Tartışma:Sami Küçük

Sayfa içeriği diğer dillerde desteklenmemektedir.
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Vikiproje Siyaset (Başlangıç-sınıf, Az-önem)
VikiProje simgesi Bu madde, Vikipedi'deki Siyaset maddelerini geliştirmek amacıyla oluşturulan Vikiproje Siyaset kapsamındadır. Eğer projeye katılmak isterseniz, bu sayfaya bağlı değişiklikler yapabilir veya katılabileceğiniz ve tartışabileceğiniz proje sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
 Başlangıç  Bu madde Başlangıç-sınıf olarak değerlendirilmiştir.
 Az  Bu madde Az-önemli olarak değerlendirilmiştir.
 
Vikiproje Biyografi (Başlangıç-sınıf, Az-önem)
VikiProje simgesi Bu madde, Vikipedi'deki Biyografi maddelerini geliştirmek amacıyla oluşturulan Vikiproje Biyografi kapsamındadır. Eğer projeye katılmak isterseniz, bu sayfaya bağlı değişiklikler yapabilir veya katılabileceğiniz ve tartışabileceğiniz proje sayfasını ziyaret edebilirsiniz. İş birliğine katılarak da projeye katkıda bulunabilirsiniz.
 Başlangıç  Bu madde Başlangıç-sınıf olarak değerlendirilmiştir.
 Az  Bu madde Az-önemli olarak değerlendirilmiştir.
 

Sami Küçük ile 21.02.2009 tarihinde Suadiye - İstanbul'daki evinde yapılmış röportaj[kaynağı değiştir]

Emekli Kurmay Albay Eski Senatör SAMİ KÜÇÜK ile Röportaj ‘Sevgili Sami Küçük’e ve eşi Yıldız Hanım’a röportaj teklifimi kırmayarak beni evlerinde ağırladıkları için sonsuz teşekkürler. Sevgilerimle... M.Recep

Sami Küçük Kimdir? Rumeli göçmeni bir ailenin çocuğudur. Babası Mustafa, Kurmay Yarbay Fuat Balkan’ın gönüllü ordusuna katılan kahraman askerlerdendir. Sonra yine gönüllü olarak Filistin’e gitmiştir. Sami Küçük’ün doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte(bunun sebebi doğduğunda nüfusa kayıt ettirilmediğindendir) kendisinin söylediği üzere 6 Ocak 1916’dır, doğum yeri Drama’dır. Ailesi Rumeli’den Türkiye’ye göçünce Silivri’ye yerleşirler. İlkokulu 1929’da en iyi dereceyle bitirir.1930’da askeri ortaokulu kazanır. 1933’te askeri liseye devam eder. Nisan 1936’da liseyi birincilikle bitirir. Sonra Harp Okulu’na katılır.1945’de Harp Akademisini kazanır.1949’da İngiliz Harp Akademisi’ne öğrenci olarak yollanır.1951’de Tokyo görevi başlar.14 Ekim 1953’te Yıldız Hanım’la (Küçük) evlenir.1957’de Madrid’deki Ataşelik görevi başlar.27 Mayıs 1960’da İhtilâli yapan kadronun içinde yer alır ve Köşk Harekâtını yapar. İhtilâlden sonra kurulan Milli Birlik Komitesi içerisinde yer alır. Sonra Cumhuriyet Senatosu’nda, 1980 Darbesi’ne kadar ülkesine ve milletine hizmetlerde bulunmaya devam eder. 2008 yılında çıkardığı ve anılarını anlattığı Rumeli’den 27 Mayıs’a adlı bir eseri bulunmaktadır.

1. Kitabınızda Rumeli’den ayrılışınızı anlatmışsınız, Mustafa Kemal’inde haliyle doğduğu topraklara bir özlemi vardır, bu konuda bizimle duygularınızı paylaşır mısınız?

