettiler. II. Gıyâseddin, veziri Melik Fîrûz ile birlikte kaçtıysa da Cemne ırmağı kıyısında yakalanıp öldürüldü. Onun yerine geçen Ebû Bekir Şah’a Fîrûz Şah Tuğluk’un en küçük oğlu Nâsırüddin Muhammed Han rakip oldu. 1390 yılına kadar devam eden mücadeleyi şahne Melik Server’in desteklediği Muhammed Han kazandı ve Delhi’ye girerek tahta oturdu. Mivat’a kaçan Ebû Bekir Şah yakalandı ve hapsedildiği Mîrat Kalesi’nde öldü. Muhammed Şah, Etâve’de isyan hazırlığı yapan Barsingh idaresindeki Hindular’ı mağlûp ederek Etâve Kalesi’ni yıktırdı. Ardından Kannevc ve Dalmu’daki Hindular’ı cezalandırdı (794/1392). Ertesi yıl Kannevc bölgesinde bazı Hindu reislerinin isyan etmesi üzerine sultan Melik Mukarrebülmülk’ü bölgeye gönderdi. Âsilerden biri Etâve’ye kaçabildi, diğerleri öldürüldü. Muhammed Şah, 1393’te Mivat bölgesini yağmalayıp kendi inşa ettirdiği Muhammedâbâd Kalesi’ne dönerken hastalandı ve birkaç ay sonra öldü (17 Rebîülevvel 796/20 Ocak 1394). Yerine oğlu Hümâyun, Alâeddin İskender Şah adıyla tahta çıktı. Ancak ülkenin batısını yöneten emîr ve melikler kardeşi Mahmûd Nâsırüddin Şah’ı sultan ilân ettiler. İki kardeş arasında bir yıl süren mücadele devleti iyice zayıflattı. İskender’in ölümünden sonra ileri gelen emîrlerden Saâdet Han, Feth Han’ın oğlu Nusret Şah’ı tahta oturttu (797/1395). Böylece biri Delhi’de, diğeri Fîrûzâbâd’da iki sultan ortaya çıktı. Nihayet Mallu İkbal Han, uzun mücadelelerin ardından Nusret Şah’ı destekleyen emîrleri bertaraf etti ve Mahmûd Şah’ın Delhi sultanı olmasını sağladı (Zilkade 800/Temmuz-Ağustos 1398).

Bu sırada Hindistan olaylarını yakından izleyen Timur 1397’de torunu Pîr Muhammed aracılığıyla Mültan’ı ele geçirdi, 1398 yılında kalabalık bir ordunun başında İndus nehrini aştı. Yolu üzerindeki şehir ve kaleleri yakıp yıkarak Delhi’ye ilerledi. Delhi Sultanı Mahmûd Nâsırüddin Şah elindeki yetersiz kuvvetlerle Timur’a karşı koymaya çalıştı. Fakat Delhi önündeki savaşta kesin bir yenilgiye uğradı ve başşehri terketmek zorunda kaldı. Timur, Delhi ve civarını yağmaladıktan sonra Mültan’da, önceleri Delhi sultanlarının hizmetindeki emîrlerden kendi tarafına geçen Mültan Valisi Hızır Han’ı bırakarak ertesi yıl ülkesine döndü. Timur’un Tuğluklular’a indirdiği ağır darbe Hindistan’da bağımsız devletçiklerin artmasına yol açtı; 1394’te Jaunpûr, 1401’de Mâlvâ ve 1407’de Gucerât’ta müslüman hânedanları kuruldu. Timur’un çekilmesinin ardından Mahmûd Nâsırüddin Şah, 801 (1399) yılında Delhi’ye gelerek yeniden tahta çıktıysa da önce Mallu İkbal Han’ın, daha sonra Devlet Han Lûdî’nin elinde bir kukla hükümdar olarak kaldı. Mahmûd Nâsırüddin Şah 815’te (1412) öldü. Devlet Han Lûdî onun adına Delhi ve çevresinde 817 (1414) yılına kadar hüküm sürdü. Ancak Seyyidler hânedanının kurucusu Hızır Han şehri zaptederek iktidarı ele geçirdi (817/1414); böylece Tuğluklular hânedanı sona ermiş oldu.

