Nâsır-ı Hüsrev: Revizyonlar arasındaki fark

Vikipedi, özgür ansiklopedi
[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Takabeg (mesaj | katkılar)
5. satır: 5. satır:
Yönetimde çeşitli görevler üstlenmiş [[Şiî]] mezhebine mensup bir ailenin oğluydu. Okula yalnızca kısa bir süre devam etti. 1045'te [[Mekke]]'ye hacca gitti. Ardından [[Filistin]]'i ve o dönemde [[Fatımiler Devleti|Fâtımî]] hanedanının hüküm sürdüğü [[Mısır]]'ı dolaştı. [[Şiî]]liğe bağlı [[İsmâilîyye]] mezhebini benimseyen Fâtımî dâîleri aracılığıyla inançlarını bütün [[İslam ülkeleri|İslam dünyası]]nda yaymaya çalışıyorlardı. Mısır'a yaptığı yolculuktan önce [[İsmâilîyye|İsmâilî]] olup olmadığı bilinmeyen Nasır-ı Hüsrev bu dâîlerden biri oldu. Din ve felsefe ilimlerinde büyük şöhret sahibi olan “[[Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev]]”, [[Tuğrul Bey|Tuğrul Selçukî]]’nin kardeşi [[Çağrı Bey]]’in Horasan valiliği esnasında önemli memuriyetlerde bulundu. H. 437, M. 1046 yılında Hicaz’a gitti. H. 440, M. 1049’da [[Fâtımî]] halifesi [[Ebû Tamîm Ma’add el-Mûstensir bil-Lâh]]’ın emrine girdi. “İmâm-ı Zaman” tarafından Horasan Dâî Â’zamlığına tâyin oldu. Tehame, Yemen, Lehsa [[Karmatîler]]’i ile ilişkiler kurdu. Oralarda bir hayli neşriyatta bulunduktan sonra Basra ve İsfahan’a uğrayarak kardeşi Ebû Said ile birlikte Belh’e geldi. Kendisine “Hüccet-î Mûstensir”, “Hüccet-î Horasan” ve “Sâhib-î Cezîre” ünvanları verildi.
Yönetimde çeşitli görevler üstlenmiş [[Şiî]] mezhebine mensup bir ailenin oğluydu. Okula yalnızca kısa bir süre devam etti. 1045'te [[Mekke]]'ye hacca gitti. Ardından [[Filistin]]'i ve o dönemde [[Fatımiler Devleti|Fâtımî]] hanedanının hüküm sürdüğü [[Mısır]]'ı dolaştı. [[Şiî]]liğe bağlı [[İsmâilîyye]] mezhebini benimseyen Fâtımî dâîleri aracılığıyla inançlarını bütün [[İslam ülkeleri|İslam dünyası]]nda yaymaya çalışıyorlardı. Mısır'a yaptığı yolculuktan önce [[İsmâilîyye|İsmâilî]] olup olmadığı bilinmeyen Nasır-ı Hüsrev bu dâîlerden biri oldu. Din ve felsefe ilimlerinde büyük şöhret sahibi olan “[[Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev]]”, [[Tuğrul Bey|Tuğrul Selçukî]]’nin kardeşi [[Çağrı Bey]]’in Horasan valiliği esnasında önemli memuriyetlerde bulundu. H. 437, M. 1046 yılında Hicaz’a gitti. H. 440, M. 1049’da [[Fâtımî]] halifesi [[Ebû Tamîm Ma’add el-Mûstensir bil-Lâh]]’ın emrine girdi. “İmâm-ı Zaman” tarafından Horasan Dâî Â’zamlığına tâyin oldu. Tehame, Yemen, Lehsa [[Karmatîler]]’i ile ilişkiler kurdu. Oralarda bir hayli neşriyatta bulunduktan sonra Basra ve İsfahan’a uğrayarak kardeşi Ebû Said ile birlikte Belh’e geldi. Kendisine “Hüccet-î Mûstensir”, “Hüccet-î Horasan” ve “Sâhib-î Cezîre” ünvanları verildi.