Rumeli Osmanlı İmparatorluğu’nun daha fazla önem verdiği bir yerdi, Rumeli toprakları çok verimli yerlerdi. Osmanlı vergilendirmede Rumeli’den 3, batı Anadolu’dan 2, doğu Anadolu’dan 1 alıyordu. İmparatorluğun ilk demir yolu Rumeli’de yapılmıştır, buranın imarı için çok para harcanmıştır. Bu kadar önemli toprakları kaybetmek elbette üzücü olmuştur ama artık yapılacak bir şey yok. Ancak Anadolu’muzda Rumeli’ye benzeyebilir iyi, temiz ve vatansever ellerde bulunursa. Yalnız oraya gittim gördüm, bıraktığımız hiçbir şey kalmamıştı.

2. Yine kitabınızda Türkiye’nin NATO’ya girişinden söz etmişisiniz, Türkiye’nin geldiği noktada hala NATO’ya bağlı kalması sizce doğru mu?

Türkiye Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesine dayanarak dış politikada uzun yıllar dengeli davrandı. Özellikle Atatürk ve İnönü zamanında, Rus düşmanlığı yapılmadı. 1925’de Ruslarla saldırmazlık paktı yaptık, bu anlaşma on yılda bir yapılacaktı. Ancak 1945’te başvurduk fakat Ruslar ‘şartlar değişti’ dedi, neymiş şartlar. Rusların 1876’da Osmanlı topraklarından almış oldukları toprakları geri istemeleri, boğazlardan üs istemeleriydi. Bize bunu söyleyen Selim Sarper’dir.

Yalçın küçük bu konuda yazılı belge yoktur diyor.

Belge olmayabilir. Türkiye hayır dedi, biz topraklarımızı savunacağız dedi. Bu sırada ABD olsun İngiltere olsun bunlar ‘Ruslar bizim müttefikimiz, Ruslarla aramızı bozmak istemiyoruz kendi meselenizi kendiniz halledin’ dediler, ta ki Ruslar Avrupa’da kendilerine bağlı rejimler kurmaya çalışana kadar.

Yani Rus emperyalizmi tehdidi? Evet, Rus emperyalizmi, bu müttefikleri uyandırdı. Sonra Amerikalılar ‘Truman Doktrini’ adı altında 400 milyon dolarlık bir yardımı Türkiye’ye ve Yunanistan’a ayırdılar. Çok az bir kısmı bize çoğu Yunanistan’a verildi. Zaten NATO kurulmuştu, biz NATO’ya girmek istiyorduk çünkü tehdit altındaydık. Bu bir Bolşevik tehdidi değil, Moskof tehdidiydi ve bu zamana ait değildi. Osmanlı’nın yıkılmasında Moskofların çok etkisi olmuştur. Özellikle Balkanlarda, Slavları Osmanlı aleyhine kışkırtmışlardır. İmparatorluk 1876’dan 1922’ye kadar 6 savaş yapmıştır. Her savaş bir ülkenin en az 3 yıllık milli gelirinin gitmesi, yok olması demektir. Ülkenin mimarı olan aydın, eğitimli insanlarımız savaşlarda yok olmuştu. Böyle bir ülke kalkına bilir miydi, elbette kalkınamazdı ancak biz cumhuriyetten sonraki dönemde barış sayesinde kalkındık bu barışa NATO’nun katkısı olmamıştır diyemeyiz. Ruslar Brest-Litovsk’la kaybettikleri toprakları Avrupa’dan geri aldılar ama Türkiye’den alamadılar o yüzden NATO Türkiye için bir ‘cankurtaran simidi’ olmuştur. Ve bundan Türkiye yararlandı.

Peki, götürüsü olmadı mı? Mesela içimizde kurduğu SÜPER NATO yani Gladyo?

Gladyo’nun anlamı bir Sovyet istilası karşısında orduların gerisinde gerilla savaşı yapacak örgütlenmedir, bu amaçla kurulmuştur. Ama bunlar sonradan kötü amaçla kullanılmıştır, o ayrı. Ruslar 2.Cihan Savaşı’nda 200 bin kişilik bir gerilla ordusu kurmuşlardı, cephe gerişsinde ve Almanların ilerleyebileceği stratejik noktalarını tahrip ediyorlardı. Şimdi onlar böyle bir şeyden yaralanmışları da ben neden yararlanmayacağım, bu amaçla kurulmuştur ama sonradan kötü amaçla kullanılırsa amacından saptırılırsa bu onun esas amacının kötü olduğu anlamına gelmez. Amacında kullanılırsa iyi bir şey çünkü. İnşallah hiçbir zaman ihtiyacımız olmazdı, olmadı da bu zaman kadar ama olmayacak diye de tedbir almayacak değiliz. Ne diyorlar, bir ata özü vardır ‘hazır ol cenge eğer istersen sulh-u salâh ’ yani barış istiyorsan savaşa hazır olduğunu göstereceksin, senin hazır olduğunu görürlerse sana dokunmazlar.