Tuğluklular devri, Delhi Sultanlığı’nın siyasî tarihinde bir gerileme devri olmakla birlikte kültür hayatı ve imar faaliyetleri açısından parlak bir dönem olmuştur. Ülke ekonomik ve sosyal açıdan bir refah dönemini geçirmiş, birçok müessese ve mescid yapılmıştır. Ayrıca sosyal hayatta değişimler ve bazı ıslahatların gerçekleştirildiği dönem olarak dikkat çekmektedir. Özellikle Gıyâseddin Tuğluk Şah’ın sosyal alanda ıslahata büyük önem verdiği görülmektedir. Moğollar’dan kaçan pek çok ilim adamı Hindistan’a sığınmış, faaliyetlerini burada devam ettirmiştir. Tuğluklu hükümdarlarının saraylarındaki toplantılarda âlimler, sanatkârlar, şairler ve müzisyenlerin daima özel bir yeri vardı. Pek çok edip ve şair Gıyâseddin Tuğluk’tan himaye görmüş, şair, tarihçi ve mutasavvıf Emîr Hüsrev-i Dihlevî Tuġluķnâme adlı eserini ona ithaf etmiştir. Bu devirde bayındırlık alanında önemli eserler ortaya konulmuştur. Bunların başlıcaları Gıyâseddin Tuğluk Şah’ın kurduğu Tuğlukâbâd, Muhammed Şah Tuğluk’un inşa ettirdiği Cihanpenâh ve Fîrûz Şah’ın kurduğu Fîrûzâbâd şehirleridir. Bilhassa Fîrûz Şah zamanı imar faaliyetleri açısından çok önemlidir. Bu dönemde çok sayıda mescid ve medrese yaptırılarak vakıflar tahsis edilmiştir. Bunlar arasında Mescid-i Câmî ve Medrese-i Fîrûz Şah dikkat çeken eserlerdir. Gıyâseddin Tuğluk Şah ile Fîrûz Şah Tuğluk’un türbeleri bu dönemin önemli mimari yapılarındandır. Mültan’da Şeyh Rükniâlem Türbesi, Yeni Delhi’de Nizâmeddin Evliyâ Türbesi, Cihanpenâh’ta Begüm-pûr Camii ve Delhi’de Hırki Camii de bu eserler arasındadır. Tuğluklular döneminin sûfî, âlim ve devlet adamları arasında Burhâneddîn-i Garîb, Hamid Kalender, Hân-ı Cihân Makbûl, yedi yıl kadılık yapan İbn Battûta, Şerefeddin Mânerî Mîrhord ve Muînüddin İmrânî zikredilebilir.

Seyyid Hanedanlığı

Sultan Fîrûz Şah Tuğluk’un (1351-1388) emîrlerinden Melik Nasîrülmülk Merdan Devlet’in üvey oğlu Melik Süleyman’ın oğlu Seyyid Hızır Han tarafından kurulmuştur. Dönemin tarihçisi Yahyâ Sirhindî, Mültanlı Sühreverdî şeyhi Seyyid Celâleddin Hüseyin el-Buhârî’nin Melik Süleyman’ın seyyid olduğunu ima etmesi ve Hızır Han’ın bir seyyidin mânevî niteliklerine sahip olması sebebiyle hânedan mensuplarının kendilerini “Seyyidler” diye tanıttığını kaydeder. Ancak diğer çağdaş kaynaklarca teyit edilmeyen bu iddia şüpheyle karşılanmalıdır.