[[Sünnî]]liğin egemen olduğu bölgelerde [[İsmâilîyye]] öğretisini cesaretle savunmaya girişti. [[Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev|Nâsır Hüsrev]]’in fa’aliyetlerinden şüphelenen hükümet onu Horasan’dan çıkardı. Bu yüzden [[Bedehşan]]'a kaçmak zorunda kaldı. Uzun seyahatlerden sonra [[Belh]]’e oradanda [[Mazenderan]]’a gitti. Vardığı yerlerde hep Bedmezheplik ile suçlandı. Bu sebeple kimliğini gizlemek ve deruhte ettiği görevi tehlikesiz ifa edebilmek amacıyla kimi zaman bir [[tarikât]] üyesi gibi [[Ebû’l Hasan Kharakânî]]<ref>''Tarih Peçevî'', Cilt: 2, Sahife: 56.</ref> zâviyesinde, kimi zaman da [[İsfahan]] ve Geylan âlimleriyle hikmet ve felsefeye dair münakaşalara giren bir hâkim olarak tanınmaktaydı. Sonraki zamanını etkin dâîlik yapamamaktan duyduğu üzüntüyü işleyen şiirler yazarak geçirdi. [[Bedehşan]] köylerinden Yemlekân’da öldü.<ref>''Tezkere-i Devlet Şâh-ı [[Semerkand]]î''.</ref>
[[Sünnî]]liğin egemen olduğu bölgelerde [[İsmâilîyye]] öğretisini cesaretle savunmaya girişti. [[Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev|Nâsır Hüsrev]]’in fa’aliyetlerinden şüphelenen hükümet onu Horasan’dan çıkardı. Bu yüzden [[Bedehşan]]'a kaçmak zorunda kaldı. Uzun seyahatlerden sonra [[Belh]]’e oradanda [[Mazenderan]]’a gitti. Vardığı yerlerde hep Bedmezheplik ile suçlandı. Bu sebeple kimliğini gizlemek ve deruhte ettiği görevi tehlikesiz ifa edebilmek amacıyla kimi zaman bir [[tarikât]] üyesi gibi [[Ebû’l Hasan Kharakânî]]<ref>''Tarih Peçevî'', Cilt: 2, Sahife: 56.</ref> zâviyesinde, kimi zaman da [[İsfahan]] ve Geylan âlimleriyle hikmet ve felsefeye dair münakaşalara giren bir hâkim olarak tanınmaktaydı. Sonraki zamanını etkin dâîlik yapamamaktan duyduğu üzüntüyü işleyen şiirler yazarak geçirdi. [[Bedehşan]] köylerinden [[Yamgan ilçesi|Yemlekân]]’da öldü.<ref>''Tezkere-i Devlet Şâh-ı [[Semerkand]]î''.</ref>
“Orta Asya Alevîleri” üzerinde derin izler bırakmış olan [[Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev]]’in mezarı bütün Rusya, İran, Hindistan, Afganistan ve Çin’den akın eden ziyaretçilerle takdis edilmektedir.<ref>Profesör M. Şerafeddin, ''Pamir İsmâ‘ilîleri'', İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, Sayı 71, Yıl 1928.</ref>
“Orta Asya Alevîleri” üzerinde derin izler bırakmış olan [[Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev]]’in mezarı bütün Rusya, İran, Hindistan, Afganistan ve Çin’den akın eden ziyaretçilerle takdis edilmektedir.<ref>Profesör M. Şerafeddin, ''Pamir İsmâ‘ilîleri'', İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, Sayı 71, Yıl 1928.</ref>
{{ayrıca bakınız|Ebû Tamîm Ma’add el-Mûstensir bil-Lâh|Ebû’l Hasan Kharakânî}}
{{ayrıca bakınız|Ebû Tamîm Ma’add el-Mûstensir bil-Lâh|Ebû’l Hasan Kharakânî}}
14. satır: 14. satır:
Doğu Hurûfîliği’nin bir atlama basamağı konumunda bulunan hurûfun anlamları Nâsır’ın öğretilerinde çok önemli bir yer tutmaktadır. [[Şia|Şîʿa]]-i [[Bâtınîlik|Bâtın’îyye]]’nin [[Kur'an-ı Kerîm]] hakkında çıkardığı hükümlerle Hurûf-u Mukattaa’nın izahatına yönelik yapmış olduğu te’vil ve tevcihler hususundaki üstün zekâsını ustaca kullanabilme yeteneği [[Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev]]’i diğer “Âba-i Bâtınî’yye” arasında çok farklı bir üst seviyeye taşımaktadır. Nâsır’a göre “Lâ ilâhe il-l’Allâh” cümlesinin ihtivâ ettiği harfler hıfz’edildikten sonra geriye “İ – L – H” harflerinden ibaret olan üç harf kalır. Bu üç harf din âleminde “Ced–Feth–Hayâl” ifâde eden “Eb’âd-ı Selâse’yi iş’ar” eder. Diğer Hurûfîler tarafından kullanılan çeşitli “taklib” şekilleri ise [[Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev|Nâsır-ı Hüsrev]]’de gittikçe inceleşmektedir.
Doğu Hurûfîliği’nin bir atlama basamağı konumunda bulunan hurûfun anlamları Nâsır’ın öğretilerinde çok önemli bir yer tutmaktadır. [[Şia|Şîʿa]]-i [[Bâtınîlik|Bâtın’îyye]]’nin [[Kur'an-ı Kerîm]] hakkında çıkardığı hükümlerle Hurûf-u Mukattaa’nın izahatına yönelik yapmış olduğu te’vil ve tevcihler hususundaki üstün zekâsını ustaca kullanabilme yeteneği [[Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev]]’i diğer “Âba-i Bâtınî’yye” arasında çok farklı bir üst seviyeye taşımaktadır. Nâsır’a göre “Lâ ilâhe il-l’Allâh” cümlesinin ihtivâ ettiği harfler hıfz’edildikten sonra geriye “İ – L – H” harflerinden ibaret olan üç harf kalır. Bu üç harf din âleminde “Ced–Feth–Hayâl” ifâde eden “Eb’âd-ı Selâse’yi iş’ar” eder. Diğer Hurûfîler tarafından kullanılan çeşitli “taklib” şekilleri ise [[Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev|Nâsır-ı Hüsrev]]’de gittikçe inceleşmektedir.
{{ayrıca bakınız|Bâtınî|İsmâilîlik|Hurûfîlik}}
{{ayrıca bakınız|Bâtınî|İsmâilîlik|Hurûfîlik}}