O zaman diyorsunuz ki, NATO’ya giriş Rus emperyalizmine karşı Türkiye’nin kendini koruması için yapılan bir hamleydi?

Bakın onu diyorum, bu barış döneminde topraklarımıza bir tek yabancı mermisi düşmemiştir. Gerçi Kore örnek verilebilir, Kore NATO’nun bir kurbanıdır. NATO kurulduğunda girmek istedik fakat bizi almadılar. Ancak Kore’ye Kuzey Koreliler saldırıp, B.M. oraya gidince biz de oraya katılınca ve orda samimiyetle savaşınca müttefiklerin gözü açıldı ve bizi NATO’ya aldılar. Türkiye İstiklal Savaşı’nı Batı’ya karşı yaptı ama ilk elini sıktığı insanlar batılılardı. Ruslarla da saldırmazlık anlaşması yaptı. Ruslar, İstiklal Savaşı sırasında bize yardım edeceklerdi. Biliyor musunuz, Sakarya Savaşı’na kadar yardım yapılmamıştır. Onlarında politikası bu çünkü amaçları sıcak denizlere inmek, bu da onların politikasıdır.

Bugünü mesela değerlendirirsek önümüzde Avrasya seçeneği var?

Bugün bir tez var Tuncer Paşa’da ( tuncer kılınç) söyledi. İran var, Rusya var, Çin var onlarla birlik kuralım deniyor. Ama Atatürk mağlup ettiği insanlarla evvela el sıkıştı, benim yüzüm batıya dönüktür dedi. Osmanlı’nın da yüzü batıya dönüktür. Osmanlıda yalnız üç padişah doğuya sefer yapmıştır. Fatih, 4.Murat ve Yavuz. Fatih ve 4.murat zorunlu olarak bunu yapmıştır. Yavuz ise Şah İsmail’e karşı ve Mısır’ı almak için yapmıştır. Zamanın Kaptanı Deryası ‘bu parayla sefer yapmak yerine donanmayı güçlendirelim istikbal denizlerdedir’ demiştir ama olmamıştır. Yavuz, Kutsal Toprakları almakta kararlıdır. Bunun dışında bütün padişahlar yüzünü batıya çevirmiştir.

3. Kitapta değindiğiniz üzere PKK’nın dağ kadrosu 12 Eylül’den önce 2 bin iken darbeden sonra 20 bin olmuştur ve PKK konusunda dönemin yetkilileri gereken önemi göstermemişlerdir, bu sizce kasıtlı olarak mı yapıldı?

Kasıtlı olduğunu sanmıyorum,12 Eylül’den önce de vardı. Türkiye PKK’yı tarihten silebilirdi ama cesur adımlar atılması lazımdı. PKK’nın ilk baskını 1984’de Şırnak’ta bir karakol baskını oldu. O sırada Turgut Özal başbakan, Kenan Evren cumhurbaşkanı. Turgut Özal’da Mardin’de gezide ona haber veriyorlar, Turgut Özal’ın cevabı ‘üç çapulcuya pabuç bırakacak değiliz’ diyor, uçakla Ankara’ya gidiyor oradan helikopterle Göcek’e gidecek serin sularda yürüyecek. Bir devlet adamı, yalnız onun için söylemiyorum o zaman ki bütün sorumluları kastediyorum, Türkiye’nin bir karakoluna kendi toprakları dışından bir saldırı oluyor o zaman ne yapmak lazım bu saldırıyı yapanı bulup yok etmek lazım. O zaman bu önemsenmedi eğer o gün bu mesele önemsenseydi daha başlangıçta bitirtilirdi. O yıllarda Irak’ta, Saddam’da harekât yapmamıza müsaade ediyordu.