Son Tuğluklular döneminde Mültan valisi olan Hızır Han anlaşmazlık yüzünden 798’de (1395-96) azledildi. Timur, Kuzey Hindistan’ı ele geçirince başşehir Delhi’nin yanı sıra Dipalpûr (Diopâlpûr) ve Mültan eyaletlerinin idaresini Hızır’a verdi (801/ 1398-99). Hızır Han bu sayede Delhi Sultanlığı’na hâkim olmak için mücadele eden rakiplerine karşı üstünlük sağladı. Acodhan, Sirhind, Mîvât, Delhi ve Düâb’da birkaç çatışmadan sonra Sîrî’ye girdi ve 15 Rebîülevvel 817’de (4 Haziran 1414) Delhi Sultanlığı tahtına çıktı. Hızır Han’ın yedi yıl süren saltanat döneminin hemen tamamı eyaletlerde çıkan isyanları bastırmakla geçti. Veziri Melikü’ş-Şark Tâcülmülk ile çıktığı seferler neticesinde Katehar hâkimi Raca Har Singh, Etâve hâkimi Raca Sâbir, Gvâliyâr, Kampil Hinduları, Mîvât bölgesi halkı itaat altına alınarak vergiye bağlandı. Togan Reis’in Sirhind’de çıkardığı büyük isyan da bastırıldı. 1416’da Nâgevr’i kuşatan Gucerât Sultanı I. Ahmed, Hızır Han’ın harekete geçmesi üzerine Dhar şehrine çekildi, böylece bölgedeki Cihayin şehri de Hızır’ın hâkimiyetine girdi. Hızır Han, 821’de (1418) düzenlediği bir seferle Bedâûn’u bağımsız hareket eden Mehâbet Han’ın elinden aldı. 1419’da Callandar’ın dağlık bölgesinde ayaklanan Sâreng Han, üzerine gönderilen Melik Sultanşah Lûdî kumandasındaki orduyla çarpışmayıp dağlara kaçtı. 1420’de tekrar ayaklanan Togan, Sirhind’i yağmaladıktan sonra Satlec ırmağını geçip Khokar reisi Casrat’ın yanına gitti. Sâreng Han 1420’de Togan Reis’e katıldı, ancak Togan onu bir süre hapsettikten sonra öldürttü. Hızır Han batıda Mültan’dan doğuda Kannevc’e, kuzeyde Himalayalar’ın eteklerinden güneyde Mâlvâ sınırlarına kadar bütün bölgeyi Delhi Sultanlığı’nın idaresinde yeniden birleştirmek için yoğun çaba harcadıysa da kesin bir sonuç elde edemedi. Bunda, Timurlular’a bağlı kalması sebebiyle Türk ve Afganlı askerler tarafından sevilmemesinin etkisi büyüktür. Timur ve oğlu Şâhruh adına hüküm süren, “râyât-ı a‘lâ” lakabıyla yetinip sultan unvanını almayan Hızır Han 17 Cemâziyelevvel 824’te (20 Mayıs 1421) vefat etti.

Babasının yerine geçen Mübârek Şah isyankâr bir tavır sergileyen Katehar ve Kampil Hinduları’na karşı seferler düzenledi (1425). Etâve, Mültan, Bayâna, Gvâliyâr ve Mîvât’taki gelişmeler hükümdarlığı boyunca onu rahatsız etti. Khokarlar’ın lideri Casrat’ın isyanı Mübârek Şah’ı uzun süre uğraştırdı. Casrat, Moğollar’la birlikte Dipalpûr ve Lahor’u yağmaladı, Bhakkar ve Sivistan’ı istilâ etti. Mübârek Şah bu amaçla Mültan ve Lahor’da birer ordugâh kurdu. Sonunda Casrat, Lahor Valisi Melik Sikender Tuhfe ve Kalanor racası Gālib’in birleşik orduları tarafından mağlûp edildi (831/1428). Mübârek Şah aynı yıl Cavnpûr Şarkī Sultanı İbrâhim ile Çandvar’da yaptığı savaşı da kazandı. İbrâhim birçok kayıp vererek ülkesine geri döndü. Ardından Seyyid Sâlim’in Türk memlüğü Pulad’ın Teberhind’de isyan ettiği haberi geldi. Mübârek Şah’ın askerleri karşısında tutunamayan Pulad yakalanarak idam edildi (836/1432-33). Mübârek Şah, daha sonra Kâbil’deki Moğol emîrlerinden Sür‘atmış’ın oğlu Şeyh Ali’nin Bhakkar ve Sivistan’a düzenlediği akınla uğraşmak zorunda kaldı. Şeyh Ali, Mübârek Şah’ın ordusunun Ravi ırmağını geçip ilerlemekte olduğunu öğrenince kaçmayı tercih etti. Şeyh Ali’nin yeğeni Emîr Muzaffer’in ordusu mağlûp edilerek Lahor yeniden ele geçirildi (Şevval 836 / Mayıs-Haziran 1433).