== Eserleri ==
== Eserleri ==
* [[Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev]]’in en önemli eseri fıkıh kitabını andıran ve ''“[[Türkistan]] [[Bâtınî]]leri”'' ile ''“[[Pamir Alevîliği|Pamir Alevîleri]]”'' tarafından mezhepte “Düstur-û Amel” olarak bilinen “[[Veçh-î Dîn]]” adındaki eseridir. Günümüzde kadar korunabilmiş olan bu eser ''"[[Bâtınî]]–[[Pamir Alevîliği]]"'' i’tikadının ana hatlarını kayıt altında tutabilmiş olan en ciddî belge niteliğindedir.
* [[Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev]]’in en önemli eseri fıkıh kitabını andıran ve ''“[[Türkistan]] [[Bâtınî]]leri”'' ile ''“[[Pamir Alevîliği|Pamir Alevîleri]]”'' tarafından mezhepte “Düstur-û Amel” olarak bilinen “[[Veçh-î Dîn]]” adındaki eseridir. Günümüzde kadar korunabilmiş olan bu eser ''"[[Bâtınî]]–[[Pamir Alevîliği]]"'' i’tikadının ana hatlarını kayıt altında tutabilmiş olan en ciddî belge niteliğindedir.

Sayfanın 20.51, 2 Mayıs 2013 tarihindeki hâli

Nâsır Hüsrev, tam adı Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev el-Mervazi el-Kubadiyani (d. 1004, Kubadiyan, Merv, Horasan(bugün Tacikistan)-ö. y. 1072/77, Yumgan, Bedehşan, Orta Asya (bugün Afganistan)) Türkistan Bâtınîliği ve Pamir Alevîliği'nin kurucusu, şair, ilahiyatçı, dâî ve İran edebiyatının en büyük yazarlarından biri olarak kabul edilmektedir.