Sonra tabi bölgeye ABD çekiç gücü yerleşti?

O tabi daha sonra, zaten onlar bunlara silah verdiler PKK’yı desteklediler. O zaman I. Körfez Harekâtı’nda Türkiye’den yardım istediler, Türkiye kabul etmeyince (özellikle askeriye), cezalandırmak için yaptılar. O çekiç güç Irak’a karşı değil bize karşı kurulmuştur.

Peki, II. Körfez Harekât’ı konusundaki görüşleriniz nasıldı? Örneğin, ulusalcı çevreler 1 Mart Tezkeresi’nin kabul edilememesi için önemli bir mücadele yürüttüler?

Hükümet Amerika ile anlaştığı halde tezkere geçmedi. Siz geçeceğine dair söz vermişisiniz adamlar her şeylerini ona göre planlamışlar, yatırımlarını yapmışlar sonra ne oldu olmadı. Madem söz verdin yapacaksın. O iradeyi gösteremediler. En başta deselerdi Irak bizim komşumuzdur, biz bu işte yokuz, sen kendin ne yarsan yap diye ama demediler. Siz olsanız o devletin başında ne yaparsınız?

Zaten Cüneyt Zapsu’da gitti mesela ABD’ ye orada ‘Erdoğan’ı deliğe süpürmeyin’ dedi? Evet, ne diyor ‘drain’ diyor. Onlar tuvalet çukurlarına öyle derler oraya süpürmeyin diyor.


Tezkere geçseydi ABD Ordusu Türkiye’nin Güneyi’ne yerleşecekti deniyor?

Şimdi onlar oraya kalmak için gelmedi, Irak’ın petrolü için geldi. Trabzon’da ne işleri var deniyor, sen verirsen oraya da girer. Başta diyeceksin ki ‘sen madem Irak’a harekât yapacaksın burada işin ne? Hava üslerimi kullanmana müsaade etmem’ dersin olur biter. Ama o kararlılık gösterilemediğinden bugün bu karışıklıkların içinde oluyoruz.

4. 27 Mayıs ve 12 Mart – 17 Eylül karşılaştırması yapmışsınız, biliyoruz ki 27 Mayıs Türkiye’ye aydınlanmacı bir dönem yaşattı fakat 27 Mayıs’ın düştüğü hata 1924 Anayasası’nın tasfiye edilmesi oldu. Bu 27 Mayıs’tan sonra gelecek olan darbelerinde 27 Mayıs’ı tasfiye etmelerine neden oldu diyebilir miyiz? Yani 1924 Anayasası korunup üzerine günün şartlarına uygun eklemeler yapılsaydı daha iyi olmaz mıydı?

24 Anayasası zaten 1937’de değiştirilmişti. Şimdi ‘sivil anayasa’ diyorlar, Erol Manisalı bir şey söyledi ‘‘illa demokratik anayasa yapacaksınız, 27 Mayıs Anayasası’nı örnek alın’’ dedi. Şimdi 27 Mayıs Anayasası’nda her şeyden önce hâkim teminatı vardı yani yargı güvencesi sağlıyordu. Erkler ayrılığı ilkesi kesin kesti. Yargı üzerinde siyasetin baskısı yoktu, yargı bağımsızlığı tamdı ama bunu hazmedemediler. Şimdi ise bu yardımlar konusunda yüksek seçim kurulu karar verdi hükümet dinlemiyor bile siz devam edin diyor yardıma, gelinen nokta bu.

5. Biliyorsunuz bu sıralar yine 6–7 Eylül olayları gündemde sizce de bu tertibi NATO güdümlü Gladyo mu düzenledi?

Bu Yassı Ada’da tartışıldı, işte Atatürk’ün evine bombayı koyanın bir Türk polis memuru olduğu anlaşıldı. Ve hükümetin bundan haberi var, sonradan mahkemelerle anlaşıldı. Bu bir tertipti, Kıbrıs’taki olaylar dolayısıyla Yunanistan’da bir panik yaratmak amaçlandı. Nitekim olaylar kontrolden çıktı hiç de iyi şeyler olmadı. O gün İstanbul’daydık, Fatih‘de bir baktık tanklar var tankların üstünde sivil insanlar gidiyorlar, tankı gören üzerine atlıyor kimse de indirmiyor onları tankların üzerinden, ertesi gün gittik Beyoğlu’nda her yer yağma edilmişti. Bunlar devlet ciddiyetiyle bağdaşmaz ama bunu Demokrat Parti yaptı ve bilerek yaptı.