Mübârek Şah, 9 Receb 837’de (19 Şubat 1434) cuma namazına gitmek için hazırlanırken veziri Melik Serverülmülk ve adamları tarafından düzenlenen bir suikast sonucu öldürüldü. Aynı gün emîrler, melikler, imamlar, seyyidler, halk, ulemâ ve kadıların onayı ile yeğeni Muhammed Şah b. Ferîd b. Hızır tahta çıktı. Muhammed Şah, biat merasiminin ertesi günü yüksek dereceli emîrler ve memlükleri çağırıp bazılarını öldürttü, bazılarını hapsettirdi. Böylece Mübârek Şah’ın katillerinin birçoğunu ortadan kaldırmış oldu. Ancak bir süre sonra baş gösteren olaylar kontrolden çıkınca bazı âlimler ve kumandanlar Mâlvâ Sultanı I. Mahmûd Şah Halacî’yi yönetimi devralması için Delhi’ye davet ettiler. Bunun üzerine Muhammed Şah, Afgan kumandan Behlûl-i Lûdî ve askerlerini Sâmâne’den yardıma çağırdı. Tuğlukâbâd önlerinde yapılan savaşta Mahmûd Şah Halacî, Delhi’nin fethinin kolay olmayacağını anladı ve Muhammed Şah’ın barış teklifini kabul ederek ülkesine geri döndü. Dönüşü sırasında Behlûl-i Lûdî onun bazı ağırlıklarını yağmaladı. Durumdan memnun olan Muhammed Şah, Behlûl’ü resmen oğlu ilân etti ve kendisine “hân-ı hânân” unvanını verdi, Dipalpûr ve Lahor vilâyetlerinin idaresini ona devretti. Muhammed Şah daha sonra onu Khokarlar’ın âsi lideri Casrat’ı cezalandırmakla görevlendirdi (845/1441-42). Ancak Behlûl hedefini değiştirip Delhi üzerine yürüyünce Muhammed Şah’ın otoritesi iyice sarsıldı. Muhammed Şah’ın 847’de (1443) ölümü üzerine oğlu Alâeddin Âlem Şah tahta çıkarıldı.

Cavnpûr Sultanlığı’nın baskısı ve kumandanların vefasızlığı Âlem Şah’ı zor durumda bıraktı. 1447’de tahttan feragat edip veziri Hamîd Han’ı Delhi’de bırakarak daha önce valilik yaptığı Bedâûn’a yerleşti. Hamîd Han’ın daveti üzerine başşehir Delhi’de iktidarı ele geçiren Behlûl-i Lûdî (855/ 1451) Âlem Şah’ın 883’te (1478) ölümüne kadar Bedâûn’da hüküm sürmesine rıza gösterdi. Sultan Hüseyin Şarkī bir süre sonra Bedâûn’u Cavnpûr Sultanlığı’na kattı. Böylece Mültan’da bir beylik olarak tarih sahnesine çıkan Seyyidler Bedâûn’da sona erdi. Âlem Şah’ın soyundan gelen aileler sonraki yıllarda Bedâûn’da Hızır-Hânî Seyyidler diye anıldı.

Seyyidler hânedanı dönemi Delhi Sultanlığı’nda merkezî idarenin sona erdiğinin kesin bir göstergesidir. Hükümdarların siyasî etki alanı Delhi ve civarındaki 320 km²’lik bir alandan ibaretti, buyrukları ise yalnızca Delhi’den Pâlem’e kadar geçerliydi. Düzenledikleri sayısız seferlerin birçoğunun kendi itaatsiz idarecileri üzerine olması Seyyidler’in yönetiminin kabul görmediğini gösterir. Hükümdarlar valilerden daha fazla bir yetkiye sahip değildi. Sikke Timur ve oğlu Şâhruh adına basıldığı gibi hutbe de onlar adına okunuyordu. Hükümdarlık sembolü olan hil‘atler ve bayraklar Herat’tan gönderilirdi. Seyyid hükümdarları Timurlular’a düzenli şekilde yıllık vergi ödemekteydi. Mübârek Şah ve halefleri paralarında “nâib-i emîrü’l-mü’minîn, halîfe-i emîrü’l-mü’minîn” unvanlarını kullanmışlardır. Bu da kuvvetli bir ihtimalle Şâhruh’un kendisini halife ve diğer müslüman hükümdarların hâkimi olarak tanıtma tutkusundan kaynaklanıyordu.