Yaşamı ve fikirleri

Yönetimde çeşitli görevler üstlenmiş Şiî mezhebine mensup bir ailenin oğluydu. Okula yalnızca kısa bir süre devam etti. 1045'te Mekke'ye hacca gitti. Ardından Filistin'i ve o dönemde Fâtımî hanedanının hüküm sürdüğü Mısır'ı dolaştı. Şiîliğe bağlı İsmâilîyye mezhebini benimseyen Fâtımî dâîleri aracılığıyla inançlarını bütün İslam dünyasında yaymaya çalışıyorlardı. Mısır'a yaptığı yolculuktan önce İsmâilî olup olmadığı bilinmeyen Nasır-ı Hüsrev bu dâîlerden biri oldu. Din ve felsefe ilimlerinde büyük şöhret sahibi olan “Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev”, Tuğrul Selçukî’nin kardeşi Çağrı Bey’in Horasan valiliği esnasında önemli memuriyetlerde bulundu. H. 437, M. 1046 yılında Hicaz’a gitti. H. 440, M. 1049’da Fâtımî halifesi Ebû Tamîm Ma’add el-Mûstensir bil-Lâh’ın emrine girdi. “İmâm-ı Zaman” tarafından Horasan Dâî Â’zamlığına tâyin oldu. Tehame, Yemen, Lehsa Karmatîler’i ile ilişkiler kurdu. Oralarda bir hayli neşriyatta bulunduktan sonra Basra ve İsfahan’a uğrayarak kardeşi Ebû Said ile birlikte Belh’e geldi. Kendisine “Hüccet-î Mûstensir”, “Hüccet-î Horasan” ve “Sâhib-î Cezîre” ünvanları verildi.

Sünnîliğin egemen olduğu bölgelerde İsmâilîyye öğretisini cesaretle savunmaya girişti. Nâsır Hüsrev’in fa’aliyetlerinden şüphelenen hükümet onu Horasan’dan çıkardı. Bu yüzden Bedehşan'a kaçmak zorunda kaldı. Uzun seyahatlerden sonra Belh’e oradanda Mazenderan’a gitti. Vardığı yerlerde hep Bedmezheplik ile suçlandı. Bu sebeple kimliğini gizlemek ve deruhte ettiği görevi tehlikesiz ifa edebilmek amacıyla kimi zaman bir tarikât üyesi gibi Ebû’l Hasan Kharakânî[1] zâviyesinde, kimi zaman da İsfahan ve Geylan âlimleriyle hikmet ve felsefeye dair münakaşalara giren bir hâkim olarak tanınmaktaydı. Sonraki zamanını etkin dâîlik yapamamaktan duyduğu üzüntüyü işleyen şiirler yazarak geçirdi. Bedehşan köylerinden Yemlekân’da öldü.[2] “Orta Asya Alevîleri” üzerinde derin izler bırakmış olan Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev’in mezarı bütün Rusya, İran, Hindistan, Afganistan ve Çin’den akın eden ziyaretçilerle takdis edilmektedir.[3]

Nâsır Hüsrev’in savunduğu bâtınî âkideler

Nâsır-ı Hüsrev’in yaydığı ve telkin ettiği bâtınî akideler içerdiği onca te’vilâta rağmen nass’ın zâhir hükümlerinin göz ardı edilmesine kesinlikle karşı çıkması ve şer’in amelî tekliflerini kabul etmesi nedeniyle Bâtıni Suriye Nusayrîler’i ile Elemût Bâtınîliği’nden ayrılmaktadır. Nâsır Hüsrev, yalnız bâtının “tek göz” ve yalnız zâhirin de “tek göz” olduğunu söylemekte ve hakikâti kavrayabilmek için “çift göze” gereksinim olduğunu savunmaktadır. “Zâd-ûl Müsâfirîn” adlı eserinin girişinde bu konudaki görüşlerini anlatmaktadır. Bâtınîliğe kendi şahsi kanaatlerini ekleyerek bir hususiyet kazandırmağa çalışan Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev, bilumum Bâtınîlerce esas olan te’vil yolunu daha ziyâde tevsi’ ederek o zamana kadar gidilmiş olan yoldan farklılaşan yeni bir çığır açmıştır.