6- Bazı çevreler 27 Mayıs’ı ABD’nin yaptırdığını söylüyorlar siz kitabınızda da değinmişsiniz özellikle İhtilâl’den sonra NATO’ya bağlı kalınacağının ilan edilmesi açıkçası bizde de soru işaretleri bırakmıyor değil, bu konuda bizi aydınlatır mısınız?

Ben kitabımda da yazdım, bunu neden ABD yaptırsın, diyorlar ki işte Adnan Menderes ABD’den para istedi 1954’de, 300 milyon dolar istedi 30 milyon verdiler, döndü geriye. Bunun üzerine dış politikada değişiklik yaparak Rusya’dan yardım alacağını,1960 Haziranı’nda da Rusya’ya gideceği, bu gidişi önlemek için yaptırıldı diyorlar. Peki, kime yaptırdı bunu bizlerle yaptırmış 27 Mayıs’ı biz yaptık çünkü. Şimdi soğuk savaşla birlikte Ruslarla başlayan birbirimize güvensizlik ortamı 27 Mayıs’tan sonra düzelmiştir. İhtilâl’den sonra Sovyet büyükelçisiyle çok iyi dost olmuştuk. Bir gün ona dedim ki Türkiye ile Rusya dost mu olmalıdır, yoksa işte bu soğuk savaş dönemi gibi devam mı etmelidir. Dost olmalıdır dedi, o zaman bunun icabını yapıyor musun dedim, ne yapayım dedi. Bir parlamento heyeti davet et dedim. Gelmezsiniz dedi, sen et dedim. Büyük elçinin vazifesi budur ve ekledim, bunu unutma büyük devletlerin daveti kolay kolay reddedilemez dedim. Kafasını salladı gitti, bir hafta sonra geldi daveti yaptım dedi. Birkaç vakit cevap alamamış bir daha davet yap dedim, büyük elçinin vazifesi kapıyı çalmaktır, açarlarsa girecek açmazlarsa açık pencere varsa oradan girecek, oda olmazsa bacadan gireceksin, bizde bir söz vardır ‘elçiye zeval olmaz’ diye senin yapacağın her şey makbuldür neden çünkü sen her iki ülke yararına olacak bir iş yapıyorsun dedim. Sonra davet kabul edilmiş, işte bizim heyet gitti, sonra onlar geldi, sonra bakanlar, başbakanlar nezdinde ziyaretle oldu ve ilişkiler gelişti. Sonra bir baktık işte Ruslar Türkiye’ye yatırımlar yaptılar, bu başlangıç oldu. Atatürk’ün dış politikadaki prensibi şuydu ‘Türkiye dış politikasını hiçbir zaman Sovyet düşmanlığı üzerine kuramaz’ ancak menderes hükümeti aksi yönde davranmıştır. Şimdi ise Ruslarla ilişkilerimiz çok gelişti. O zaman ABD, 27 Mayıs’ı Türkiye’nin Ruslarla ilişki kurmasını engellemek için yaptırdıysa biz aksi yönde hareket etmiş olduk, yani Adnan Bey gitseydi bizim yaptığımızdan farklı bir şey mi yapacaktı. O zaman bunu ABD yaptırdıysa bize de bunu yaptırmamaları lazımdı, böyle bir şey çok saçma.


7- Sevgili Sami Küçük, Türkiye’de bugün tahkikat komisyonları misali bir sindirme harekâtı, ergenekon operasyonu adı altında yürütülmektedir, sizce bu süreç Türkiye’yi nereye götürmektedir?