Ülkede siyasî istikrarı sağlayamamış olmalarına rağmen Seyyid hükümdarları yeni şehirler kurmak için çalışmışlardır. Hızır Han Hızırâbâd’ı ve Mübârek Şah, Cemne (Cumna) ırmağı kıyısında Mübârekâbâd’ı tesis etmiştir. Mübârek Şah kurduğu şehri müstahkem hale getirmiş ve kendisi için bir türbe yaptırmıştır. Alâeddin Âlem Şah’ın da Bedâûn eyaletindeki Alâpûr’u iskân ettiği rivayet edilmektedir. Seyyidler döneminden günümüze yalnızca “makbere mimarisi” olarak adlandırılan elliden fazla büyük türbe ulaşmıştır.

Lodiler

Lûdîlerden bir kısmı, Delhi Türk Sultanı Fîrûz Şah, Üçüncü Tuğluk devrinde Hindistan’a göç ettiler. Tuğluk Hanedanının ortadan kalkması ile, devletin iç siyasetinde söz sahibi olmaya başladılar. Delhi’ye hakim olan Seyyidlerin, hanedanın Türk ve Afgan askerî sınıflarına seçilmesi, Lûdîlerin işlerini daha da kolaylaştırdı. Seyyidlerden Âlemşah’ın tahttan çekilmesi üzerine, Serhend ve Lahor eski valisi ve Lûdî reisi Behlül Lûdî, Delhi tahtını ele geçirdi (1451).

Behlül Lûdî, içerdeki durumunu sağlamlaştırmak için, çeşitli tedbirler aldı. Dağlık bölgelerde yaşayan Afganlıları, kitleler halinde, Kuzey Hindistan düzlüklerine yerleştirdi. Delhi’yi aldığı zaman, hazinesindeki bütün parayı, Lûdî Afganlarına dağıtarak, kendisi de herkes kadar pay aldı. Delhi’yi kuşatan Cavnpûr Sultanını yendikten sonra, Cavnpur’u işgal etti (1478).

Behlül, çok mütevazı olmaya, büyük oymak başkanlarına, kendisi ile aynı derecedeymiş gibi davranmaya, her işi onlarla istişare ederek yapmaya, kendisiyle görüşmek isteyen herkesi kabul etmeye, hiçbir zaman beylerini taht üzerinde otururken kabul etmemeye ve onları ayakta bırakmamaya önem verdi. Behlül Lûdî, 1489 senesinde ölünce, epey çekişmeli geçen toplantılardan sonra beyler, oğullarından Nizam Hanı, İskender lakabıyla tahta geçirdiler. İskender Lûdî, 1495 senesinde Bihar’ı fethetti. Bengal Devleti ile antlaşma yaptı. Merkezî otoriteyi temin edip, ıktaların hesaplarını ciddî şekilde denetleyip devletinin hakkını aldı. O da, beylerine babası gibi arkadaşça davranırdı. Çok hayır sahibi bir kimseydi.

1517 senesinde vefat eden İskender Lûdî'nin yerine, oğlu Sultan İbrahim geçti. Sultan İbrahim’in beylerine karşı davranışı, dede ve babasından çok farklı idi. Çevresini kırdı. Sultan İbrahim’in, beylerine karşı şüphelerinin artması ve birçoğunu gizlice yakalatıp, öldürmesi üzerine, bir grup bey, Kâbil Sultanı Babür Şâh'a başvurup, Hindistan’a davet ettiler. Babür Şah, çeşitli hazırlık ve deneme seferlerinden sonra, 1526’da Hindistan’a yaptığı son seferde, Delhi’nin kuzeyinde Pâni Püt’te Sultan İbrahim’in ordusunu bozguna uğrattı. Sultan İbrahim, savaş esnasında öldü. Böylece, Delhi Afgan Sultanlığı (Lûdîler), sona erdi. Toprakları, Babür’ün eline geçti.


Teşkilat ve Toprak İdaresi

Delhi Türk Sultanlığı‟nın idarî teşkilˆatı genel olarak OrtaŒçağ Türk-islaˆm devletlerinin teşkilˆtlarına dayanmaktadır. Saray, merkez, taşra, ordu ve adˆalet teşkilaˆtları bünyesinde Œçalışan görevlilerin birŒçoğunun varlığına daha önceki Müslüman-Türk devletlerinden Gazneliler ve SelŒçuklular ile idarî yapı ve devlet teşkilaˆtı bakımından onların takipçŒisi olan Müslüman Gurlular Devleti‟nde de rastlanır. Bu bakımdan Delhi Türk Sultanlarının Gurlular aracılığıyla aldıkları Türk-islaˆm devlet teşkilaˆtı geleneğini sürdürdüklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.[2]

Delhi Türk Sultanlığı‟nda topraklar halisa ve ikta olmak üzere iki ana kategoriye ayrılmıştı. Bunların yanı sıra mülk,

vakıf, idrarat ve inam olarak tahsis edilen araziler de vardı. Doğrudan doğruya hükümdarın tasarrufunda olan arazilere halisa denilmekteydi. Bu tür arazilerin vergi gelirleri Dîvanı Vezaret tarafından toplanırdı. Hükümdar bu arazilerden bazılarını ikta olarak da tahsis edebilirdi.