Nâsır Hüsrev’in Hurûfîliği

Doğu Hurûfîliği’nin bir atlama basamağı konumunda bulunan hurûfun anlamları Nâsır’ın öğretilerinde çok önemli bir yer tutmaktadır. Şîʿa-i Bâtın’îyye’nin Kur'an-ı Kerîm hakkında çıkardığı hükümlerle Hurûf-u Mukattaa’nın izahatına yönelik yapmış olduğu te’vil ve tevcihler hususundaki üstün zekâsını ustaca kullanabilme yeteneği Muin’ed-Dîn Nâsır-ı Hüsrev’i diğer “Âba-i Bâtınî’yye” arasında çok farklı bir üst seviyeye taşımaktadır. Nâsır’a göre “Lâ ilâhe il-l’Allâh” cümlesinin ihtivâ ettiği harfler hıfz’edildikten sonra geriye “İ – L – H” harflerinden ibaret olan üç harf kalır. Bu üç harf din âleminde “Ced–Feth–Hayâl” ifâde eden “Eb’âd-ı Selâse’yi iş’ar” eder. Diğer Hurûfîler tarafından kullanılan çeşitli “taklib” şekilleri ise Nâsır-ı Hüsrev’de gittikçe inceleşmektedir.

Eserleri

  • Nâsır-ı Hüsrev'in en ünlü düzyazı yapıtı, 1045-1052 yılları arasında Merv’den başlayarak Nişabur, Rey gibi İran kentlerini ve Anadolu topraklarından geçerek, Suriye ve Mısır’a yaptığı yaklaşık 18000 km yol aldığı yedi yıllık seyahatini içeren Sefer-Nâme (Seyâhat-Nâme) adlı eseridir.[4] İlk kez Fransızca çevirisiyle birlikte 1881'de yayımlanan yapıtın Türkçe çevirisi 1950'de basılmıştır.
  • Nâsır Hüsrev’in felsefî görüşlerini içeren en değerli ise "Zâd-ûl Misafirîn" adını taşır. Bu kitap Yunan feylesoflarının meslekleri ve İslâm hükemâsının, özellikle de Muhammed bin Zekerriya’nın kuramlarına karşı şiddetli eleştiri ve tartışmaları ihtiva eder. Nâsır Hüsrev’in bu eserinde, felsefî mes’eleler ile Kur'an-ı Kerîm’in ayetleri arasında karşılıklı ilişkiler kurulması hususunda Nâsır’ın konulara olan hâkimiyeti şaşırtıcı derecede kuvvetlidir.
  • Ayrıca Nâsır-ı Hüsrev’in bâtınîlerin mezheplerinin ana ilkelerini içeren önemli bir tefsiri ile, “Kitâb-ı Musbah”, “Botan-ûl Ukûl”, “Eksir-î Â’zâm”, “Kanûn-û Â’zâm”, “El-Müstevfî”, “Düstur-û Â’zâm” ve “Kenz-ül Hâkayık” isimlerindeki eserlerinin de tercümeleri mevcuttur.[5]
  • Nâsır-ı Hüsrev'in felsefi şiirlerinin en önemlilerinden biri de Rüşenâ-î Nâme adlı eseridir. (1928). Saâdet-Nâme 'de (1950) yöneticilere ağır eleştiriler yönelten Nasır-ı Hüsrev, Cami'ûl-Hikmeteyn adlı yapıtında İsmâilî ilâhiyatı ile Yunan felsefesini bağdaştırmaya çalışır. Büyük bir teknik ustalığa dayanan üslubu düz ve canlıdır.
  • Diğer eserlerinden Havan-ûl İhvân[6] adlı bir divânı da zamanımıza kadar gelmiştir.

Dış bağlantılar

Kaynakça

  1. ^ Tarih Peçevî, Cilt: 2, Sahife: 56.
  2. ^ Tezkere-i Devlet Şâh-ı Semerkandî.
  3. ^ Profesör M. Şerafeddin, Pamir İsmâ‘ilîleri, İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, Sayı 71, Yıl 1928.
  4. ^ İran Seyyahları ve Farsça Seyahatnameler
  5. ^ Profesör M. Şerafeddin, Nâsır-ı Hüsrev, İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, Sayı: 5 ve 6, Yıl: 1927.
  6. ^ Ayasofya kütüphanesinde tek el yazma nüshası mevcut olan bu eser İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi profesörlerinden M. Şerafeddin tarafından bulunmuştur.

Şablon:Horasanlı alimler