Tahkikat Komisyonları daha tehlikeydi, Fatin Rüştü çıkıyor diyor ki ‘CHP’nin bütün milletvekillerini tutuklayalım ve biz parti diktasıyla ülkeyi yönetelim’ bugün en azında bunu söyleyen yok hiç olmazsa.

Öyle dediniz ama Dengir Fırat ‘milli iradeye ram olmak durumundasınız’ diye bir söz etti ve milli iradeden kasıt da kendileri.

Milli irade oy demek değildir, milli irade hakikatten milletin menfaatlerine uygun olursa milli irade olur. Sen hırsızlık yapacaksın ben oy aldım bana mubahtır, yok böyle bir şey.

O zamanlar Celal Bayar diyor ki ‘ben gerekirse İsmet Paşa’nın ipini çekmekte tereddüt etmem’ .Peki İsmet Paşa kim, milletin makûs talihini yenen adam. Bunu Atatürk söylüyor, Viyana bozgunu başlamış ta Sakarya’ya kadar Türk Milleti uzun yıllardan sonra ilk defa İnönü’yle zafer kazanmıştır. Bu ise ulusalcıları, ulusalcılığı ortadan kaldırmak için yürütülmektedir.

İşte bugün CIA istasyon şefleri ‘Kemalizm bitmiştir, vazgeçin’ diyorlar.

Bunu Avrupa da söylüyor, neden Kemalizm ulusalcılığı öneriyor yalnız Türkiye’ye değil, bütün Dünya’ya. Mustafa Kemal yalnız Türkiye’yi değil, bütün Asya’yı uyandıran adamdır.

Sol’da ise ayrışma var, mesela soros’un solcuları bu operasyonu destekliyorlar.

Fransa’da II. Dünya Savaşı sırasında Almanlar Fransa’ya doğru ilerlediği zaman Fransa’yı Fransız Komünist Partisi savundu, Almanlara kök söktürdüler. Bizde ise 12 Eylül solu sindirdi ve hala bu ölü toprağını üzerimizden atamadık.

28 Şubat’la bir ileri hamle yapıldı ama bugün işte bu operasyonla da onun intikamı alınıyor.

Onda da bir şeyler oldu ama pek öyle etkili olamadı, şimdi yapılanlar bir bir geri gidiyor. İmam Hatiplilere bir takım imkânlarla her fakülteye girme imkânı hazırlanıyor. İmam Hatipse, İmam Hatip’e gitsin.

Başörtüsüne özgürlük diye yola çıkıyorlar.

Oda olsun ama dışarıda olsun şimdi bilimle din ayrı şeyler. Bilimde şüphe vardır, dinde inanç vardır.

8. Türk Gençliği’ne bakışınız nasıldır, sizce gençlik önümüzdeki süreçte nasıl bir tavır almalıdır yani bir devrimci olarak gençliğe tavsiyeleriniz nelerdir?

Gençler, Türkiye’nin gelişmesi için, aklın hâkim olması için, Türkiye’nin yaşanılabilir ülke olması için bütün dikkatini burada toplamalılar ve aydın insanların Türkiye’nin kaderini tayin edecek noktalara gelmesi için biran önce harekete geçmelidirler. Atatürk’ün Bursa Nutku’nu okusunlar, orada ne diyor ‘kimseye yalvarmayacaksın, gerekirse taşla, sopayla devrimleri savunacaksın’.

Bugün ne yazık ki bir takım kimseler Bursa nutku uydurmadır diyebiliyorlar.

Bursa Nutku meselesini karara bağlayan hâkimle ben konuştum. İzmir’de ağır ceza hâkimiydi, Abdullah Bey. Burhaniye’de bir yazlık evimiz var, onunda orada evi var. Ahbaplık ederdik, bir gün bana anlattı. Bursa Nutku önüne geliyor karşısına, işte dava ediliyor Atatürk’e ait değildir diye. Aldım diyor - Nutku baktım, dedim ne yapabilirim, evvela düşündüm kim bu nutku söyleyen Atatürk, Atatürk kim ihtilâlci kime karşı, yedi düvele karşı hareket etmiş. Padişahlığı kaldırmış, hilafeti kaldırmış, devrimleri yapmış bir adam, bunları yapan adam bunu söyler, söylemedi derlerse ayıp ederler onun için bastım kalemi ‘bu Nutuk Atatürk’e aittir’ diye karar verdim - dedi.