Kültür ve Medeniyet

Kutup Minar

Bir çok âlim, şâir, yazar ve san’atkârı himayelerine alan Delhi sultanları, kültür ve san’atın gelişmesine büyük hizmet ettiler. Balaban devri, ilim ve san’at bakımından önemlidir. Onun devrinde Ferîdeddîn Mes’ûd, Sadreddîn bin Behâeddîn Zekeriyyâ, Bedreddîn Gânevî gibi İslâm âlimleri, Hamîdeddîn, Bedreddîn Dımeşkî, Hüsâmeddîn gibi tıb âlimleri yetişti. Büyük âlim Emir Hüsrev Dehlevî, Delhi sultanlarından himaye gördü. Hüsrev Dehlevî, Hindistan’da şiirlerini Farsça yazan şâirlerin en büyüğüdür. Şairliği yanı sıra, târihî eserler de yazmıştır. Delhi sarayında yaşayan şâirlerden birisi de Hüsrev Dehlevî’nin yakın arkadaşı Necmeddîn Hasen Sencerî’ydi. Bu iki zâtın yakın dostu tarihçi Ziyâeddîn Bernî, 1357 senesine kadar Delhi Sultanlığı’nın târihini anlatan Târih-i Fîrûz Şah adlı eserin yazarıdır. Nizâmüddîn Evliya, Ferîdüddîn Genc-i Şeker ve Şeyh Nûreddîn, Celâleddîn Hindî gibi büyük tasavvuf âlimleri Delhi Türk Sultanlığı zamanında yaşamış, Hindistan’ın meşhûr ve büyük velîleridir.

Delhi sultanları, genişîmârfaaliyetlerinde bulundular. Günümüze kadar ulaşan bir çok eserler yaptılar. Ayrıca yeni şehirler inşâ ettiler. Yaptıkları eserlerin büyük kısmı Delhi’dedir. Kutbeddîn Aybeg’in yaptırmaya başladığı 79 metre yüksekliğindeki Kutb Minâr ismi ile meşhûr minare daha sonra bitirilmiştir. Aybeg, ayrıca Cayna mâbedleri enkazını kullanarak Kutvet-i Mslâm adlı camiyi inşâ ettirdi.

Halacî hanedanlığı zamanında Hindistan’daki müslüman mîmârisi, Selçuk mimarisi teknik ve üslûbunun etkisinde gelişti. Alâüddîn Halacî zamanında Kutvet-il-İslâm Câmii’nin yanında yapılan medrese bunlardan biridir.

Tuğluklarda Fîrûz Şah, bir çok îmâr faaliyetlerinde bulundu. Ayrıca eski eserlerin tamir ve ihyâsına büyük önem verdi. Hisar ve Cavnpûr gibi birçok meşhûr şehir kurdu ve tamir ettirdi. Ayrıca Firûzâbâd adıyla Delhi yakınlarında yeni bir başkent inşâ ettirdi. Buranın güneyinde Havz-ı Hassı denilen büyük havuzun kenarında bir medrese yaptırdı. Bunlardan başka; 50 sulama bendi, 40 cami, 30 medrese, 20 Hângah, 100 kervansaray ve han, 5 Dârüşşifâ, 100 türbe ve mezar, 10 hamam, 150 sulama işlerinde de kullanılabilecek kuyu ve su biriktirmeye mahsus havuz, 100 köprü yaptırmıştır

Kutup Minar 1192’de Hindistan tarihiyle ilgili çok önemli bir olay olur. Afganistan’dan gelen Gurlu Muhammed’in ordusu, kabiliyetli bir kölemen asker olan Kutbettin Aybeg komutasında Çavhan hanedanlığı ve Delhi ‘nin son Hindu Rajası Prithviraj’ı yener. Bundan sonra Delhi hep Müslüman idarecilerin yönetiminde kalacaktır. Bu önemli olayın anısına komutan Kutbettin Aybeg, aslen minare işlevi görecek, aynı zamanda zaferinin nişanesi olacak bir kule diktirir. Bu kule bugün banisinin ismine izafeten ‘Kutup Minar’ olarak anılıyor.