Zaten nutkun üslubundan da Mustafa Kemal’e ait olduğu anlaşılıyor.


9- Ben sizin ve Suphi Karaman’ın 27 Mayıs’ın asıl ihtilâlci kanadını oluşturduğunuzu düşünüyorum yani sizler M.B.K. içinde daha ileriyi gören aydın kişilerdiniz, sizin yapmak istediklerinizi MBK içinde engellemeye çalışanlar oldu mu?



M.B.K. içinde 13 Kasım’a kadar bize bir şey yaptırmadılar. Karşımızdakiler devam edelim diyorlardı. Bizde diyorduk ki, ‘Mustafa Kemal’den akıllı değiliz, o ne yaptı evvela orduyu dahi kurmadan meclisi kurdu tabanını genişletti, Hakkâri’den Edirne’ye kadar o meclise topladı hepsini. Bizde ona göre yapalım’. Buna inandıramadık kimseyi bu bir. İki, dediler ki reformları yapalım dedim yapalım, önce bunları kanunlaştıralım sonra çıkalım halkın karşısına vaziyeti anlatalım referandum yapalım, hepsi tamam dediler sonra kimseyi bulamadık. Meğer bizi toplamaya karar vermişler. O sıra Suphi Karaman’da onlarla çalışıyor. O sonra benle beraber hareket etti. Orhan Kabibay’a dedim ‘1 meclise dayamamız lazım,2 ordudan elimizi çekmemiz lazım biz Genelkurmay’la muhatap olalım, 3 herkes açıyor telefonu filan yere şunu ata, arıyor bakanı şunu şöyle yap bu yürür şey değil’ dedim. Dedi tamam, sonra dedi ki Orhan ‘reform yapacağız’ reform diyorsunuz ne yaptınız bugüne kadar, dedim sustular. Bunları biz sonra 13 Kasım’da uzaklaştırdık. Sonradan dediler ki ‘biz reform yapacaktık onlarda Halk Partisi’ne teslim etmek istiyorlardı, anlaştılar bizi uzaklaştırdılar’. Bunların biz bütün evrakına 13 Kasım’da el koyduğumuzda baktık ki reform adına tek belge yok.

O zaman MBK içinde cuntacı bir kesim vardı.

Biz onları uzaklaştırdık kurucu meclisi kurduk, anayasayı 61’de hazırladık, bir baktık Talat Aydemir cuntası ültimatom verdi bize. Biz seçimleri bile zar zor yaptırdık, bize seçimleri yapmayın dediler. Meclis toplanmaya başlandı, dağıtın meclisi dediler. Bir gün bakanlar kurulunda oturduk, seçilen mebuslar meclise geliyorlar ama adamlar dağıtın meclisi diyorlar bize. Sonra biri geldi çıktım dışarı bir subay, dedim ne var ‘Talat Aydemir dedi anayasa profesörlerini çağırdı, meclisi biz fes edersek anayasayı ihlal eder miyiz, etmez miyiz? Diye soruyor’ ciddi misin dedim, evet dedi. Ben içeriye döndüm bakanlarda var arkadaşlar dedim her şey planlandığı gibi yürüyecek meclis toplanacak dedim, Ahmet Tahtakılıç vardı dedi ‘bir az önce düşünceliydiniz’. Anlattım durumu ‘bunları ölüm korkusu sarmış hiçbir şey yapamazlar’ dedim. .Napolyon’un bir sözü vardır ‘süngülerle iktidara gelinir ama süngüler üzerinde oturulmaz’. Ben arkadaşlara özellikle 14’lere bunu anlatamadım.

Talat Aydemir olayına bu hareketleriyle davetiye çıkardılar diyebilir miyiz?

Evet, Aydemir’e Allah rahmet eylesin diyelim ama ona da hayır gelemdi idam edildi.

11. Bazı komite üyeleri senatörlük döneminden sonra siyaset içinde kaldı siz neden kenara çekildiniz?

Ben yeter gördüm, fazla bir şey katacağımı düşünmedim. Suphi Karaman vardı, Ahmet yıldız vardı, sonra biri daha vardı onlar İşçi Partisi’ne girdiler kazanamadılar, kazanamayacak bir yere gitmezdim. Karavelioğlu’da Halk Partisi’ne geçmişti. Bir arkadaşımız da Kenan Evren’in danışmanı oldu.

12. Son olarak ülkemizin ve dünyanın geleceğine yönelik görüşleriniz nelerdir?

Türkiye ileriye gidecek gitmek mecburiyetinde, çocuklarımıza çok daha aydınlık bir dünya yaratmak bizlerin sizlerin vazifesi. Türkiye her halükarda layık olduğu yere varacaktır ama böyle giderse zaman kaybeder.

Sizce AB’ye girilmeli mi?

AB’nin kendi yasaları var, fonları var bunlardan yararlanılabilir ama biz kendi yaptığımızı kendimiz bozuyoruz. İşte önümüzde 61 Anayasası varken demokrasiye heves etmişken bu askıya alınıyor diktalar geliyor. Laikliği getiriyorsunuz din devleti peşinde koşanlar devletin üst kademelerine geliyor. AB’ye girdiğiniz zaman bunlara veda etmeniz gerekecek çünkü o zaman Türkiye’nin bir batı toplumu halini alması gerekecek. Türkiye sermayesi az olan bir ülke ne yazık ki. Atatürk Mersin’i ziyaret ettiğini zaman bakıyor yüksek binalar var, soruyor bunlar kimin diye, diyorlar ki Yahudi Avram’ın işte Ermeni’nin şu işte Fransız bilemem kimin dönüyor diyor ki halka siz bunlar yapılırken nerdeydiniz diyor, kimseden ses yok. Yaşlı bir adam öne geliyor diyor ki biz nerdeydik diye sordunuz, biz Yemen’de çarpışıyorduk, biz Balkanlar’da komitacılarla çarpışıyorduk, biz Sarıkamış’ta çarpışıyorduk, biz Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da çarpışıyorduk yetti mi, diyor. Atatürk arkadaşlarına dönüyor diyor ki ‘hayatımda tek cevabını veremeyeceğim soru buydu’. Türkiye matbaayı 400 yıl almadı neymiş Kuran makineyle yazılmazmış, o yüzden dincilerden ne yapsam hıncımı alamam, bizi çok geride bıraktılar. O sırlalar azınlıklar Ayvalık’ta matbaayı kurmuş yayın yapıyorlar onların hepsi tüccar. Bizimkiler ya çiftçi ya asker. İstiklal Savaşı sırasında lokomotifleri çalıştıracak ateşçi bulmadık, Ermeni ve Rum ateşçileri süngü zoruyla çalıştırdık. Amasya’da göç ediyor Rumlar, aman diyorlar Dimitri’yi bırak, neden diyor o fırıncı, ne olmuş fırıncıysa o giderse aç kalırız diyorlar. Sarılmışız bir tekkeye, tekkeden hu çekiyoruz o zamanlar şimdi de aynı ya gidiyoruz. Belki şimdi İslam Dünyası’ndaki ülkeler bağımsız gibi ama ne üretiyorsun diye soruyorlar, hiçbir şey yok. Dünya korumacılığa gidiyor, siz satıyorsunuz.

Tam bu konuda Yalçın Küçük şöyle bir şey söyledi ‘KİT’ler satılırken Genelkurmay karşı çıksaydı satılmazdı’ dedi.

Genelkurmay’da hangi Genelkurmay? Genelkurmay, paşasına sahip çıkamayan Genelkurmay mı? GATA’ ya ‘gatakulli’ diyorlar, Genelkurmay açıklama yapılıyor ‘etik değil’ diyor bu kadar.

21.02.2009 / Suadiye - İstanbul

BİTTİ..

--Mustafa Recep 12:18, 1 Ağustos 2009 (UTC)

(not: ropörtaj Mustafa Recep kullanıcısı tarafından yapılmıştır, yayımlanma amacı: Vikipedi'de Sami Küçük ile ilgili sınırlı bilgi olduğu için içeriği geliştirmek içindir.)