Kutup Minar Tomar ve Çavhanlar’ın başkenti olan Dhillika’da (Delhi) bulunan Kırmızı kale’nın yıkıntılarının üzerine dikilmiştir. Her ne kadar bunun zafer kulesi olduğunu iddia edenler olsa da yapı olarak minare biçimindedir ve minarelerde olduğu gibi şerefelere açılan kapılar kıble yönündedir ve kıbleyi gösterir. Zaten yanındaki yapının ismi de ‘Kuvvet-ül İslam Mescidi’dir. Savunma amaçlı bir kule olduğunu iddia edenler bile çıkmıştır. Ancak bunun gerçekle yakından uzaktan ilgisi yoktur ve sadece bir söylentiden ibarettir.

Minare dünyanın tuğladan yapılmış en yüksek kulesi ünvanını koruyor. Yapımı 193 yılda tamamlanan minare 1193’te Kutbettin Aybeg zamanında yapımına başlanmış ve 1386’da Firuz Şah Tuğlak zamanında tamamlanmıştır. Hint-İslam mimarisinin ilk ve en önemli yapıtlarından biridir. 1347’de Delhi’yi ziyaret eden İbn Batuda minare ve mescidinden sitayişle bahseder.

72.5 metre yüksekliğindeki minareye 381 merdiven basamağıyla çıkılabilmektedir. Taban çapı 14.3, tepesi ise 2.75 metre olan minarenin dış yüzü o yıllara ait çok güzel çiçek, yaprak ve hat süslemelerle bezelidir. Minarenin Gurlu Muhammed’in ülkesi Afganistan’daki ‘Cam Minare’den esinlenerek yapıldığı bilinmektedir. Cam Minare’den daha büyük, daha yüksek ve güzeldir.

Birinci katı Kutbettin tarafından, ikinci ve üçüncü katı kendisinden sonra sultan olan İltutmuş tarafından tamamlanan minare Firuz Şah döneminde iki kat daha eklenerek tamamlanmıştır. Kutbettin’den Firuz Şah’a mimarinin gelişimi rahatça gözlenebilir. Bu dönemde minarenin son iki katı bir deprem sonucu yıkılmış, Firuz Şah bu iki katı tekrar yaptırmıştır. Firuz Şah’ın yaptırdığı iki kat diğer katlardan hemen ayırt edilir. Çünkü beyaz mermerden yapılmıştır ve oldukça pürüzsüzdür. Şah en tepesine bir de kulübe ilave ettirmiştir. 1505’te İskender Lodi minareyi tamir ettirmiştir. 1704’te minare tekrar zarar gördü. Bu kez Major Smith adlı bir mühendis minareyi tamir etmiş, tepesine de Firuz Şah tarafından yapılan kulübenin yerine kendine has bir stilde yeni bir kulübe dikmiştir. 1848’de Lord Hardinge bu kulubeyi minarenin genel mimarisine yakışmadığı gerekçesiyle oradan sökmüştür.

Kutbettin minarenin hemen yanına bir de Kuvvet-ül İslam Mescidi yaptırmıştır. Her iki yapı İslam’ın gücünü, mimarideki ulaştığı yeri ve Hindistan’a girişini temsil eder. Daha sonraki dönemde yapı genişletilmiş bir de medrese ilave edilmiştir. Minare Selçuklu, Gazneli, Gurlu dönemi mimarisinin izlerini taşır. Yivli minare tarzında yapılmış, kırmızı mermer ve kum taşı kullanılmıştır. Minarenin çevreleyen yüzünde Kur’an’dan ayetler işlenmiştir. Kutbettin, Gurlu Muhammed’in ölümü üzerine Delhi’de sultanlığını ilan etmiş ve Hindistan’ın ilk Müslüman Türk Sultanı olma ünvanını kazanmıştır.

Kutup Minar dünyanın, Pizza Kulesi(55.86 metre yüksekliğinde, 296 basamaklı, 1173’te yapılmış, İtalya’dadır), Büyük Pagoda (80 metre yüksekliğinde, 130 basamaklı, 15. Yüzyıl’da yapılmış, daha sonra bir isyanda yıkılmış ve Çin’dedir)’nın da bulunduğu en meşhur üç kulesinden birisidir. En yüksek kule olma özelliğini hala devam ettirir. Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da bulunan ikiz kulelerin bu kuleden esinlenerek yapıldığı biliniyor.

Bu minarenin 100 metre kuzeyine bundan iki misli daha büyük ve uzun ikinci bir minarenin yapımına Dekkan’daki savaşlarını bitirip dönen Alaaddin Hılci başlamış ama yarım kalmıştır. Sadece 1 katını tamamlayan Alaaddin’in ömrü vefa etmeyince bu ikinci minare başlı kalmıştır. Bugün sadece 12 metresi bitmiş vaziyetteki minarenin ismi yapanın ismine izafeten Alai Minar’dır. Eğer tamamlansaydı bugünkü minarenin iki misli büyüklüğünde bir minare bugünkü minarenin yanında olacaktı.

Uzaktan minareye bakınca tam dik durmadığı fark edilir. Minare bir tarafa hafif eğiktir. Bunun sebebi yüzyıllardır olagelen depremlerdir. Minareden bir şeyin atılması durumunda direk yere düşmesi imkansızdır. Çünkü minare aşağıya doğru genişlemektedir. Çevresindeki mescit, medrese ve kümbetler yıllar geçtikçe yıkılmasına rağmen Kutup Minar bugün hala dimdik ayakta durmaktadır.

Minare 1981’e kadar bütün ziyaretçilere açıktı. Bir ziyaretçinin birinci katta geçirdiği kaza sonucu minarenin içi ziyarete kapandı. UNESCO’nun dünya miras sitelerinden biri olan Kutup Minare bugün Delhi Şehrinin sembollerinden biridir.


Delhi Sultanları

Kölemen (Gulam veya Memlük) Hanedanı (سلطنت غلامان‎ Soltanat-e Ghlāmān; 1206 - 1290)

Halaciler (سلطنت خلجی Soltanat-e Khaljī; 1290 - 1321)

Tuğluk Hanedanı (سلطنت تغلق Soltanat-e Tughluq; 1321 - 1398)

  • I. Giyaseddin Tuğluk Şah (1321 - 1325)
  • Muhammed bin Tuğluk (II. Muhammed Şah) (1325 - 1351)
  • Mahmud bin Muhammed (Mart 1351)
  • Firuz Şah Tuğluk (1351 - 1388)
  • II. Giyaseddin Tuğluk (1388 - 1389)
  • Ebubekir (1389 - 1390)
  • III. Nasreddin Muhammed Şah (1390 - 1393)
  • I. İskender Şah ( Mart- Nisan 1393)
  • Mahmud Nasreddin (II. Mahmud (Delhi)) (1393 - 1394)
  • Nusret Şah Firuzabad'da saltanat sürmüştür (1394 - 1398)

Ara dönem

Lodi Hanedanı

  • Devlet Han (1413 - 1414)

Seyyid Hanedanı (1414 - 1451)

  • Hızır Han (1414 - 1421) Timur İmparatorluğu'nun generali
  • II. Mübarek Şah (1421 - 1435)
  • IV. Muhammed Şah (1435 - 1445)
  • Alaeddin Alem Şah (1445 - 1451)

Lodi Hanedanı (سلطنت لودھی Soltanat-e Lodhī; 1451 - 1526)

  • Behlül Han Lodi (1451-1489) Afgan
  • İskender Lodi (1489-1517)
  • İbrahim Lodi (II. İbrahim) (1517-1526)

Ayrıca bakınız

Kaynakça

  1. ^ Roux, Jean Paul (1984). Türklerin Tarihi (Historie des Turks). Ad. ISBN 975-506-018-9. 
  2. ^ S. Haluk Kortel
  3. ^ İbn Batuta Alaeddin Halaci için "çok iyi bir sultan" diye tanımlamıştır. Greville Stewart Parker-Freeman, Stuart Munro-Hay, Islam: An Illustrated History ISBN 978-0-8264-1837-1 sayfa 120

Hasan, Hasan İbrahim. İslam Tarihi Ansiklopedisi.  [1]

  1. ^ H. M. Elliot - J. Dowson, The History of India.